18 Şubat 2012 Cumartesi

The Girl With the Dragon Tattoo / Ejderha Dövmeli Kız (2011)



Vizyon turu süren David Fincher imzalı, The Girl With The Dragon Tattoo, İsveç yapımı aynı adlı filmin yeniden çevrimi malum. Aynı zamanda Stieg Larsson'un yayınlandığını göremediği 3 romanlık serisinin de ilk kitabını oluşturan bölümü baz alıyor...

Tabii böylesi yakın geçmişte önümüze gelmiş bir filmin yeni versiyonunu yorumlarken, ilk film ile karşılaştırma yapmamak pek mümkün değil. Biz de genel olarak yazıyı, bu 'karşılaştırma' durumu üzerine kuracağız. David Fincher'ın versiyonunun orjinal versiyondan olumlu anlamdaki en büyük farkı bence 'kurgu' ve 'tempo' anlamında ortaya çıkıyor. 2,5 saati aşan süreye rağmen film orjinal versiyona göre tempo anlamında daha derli toplu duruyor. Bu açıdan tüm sahnelerin ne eksik ne fazla, tam kıvamında duran bir hali var. Fincher, yönetmen olarak kalitesini filme olan hakimiyetinde gösteriyor. Kısacası daha genel bir ifadeyle ilk filme göre daha iyi bir yönetmenlik var bu filmde...

Karakterlerin seyirci üzerindeki etkisi anlamında ise bence bu film, ilk filmin gerisinde kalıyor. Daniel Craig'in oynadığı Blomkvist karakteri, burada İsveç versiyonuna göre daha pasif, kararsız bir karakter. Lisbeth ise burada ilk filmdekine göre daha 'yumuşak'. İlk filmdeki sertliği bence biraz yumuşatılmış. Bu nokta bence filme ciddi anlamda zarar veriyor. Zira ilk filmin en çekici yanlarından birisi de bu iki zıt karakter arasındaki ilişkiydi bence. Bu anlamda çok daha aklı başında, ne yaptığını daha iyi bilen bir Blomkvist ve daha 'sert', yumuşatılmamış bir Lisbeth öykünün daha iyi çalışmasını sağlıyordu. Burada bunlar biraz kaybolmuş...



Bu olumsuzluğun dışında filmin düşünsel bazda çok fazla eksisi yok. Lisbeth'in yasal vasisi ile arasındaki ilişkinin yumuşatılmadan verilişi gayet güzel. Ayrıca cinayet araştırmasıyla birlikte İsveçli bir burjuva ailenin tarihine yapılan yolculuk ve ortaya çıkan sonuca vasi ile olan ilişki de eklemlendirildiğinde filmin, modern İsveç'e belki dışarıdan yabancı bir gözle bakınca pek görülmese de geçmişten hastalıklı bir biçimde yerleşmiş olan 'kadın düşmanlığı'na vurgunun yumuşatılmadan yapılışı da güzel...

Oscar adaylığıyla dikkat çeken Rooney Mara, karakteri senaryoda ilk filme göre yumuşatılmış olmasına rağmen yine de etkileyici bir performans gösteriyor. Daniel Craig'i tutuk bulduğumu ve karakterin ilk filmin gerisinde kalan halini biraz da onun performansı ile ilişkilendirdiğimi belirtmeliyim. Christopher Plummer ve Stellan Skarsgard gibi iki usta oyuncuyu da başarılı performanslar eşliğinde görmek güzel fakat öykünün sürprizleri düşünüldüğünde Skarsgard'ın beyazperdedeki biraz 'sabıkalı' hali, ilk filmi izlemeyip, romanı da okumamış olanların çok lehine işlemiyor bence. Fincher, karakter isimlerini ve mekanı değiştirmemeyi tercih ederek bence doğruyu yapmış. Haliyle İsveçlilerin İngilizce konuşmaları belki biraz eğreti duruyor olabilir ama Fincher'ın usta ellerinde göze pek takılmayan bir ayrıntı olarak kalıyor bu...



İlk versiyonun üzerine öykü anlamında herhangi bir ilgi çekicilik koymayan bir senaryo eşliğinde neredeyse aynı filmi, hem de 2,5 saati aşan bir süre boyunca tekrar izlemek ne olursa olsun başta göze biraz korkutucu gözüküyor aslında. Ama Fincher gibi bir ustanın farkı burada ortaya çıkıyor işte. Sonuç olarak ilk filmi izlemiş olan birinin bile bir an bile dikkati dağılmadan izleyebileceği ilginçlikte bir film ortaya koymayı başarıyor yönetmen. İsveç'i ve mekanlarını kullanışı da bence ilk filme göre çok daha iyi..

Filmin Notu : 7 / 10

0 yorum:

Yorum Gönder