tag:blogger.com,1999:blog-3503720919782016482024-03-11T01:08:32.109+03:00HSHayatımız SinemaFerithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.comBlogger448125tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-86975125190671733522024-03-10T23:12:00.011+03:002024-03-11T01:07:59.156+03:00Oscars 2024<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfHJ8oXTz90fxCI3gvBrLCPCDt7m-bb_PjbdNZgKcSSyDSAlahivRoylJejil7iJUzhWZjlwNqH6wqFQgXTZthZ-X8eoW9IAQeeX626w90oBmlrpuj8HDSCAPTEhdRi3cGsB7X88jk9U520Ex1CaSwqd0QuyHuQXTk5aNTGGrR5oKvdQl1CH0515ey6Q/s1024/oscars.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="576" data-original-width="1024" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfHJ8oXTz90fxCI3gvBrLCPCDt7m-bb_PjbdNZgKcSSyDSAlahivRoylJejil7iJUzhWZjlwNqH6wqFQgXTZthZ-X8eoW9IAQeeX626w90oBmlrpuj8HDSCAPTEhdRi3cGsB7X88jk9U520Ex1CaSwqd0QuyHuQXTk5aNTGGrR5oKvdQl1CH0515ey6Q/w400-h225/oscars.jpg" width="400" /></a></div><p></p><br /><p><br /></p><p><span> </span>Oscarların verileceği akşamda, öncelikle en iyi film dalındaki filmlerle ilgili kısa görüşlerimi paylaşıp sonrasında kendi beğeni sıralamama göre 10 filmi sıralayacağım. En sonda da 10 ana kategoride ödülü kimin kazanacağını tahmin ettiğimi paylaşacağım. Hazırsanız başlayalım.<span></span></p><a name='more'></a><p></p><p><br /></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvo90q1CukXDqKyGHcBR51k6g3fFK04BPEDjJ8tgFLFmDboXioeoErgwVu6LKVGxRvu1psH36auTLRwNFDpDIIwSoH_aqreubjNpmW5nQRQ3FGkZ0krxgym6vO0aac9T2BU-eWzhVGbJUrtYwkvZZyTPnCHp0P8Uhld5EN_d9Hjaux8j7EkCSMviQ1rg/s300/the%20holdovers.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="300" data-original-width="300" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvo90q1CukXDqKyGHcBR51k6g3fFK04BPEDjJ8tgFLFmDboXioeoErgwVu6LKVGxRvu1psH36auTLRwNFDpDIIwSoH_aqreubjNpmW5nQRQ3FGkZ0krxgym6vO0aac9T2BU-eWzhVGbJUrtYwkvZZyTPnCHp0P8Uhld5EN_d9Hjaux8j7EkCSMviQ1rg/w400-h400/the%20holdovers.jpg" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><b>THE HOLDOVERS :</b> Alexander Payne'in uzun aradan sonra o bildiğimiz en iyi filmlerinin hissiyatını veren filmde, ana karakterlerin tümü derinlikle ele alınmış ve oynanmıştı. Finalde Angus'un karşılaştığı sıkıntılı durum karşısında Paul'ün aldığı tavır, karakterin değişimini yansıtması açısından anlamlıydı. Aslında sadece bu açıdan değil, belki de geçmişte neler yaşamış olabileceği, neden insanlara bu kadar soğuk ve mesafeli hale geldiğini hissettirmesi açısından da anlamlıydı Finaldeki kararında uzun zaman sonra bir kez daha bir insana inanmış ve güvenmiş birinin duruşu vardı. Senaryo, kademe kademe açılarak bizi finalde tam bir bütünlüğe ulaştırıyordu. Bu arada senaryolarını genel olarak kendisi yazan Payne'in bu defa senaryoda imzası olmadığını da belirtelim.</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAnjgjCp2qK243k0ic-WuNxYJHfPEM4FL8Q2wKQGKdB4JvTCr7bANNXS589flgDUvAM4g0VM3c_XVB3LIkFAftiiZcJqL5xrdGRj7ZgnuJxDH-nTPLysHkD2FgIqGOd8DmTmJ5Ew8ILlQFUNDmZ7dDBGgHwq0S0gVt5OaoODjR7xM1am-sxQ9cOab7ZQ/s4096/american%20fiction.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4096" data-original-width="2765" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAnjgjCp2qK243k0ic-WuNxYJHfPEM4FL8Q2wKQGKdB4JvTCr7bANNXS589flgDUvAM4g0VM3c_XVB3LIkFAftiiZcJqL5xrdGRj7ZgnuJxDH-nTPLysHkD2FgIqGOd8DmTmJ5Ew8ILlQFUNDmZ7dDBGgHwq0S0gVt5OaoODjR7xM1am-sxQ9cOab7ZQ/w270-h400/american%20fiction.jpg" width="270" /></a></div><br /><p><br /></p><p><b>AMERICAN FICTION :</b> Cord Jefferson bu ilk filminde ırk ayrımcılığı meselesini incelikle ortaya koyarken farklı sulara açılmayı da ihmal etmemişti. Filmde, kendi "siyah" kitabını yazan yazar Monk, eleştirdiği "ucuz"luğun bir parçası olmaya başlarken bir taraftan da kendi açmazlarıyla mücadele ediyor, ailevi ilişkileri ve aşk hayatını düzeltmeye çalışıyordu. Film, çok umut verici başlasa da ele aldığı meseleleri yeterince iyi geliştirip sonuca bağlayamadığını düşündüğümden kendi adıma o kadar beğenemesem de yine de yılın keyifli seyirliklerinden biri olduğunu düşünüyorum.</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjtZMuRkTOsP1PoIokoeL_Ig5hOzdPZ5KnAF5GnMAGfX7cLwQckQ2YOYqHhbfU0yGTjVTVN3McsUYKKjtYiGKtkmNve9vHATHC8cNjBKo1Wnmi7lWzyC-dsmQsSBqwIAq-ocuIMZb8Q8HEc7YnBAj7yny36hUF-8wYPBs8kmYNIIHfjcBuyfzvqrkKWPw/s1500/The+Zone+of+Interest+7.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1500" data-original-width="1000" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjtZMuRkTOsP1PoIokoeL_Ig5hOzdPZ5KnAF5GnMAGfX7cLwQckQ2YOYqHhbfU0yGTjVTVN3McsUYKKjtYiGKtkmNve9vHATHC8cNjBKo1Wnmi7lWzyC-dsmQsSBqwIAq-ocuIMZb8Q8HEc7YnBAj7yny36hUF-8wYPBs8kmYNIIHfjcBuyfzvqrkKWPw/w266-h400/The+Zone+of+Interest+7.jpeg" width="266" /></a></div><br /><p><b>THE ZONE OF INTEREST :</b> Öncelikle belirtmeliyim ki bu film hakkında uzun yazmak gerekiyor, Kısaca özetlemeye çalışırsak Jonathan Glazer'ın filmi soykırımı, hiç içine girmediğimiz ama yan duvardan sesler ve soykırımın dibinde cenneti yaşayan bir ailenin karakterlerinin davranışları üzerinden anlamamızı sağlamaya çalışıyordu. Yönetmen bence son derece zor bir işin altından başarıyla kalkıyordu. Soluk renkler, tahammül edilmesi zor, rahatsız edici karakterlerle bıçak sırtında bir 100 dakika vaat eden film, kesinlikle izlenmesi gereken işlerdendi. Filmin tek umut ışığı masalsı bir atmosferde tanıdığımız, karanlıklar içinde, gece görüş kamerasıyla takip ettiğimiz kız idi.</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjY2xg02xV2CI-IMmOGMJEof4GodmCOAFcC1A5n_nG5N3m6AI4mET3e3hikzfPsqZRtyG77cIviCsTDcHfPOHYqml28gSvmaEbSQ7HYZHrGFL5WodkcuieFksUYijjIcUTWQS88FcoT-XsUtaY8sJmQIEmGHWwK1v53x6aqUCoskjA9w7yab9Tr2H9eOw/s420/barbie.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="420" data-original-width="310" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjY2xg02xV2CI-IMmOGMJEof4GodmCOAFcC1A5n_nG5N3m6AI4mET3e3hikzfPsqZRtyG77cIviCsTDcHfPOHYqml28gSvmaEbSQ7HYZHrGFL5WodkcuieFksUYijjIcUTWQS88FcoT-XsUtaY8sJmQIEmGHWwK1v53x6aqUCoskjA9w7yab9Tr2H9eOw/w295-h400/barbie.webp" width="295" /></a></div><br /><p><br /></p><p><b>BARBIE :</b> Bir popüler kültür imajına hem kendisini ciddiye almadan alaycı olarak yaklaşan, hem de kısmen derinlikli bir iş olmayı başarmıştı film. Basit bir oyuncak bebek filmi olmanın ötesine geçebilmek için elindeki malzemeyi zorlayarak en iyisini vermeye çalışıyordu. Öyküyğ çok sevemediğim için filmi de çok fazla tutmasam da yine de kendine has görsel dünyası ile film bir şekilde akıp gidiyordu. Bu listede Oppenheimer ile birlikte yılın gişe kurtarıcısı filmi olmayı da başardı film.</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvz-wXVA68oLzZXjyqWXEYBb9yok-rdmzDRo97ixzPVD1BzuCzBZEg6PqiorGsu48E4KccWyoj74bzKmsynRz9ZQUoDxLegnhW7b9okuGR8snH2hvgGDqT1IUAC3ELRO-hUv0cCTdJm44-zETjg7Cu_CUrgQFfy6BkvOSuIXs9snsP4CFs_89Pmyy48w/s384/oppenheimer.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="384" data-original-width="259" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvz-wXVA68oLzZXjyqWXEYBb9yok-rdmzDRo97ixzPVD1BzuCzBZEg6PqiorGsu48E4KccWyoj74bzKmsynRz9ZQUoDxLegnhW7b9okuGR8snH2hvgGDqT1IUAC3ELRO-hUv0cCTdJm44-zETjg7Cu_CUrgQFfy6BkvOSuIXs9snsP4CFs_89Pmyy48w/w270-h400/oppenheimer.jpg" width="270" /></a></div><br /><p><br /></p><p><b>OPPENHEIMER :</b> Nolan, filmini kendi içinde tutarlı ve etkileyici bir şekilde kurmayı başarmıştı. Kapalı sorgulama süreci ya da iç çelişki ve pişmanlık yaşadığı süreçlerin gerçeklere uygunluk seviyesini elbette bilemeyiz ancak Nolan'ın kendi düşüncesi çerçevesinde filmi çok iyi kurduğu açık idi. Filmin üç saati hissettirmeyen çok güçlü bir kurgu ve hikaye anlatım modeli vardı. Süre kullanımı bence iyiydi ancak bu yorucu bir deneyim olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3O3XsLRUI7TmEPS5h7dhfqyQcMjFZmKO4mKhlMFRzMSME1j5_kLPxv31JYhmWk_BbHtnYZiYNvVK3neLD3ZHy2fJUfHbMSAbTDNQYWLnxvgvwA7Be4XcFjWhXMBesdYYtAIQGqaJKzw5T37ecy8is4YgMeZnA-Gjt_Bm1MF0QC7w8jUYRARDbMIiXIA/s2000/poor%20things.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2000" data-original-width="1350" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3O3XsLRUI7TmEPS5h7dhfqyQcMjFZmKO4mKhlMFRzMSME1j5_kLPxv31JYhmWk_BbHtnYZiYNvVK3neLD3ZHy2fJUfHbMSAbTDNQYWLnxvgvwA7Be4XcFjWhXMBesdYYtAIQGqaJKzw5T37ecy8is4YgMeZnA-Gjt_Bm1MF0QC7w8jUYRARDbMIiXIA/w270-h400/poor%20things.jpg" width="270" /></a></div><br /><p><br /></p><p><b>POOR THINGS :</b> Lanthimos'un başkarakteri Bella, hayat tecrübesinden geçerek gelmeyen, birdenbire bir bebeğin beyni ile doğan ve geleneksel/ataerkil düşüncelerin tamamından habersiz bir kadın idi. Bu özelliği ile tek derdi eninde sonunda ona cinsel/duygusal manada sahip olmak ya da onun üzerinde tahakküm kurmak olan tüm erkekleri yerle bir edecek bir güce sahipti ve bunu kullanıyordu. Filmi ve ele aldığı, yukarıda özetlediğim temalarını, feminist alt metinlerini, özenle inşa edilmiş görsel dünyasını, finalde geldiği noktayı ve ilgiye değer oyunculuklarını sevdim.</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEht4x09L_ypNDTfze7OMN39CXK7Q68dxVPFlpMZ8xBXCroRMhJ3IoyDbRl3d2-7VIPCwDMTBga1xmHSxB0CsHJ58QmUila9GIAJSzbdneXTTG3czsbS0-ArcVQbQgyKOV4GPnzii7S8BIWEMfJg4TaTsDOpVMSIVxL3ThX4yFFFBCwfFj1xf8xEhoyh4w/s378/past%20lives.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="378" data-original-width="255" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEht4x09L_ypNDTfze7OMN39CXK7Q68dxVPFlpMZ8xBXCroRMhJ3IoyDbRl3d2-7VIPCwDMTBga1xmHSxB0CsHJ58QmUila9GIAJSzbdneXTTG3czsbS0-ArcVQbQgyKOV4GPnzii7S8BIWEMfJg4TaTsDOpVMSIVxL3ThX4yFFFBCwfFj1xf8xEhoyh4w/w270-h400/past%20lives.png" width="270" /></a></div><br /><p><b>PAST LIVES :</b> Celine Song ilk filminde, uzun yıllara yayılan ve aslında yaşanamadan kalan bir aşkın buruk hikayesini anlatırken, öyküsüne göçmenlik meselesini de yediriyordu. Başkarakterin hiçbir yere ait olamama duygusunu çok iyi yansıtırken özellikle girişte ve sonra finalde tekrar karşımıza çıkan kadın, adam ve kadının şimdiki aşkını aynı masaya oturtuğu bar sahnesi hayli akılda kalıcıydı. Şüphesiz son dönemlerde karşımıza çıkan en güçlü hissiyata sahip, en özel "ilk film"lerden biriydi.</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBvH1iDfO6mC4UOIUVMZoV5cz0nAExFJI02uYxVkUrRCpAJN-d6KEIz0sE8hK2DKPwTiBtgUG0Fgc-B7kdehbioUbiTJlnYCWgflg1fyUkl49fRSH72hTECGNL5UaGhl05YEW6c5ohRTfshyvB7A25CNXBwli_MPZfQvyvq63KQXZANl4VRN0s5h_Siw/s1467/anatomy%20of%20a%20fall.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1467" data-original-width="1000" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBvH1iDfO6mC4UOIUVMZoV5cz0nAExFJI02uYxVkUrRCpAJN-d6KEIz0sE8hK2DKPwTiBtgUG0Fgc-B7kdehbioUbiTJlnYCWgflg1fyUkl49fRSH72hTECGNL5UaGhl05YEW6c5ohRTfshyvB7A25CNXBwli_MPZfQvyvq63KQXZANl4VRN0s5h_Siw/w273-h400/anatomy%20of%20a%20fall.jpg" width="273" /></a></div><br /><p><br /></p><p><b>ANATOMY OF A FALL :</b> Altın Palmiyeli filmde, bir dağ evinde, baba Samuel'in üst kattan yere düşmesi ile başlayan öykü buradan uzun sürecek mahkeme süreçlerine yelken alıyordu. Böylelikle de aslında yavaş yavaş bir evliliğin portresine doğru geçiş yapılıyordu. Yazar Sandra ve görme engelli oğul Daniel'ın dahil olduğu öykü gittikçe öyle derinleşip gelişiyordu ki artık Samuel'in düşüşüyle ilgili filmin ana sorusu ortadan tamamen kaybolup anlamsızlaşıyordu. Muazzam bir yönetmenlik ve oyunculuk başarısı olan film, şüphesiz yılın en iyilerinden biriydi. </p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2Ah7-5Ze-hC7y_l9hQJ61I4nB5LlQFfZXy9R6ovfCY8ELT0RtlLinZeV-XxbFOZeaRr2Q8bQmcTMjeoKHurqUphJlKlhiPzyzk_AP90Nkx-00oMgd20Y01p5SV3x2xJkNJeAhhTFJK92A1mkVrx8LZNaJPHw3ksySyN8MolBcHf2nZx7o99_f0xh1cQ/s1481/maestro.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1481" data-original-width="1000" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2Ah7-5Ze-hC7y_l9hQJ61I4nB5LlQFfZXy9R6ovfCY8ELT0RtlLinZeV-XxbFOZeaRr2Q8bQmcTMjeoKHurqUphJlKlhiPzyzk_AP90Nkx-00oMgd20Y01p5SV3x2xJkNJeAhhTFJK92A1mkVrx8LZNaJPHw3ksySyN8MolBcHf2nZx7o99_f0xh1cQ/w270-h400/maestro.jpg" width="270" /></a></div><br /><p><br /></p><p><br /></p><p><b>MAESTRO :</b> Bradley <span> Cooper'ın hem yönetmen hem oyuncu olarak karşımıza çıktığı film Bernstein'e hayranlık ve saygıyla yaklaşan bir biyografi idi. Kanımca en büyük eksiği filmin bizi sürükleyecek karakterler arası dramatik çatışmalara uzak kalması, ortaya çıkanları ise açıklamasız ve cevapsız bırakmasıydı. Burada şüphesiz suya sabuna çok dokunmayan, aile üyelerini ve yakın çevreleri rahatsız etmeyecek "temiz" bir biyografik film yapma isteğinin ağır bastığını düşünüyorum. Listenin kanımca en hafif filmi olsa da Bradley Cooper'un oyunculuğu ve yönetmenliği iyiydi. </span></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmDBMDwGbn8wOss36kvAYP0XiMRRPOR77QopUsIbYNsoP9BeTEe3HokxnMpG_yOYMMzQXmJ-ivzgOehWeeoC911L2J7kEY2N2phWiK-BrgfewSqM5LEukQDfvpUbLwxr-_BgmonrqIJGzDqS045mLwgJH7bLMhEtLZM4WwZkbZfO6y6FAEsKulGSAzDA/s387/killers%20of%20the%20flower%20moon.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="387" data-original-width="258" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmDBMDwGbn8wOss36kvAYP0XiMRRPOR77QopUsIbYNsoP9BeTEe3HokxnMpG_yOYMMzQXmJ-ivzgOehWeeoC911L2J7kEY2N2phWiK-BrgfewSqM5LEukQDfvpUbLwxr-_BgmonrqIJGzDqS045mLwgJH7bLMhEtLZM4WwZkbZfO6y6FAEsKulGSAzDA/w266-h400/killers%20of%20the%20flower%20moon.jpg" width="266" /></a></div><br /><span><br /></span><p></p><p><b>KILLERS OF THE FLOWER MOON :</b> Scorsese'nin yaklaşık 3.5 saatlik bu devasa filmi hem bir oyunculuk hem de yönetmenlik gösterisi idi. Di Caprio'nun oynadığı Ernest Burkhart, Osage halkından olan karısını ve çocuklarını gerçekten seven bir adam olsa da dayısı William King Hale'in yönlendirmeleri ile giderek yoldan çıkan ve akıl almaz noktalara varan biri olarak karşımıza çıkıyordu. Başlangıçta Oklahoma cinayetlerini ve beyazların Osage halkına yaptıklarını gösteren Scorsese bu ırkçı ve sömürgeci zihniyetin nerelere varabileceğini Hale ve Burkhart üzerinden bize gösteriyordu. Karşımızdaki epik, politik ve yönetmenlik harikası bir filmdi.</p><p><span><br /></span></p><p><span><br /></span></p><p><span><b>EN İYİ FİLM KATEGORİSİNDEKİ FİLMLERİN KİŞİSEL BEĞENİME GÖRE SIRALAMASI :</b></span></p><p><span><b>1.Anatomy Of A Fall</b></span></p><p><span><b>2.Killers Of The Flower Moon</b></span></p><p><span><b>3.The Holdovers</b></span></p><p><span><b>4.The Zone Of Interest</b></span></p><p><span><b>5.Past Lives</b></span></p><p><span><b>6.Poor Things</b></span></p><p><span><b>7.Oppenheimer</b></span></p><p><span><b>8.American Fiction</b></span></p><p><span><b>9.Barbie</b></span></p><p><span><b>10.Maestro</b></span></p><p><span><b><br /></b></span></p><p><span><b><br /></b></span></p><p><span><b>ANA KATEROGİLERDE KİMLER KAZANACAK?</b></span></p><p><span><b>Tahminlerim :</b></span></p><p><span><b><br /></b></span></p><p><span><b>En İyi Film : Oppenheimer</b></span></p><p><span><b>En İyi Yönetmen : Christoper Nolan - Oppenheimer</b></span></p><p><span><b>En İyi Erkek Oyuncu : Cillian Murphy - Oppenheimer</b></span></p><p><span><b>En İyi Kadın Oyuncu : Lily Gladstone - Killers Of The Flower Moon</b></span></p><p><span><b>En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu : Robert Downey Jr. - Oppenheimer</b></span></p><p><span><b>En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu : Da'Vine Joy Randolph - The Holdovers</b></span></p><p><span><b>En İyi Özgün Senaryo - Anatomy Of A Fall</b></span></p><p><span><b>En İyi Uyarlama Senaryo - American Fiction</b></span></p><p><span><b>En İyi Uluslararası Film : The Zone Of Interest</b></span></p><p><span><b>En İyi Animasyon - The Boy And The Heron</b></span></p><p><span><br /></span></p><p><span><br /></span></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-8826656786091278782024-03-10T17:29:00.008+03:002024-03-10T17:39:36.797+03:00The Holdovers : "Yürümeye Devam Etmek"<p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZ-Y7_6yij3osmFeQnmWQ-MxsX-6-cDFRgCul4LcyDxWBV9gjN4_7OfZwKBpM1ZbCtPuaR4kGcjEhxPcNS46PRlVcaziJCxXdqXVj74U957JRCcen8v-mXA3berE3o5dkXvYyOxcmSZPSDDkQE5pTcpzpy2grsfe_r6zSsbB0qQ05hy016KuYOfHGGkQ/s2250/Brody-Holdovers-R1697826405.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1500" data-original-width="2250" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZ-Y7_6yij3osmFeQnmWQ-MxsX-6-cDFRgCul4LcyDxWBV9gjN4_7OfZwKBpM1ZbCtPuaR4kGcjEhxPcNS46PRlVcaziJCxXdqXVj74U957JRCcen8v-mXA3berE3o5dkXvYyOxcmSZPSDDkQE5pTcpzpy2grsfe_r6zSsbB0qQ05hy016KuYOfHGGkQ/w400-h266/Brody-Holdovers-R1697826405.webp" width="400" /></a></p><br /><p><br /></p><p>Oscar adaylıkları ile çok konuşulan Alexander Payne imzası taşıyan The Holdovers / Geride Kalanlar, ödül haftasında ülkemizde de vizyona girdi. Filmin hikayesi, noel tatilinde gidecek yerleri olmadığı için okulda kalan öğrenci Angus, öğretmeni Paul ve baş aşçı Mary'nin arasında yaşananlara odaklanıyor.</p><span><a name='more'></a></span><p><br /></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Alexander Payne, özellikle ilk iki filmi Citizen Ruth ve Election sonrasında About Schmidt ile başlayan süreçten itibaren ilgiyle takip ettiğim bir yönetmen. Minimalist anlatımı, hayatın içinden karakterleri, hiç kaybetmediği mizah anlayışı ile günümüz Amerikan sinemasının 2000'lerden itibaren en ilgi çeken isimlerinden biri oldu. Payne'i, her zaman toplumun genel çoğunluğundan dışarıda kalan, yaralı, bir şekilde hayata tutunacak yolu bulan karakterlerin aynı anda hem hüzünlü hem komik öykülerini başarıyla perdeye yansıtmakta çok başarılı olması ile tanıyoruz. Son yıllarda filmlerinin arası gitgide açılmaya başlayan yönetmen en son 2017'de kendi tarzının biraz dışında, daha standart komedi anlayışına yakın düşen Downsizing ile karşımıza gelmişti. O filmi de bir kenara koyarsak bir önceki filmi Nebraska'dan tam 10 yıl sonra ilk kez bildiğimiz ve artık özlediğimiz Payne damgasını vurduğu filmlerden biriyle karşımıza geliyor.</span></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Filmin hemen başında, başkarakter Paul Hunham ile tanışıyoruz. Biraz mesafeli, kibirli, iğneli sözleri seven biri olarak karşımıza geliyor. Okuldaki diğer öğretmenler ve öğrencilere biraz mesafeli, bir parça soğuk biri olduğunu hemen seziyoruz. Noel tatili öncesi sınav notlarını açıklıyor ve çoğu öğrenciye kırık not verdiğini görüyoruz. Tatil sonrasına telafi sınavı koyarak öğrencileri biraz kızdırıyor ancak öğrenciler çaresizce durumu kabul ediyorlar. Noel tatilinde Paul gidecek yeri ve yapacak çok şeyi de olmadığından okulda kalacak öğrencilerin başında nöbetçi kalma görevini kabulleniyor. Sonrasında okulda kalacak tek öğrencinin Angus olduğu anlaşılıyor. Onlara oğlunu yakın zaman önce Vietnam'da kaybeden baş aşçı Mary de eşlik ediyor. Film de bu iki haftalık süreçte yaşananları ele alıyor. Payne, elini hiç aceleci alıştırmadan yavaş yavaş olay örgüsünü kuruyor. Karakterlerin geçmiş "yaralarını" öğrenmemiz,onları tanıyıp daha iyi anlamamız kısmını filmin ilerleyen bölümlerine bırakıyor. Bu sayede filmin duygusallığını, hüznünü de son bölüme bırakıyor ve filmin mizahi tonunu da ön plana çıkarabilme fırsatı buluyor. Senaryo açıldıkça karakterlerle ilgili kafamızda eksik kalan noktalar ortaya çıkıyor. Annesi ile babası boşanmış olan Angus filmin anahtar karakteri diyebiliriz. Yeni erkek arkadaşı ile kendisine bir hayat kurma peşindeki annesi, buna bir nevi engel olarak gördüğü Angus'u yatılı okula göndererek "ayak altında" olmasından kendisini kurtarmış durumda. Okulda sorun veya başarısızlık yaşaması durumunda kaçışının daha zor olacağı askeri okulda kendisini bulacağını biliyor Angus. Bunun için notlarını yüksek tutma ve okulda başarılı olma derdinde. Ancak annesinin noel tatilinde dahi kendisini görmek istememeyi tercih etmesi Angus'u oldukça yaralıyor. Başkarakterimiz öğretmen Paul'ün ise soğuk ve mesafeli tavrının altında geçmişten neleri taşıdığını ise Angus'unküler kadar net öğrenemiyoruz. Ancak belli konuşmaları ve imalar üzerinden onunla ilgili fikir yürütebiliyoruz. Angus, onun kadınlarla ilişkisindeki sorunu hemen anlıyor ve kadınlardan neden korktuğunu soruyor. Sonrasında onları bir Noel kutlamasına davet eden Bayan Crane ile kurmaya çalıştığı ilişki ve sonrasında yaşadığı hayal kırıklığı üzerinden kadınlara karşı olan özgüven eksikliğini sezebiliyoruz. Paul, bir şekilde yaşadığı hayal kırıklıkları ile kendisini kenara çekmiş ve hayatın dışında kalmış biri. Baş aşçı Mary ise Vietnam'da kaybolan ve haber alamadığı oğlundan ötürü acı çeken bir kadın. Aynı zamanda eşini de çok genç iken kaybetmiş. Hamile olan kızının heyecanı ile hayata tutunmaya çalışıyor. O da noel günü üç kişilik masada Angus ve Paul'ün ortağı oluyor.</span></p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDsb18dF8zRo_4C3BP_-KmhT-97PK6pUXZ09UpzZshBAeHnb3jhWfVcn0s6oCs-NCNX7qarhja13IZxct76SEEJ5myJY1YJ-H45I_PuRZXbsfVEXLXh42hQJ-LctHZGlRMieqg_4PVmJYJUlpUTUMHsKKRHme2SGErhjfupQa_fN-M59ql4a6sWDxpBw/s1798/approved_images_-_giamatti_&_sessa.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1080" data-original-width="1798" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDsb18dF8zRo_4C3BP_-KmhT-97PK6pUXZ09UpzZshBAeHnb3jhWfVcn0s6oCs-NCNX7qarhja13IZxct76SEEJ5myJY1YJ-H45I_PuRZXbsfVEXLXh42hQJ-LctHZGlRMieqg_4PVmJYJUlpUTUMHsKKRHme2SGErhjfupQa_fN-M59ql4a6sWDxpBw/w400-h240/approved_images_-_giamatti_&_sessa.jpg" width="400" /></a></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>İki haftalık sürecin sonunda Angus'u daha iyi tanıyan Paul'ün finalde Angus'un karşılaştığı sıkıntılı durum karşısında aldığı tavır, karakterin değişimini yansıtması açısından anlamlı. Aslında sadece bu açıdan değil, belki de geçmişte neler yaşamış olabileceği, neden insanlara bu kadar soğuk ve mesafeli hale geldiğini hissettirmesi açısından da anlamlı. Finaldeki kararında uzun zaman sonra bir kez daha bir insana inanmış ve güvenmiş birinin duruşu var. Senaryo, kademe kademe açılarak bizi finalde tam bir bütünlüğe ulaştırıyor. Bu arada senaryolarını genel olarak kendisi yazan Payne'in bu defa senaryoda imzası olmadığını da belirtelim.</span></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Toplam olarak bakıldığında The Holdovers, çok hüzünlü bir hikayeyi, kendisini çok ciddiye almadan, ağır ve mizahi yönü güçlü bir şekilde anlatarak akan, hüznü son kısımlara bırakan. özlediğimiz Payne hissiyatını yaşatan bir film. Sezonun önemli filmlerinden biri olduğu tartışılmaz. Yönetmenin takipçileri başta olmak üzere orijinal, kendine özgü anlatım modeli olan filmleri seven herkese sinema salonlarında görmelerini öneririm. Bu arada Paul Giamatti, Dominic Sessa ve Da'Vine Joy Randolph'ün de çok iyi oyunculuklar sergilediklerini eklemeden geçmeyelim.</span></p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım : 8 / 10</b></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-55722555897570431832024-03-05T01:23:00.005+03:002024-03-05T08:58:54.142+03:00Poor Things : "Esaret mi Özgürlük mü?"<p><br /></p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLTt70urmHVIEL8tBhGZVI6IKfjPZZZmpJvAgq55ezroNDHqwnnMbrADyPd11hShQuX5DEe-l-GNXxZpCSK_Az47iIC3p_wF4uAlV4pbwDmaAG7EjBIXT2htLemrEL3duxPHTNLUMDU6UWjnRdR70fCiOZLHd0chuurUyNEvofPaV1g7fXBkCsPBw7kw/s300/5413.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="180" data-original-width="300" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLTt70urmHVIEL8tBhGZVI6IKfjPZZZmpJvAgq55ezroNDHqwnnMbrADyPd11hShQuX5DEe-l-GNXxZpCSK_Az47iIC3p_wF4uAlV4pbwDmaAG7EjBIXT2htLemrEL3duxPHTNLUMDU6UWjnRdR70fCiOZLHd0chuurUyNEvofPaV1g7fXBkCsPBw7kw/w400-h240/5413.webp" width="400" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><p><br /></p><p> <span> </span>Aldığı 11 Oscar adaylığı ile dikkat çeken Poor Things / Zavallılar, Londra'da geçen siyah-beyaz ilk bölümlerinde bizi aslında pek açıklama yapmadan öykünün ortasına atıveriyor. İlk sahnede intihar eden bir kadın görüyoruz. Hemen peşinden ise bir tür android gibi hareket eden Bella ve onun "yaratıcısı" diyebileceğimiz Doktor Baxter ile tanışıyoruz. Bir süre sonra doktorun çağının çok ilerisinde, tuhaf ameliyatlar yaptığını anlıyoruz. Bunlardan birini üzerinde denediği Bella ile aralarında bir çeşit tanrı-kul ilişkisi olması dikkatimizi çekiyor.</p><p><br /></p><span><a name='more'></a></span><p><br /></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Birbirinden orjinal hikayeleri ile tanıdığımız Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos, bu kez The Favourite'da olduğu gibi görece daha normal bir öykü ile karşımıza geliyor. Aynı zamanda yine orada olduğu gibi bir çeşit dönem filmi ile hem de. Bu kez fark yaratan tarafı, filmin görselliğinde. Daha önce de zaman zaman kullandığı geniş açıları bu kez özellikle Londra'da geçen bu siyah-beyaz ilk bölümlerde adeta öykünün kalbine yerleştiriyor. Öyle ki zaman zaman filmin seyrini zorlaştıracak düzeyde bir görsel etki yarattığını söyleyebilirim bu tercihin. İlerleyen bölümlerde etkisi azalsa da filmin bütününde bu tercih devam ediyor diyebiliriz. Poor Things, resimsel yönü çok güçlü bir film. Çoğu sahnenin bir tablo estetiğinde ve görsel detaylar üzerinde çok fazla tasarlanarak yaratıldığı belli. Bu anlamda Lanthimos'un önceki filmlerine göre kısmen farklı bir şey denediğini söyleyebiliriz.</span></p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4QWpUWzZKlqmV5Sv5CPkBUQzGdDmhuCD5oDkto-5QS6NMZNgRyhpLq0wdbp7w9IgdXCsTWA6_eTlS-1O1gUV9-0ReI0yG79OYQp4GNrfYLjGgyflfvyaGtzIgY5xMjCcnpeU2I8FVb5NBD4EiALq9Jn3UUMuqDZjPjjbA6dhAujcXWTL8LJtc3aDoAw/s750/Poor-Things-Emma-Stone-750x400.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="750" height="214" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4QWpUWzZKlqmV5Sv5CPkBUQzGdDmhuCD5oDkto-5QS6NMZNgRyhpLq0wdbp7w9IgdXCsTWA6_eTlS-1O1gUV9-0ReI0yG79OYQp4GNrfYLjGgyflfvyaGtzIgY5xMjCcnpeU2I8FVb5NBD4EiALq9Jn3UUMuqDZjPjjbA6dhAujcXWTL8LJtc3aDoAw/w400-h214/Poor-Things-Emma-Stone-750x400.jpg" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Tekrar hikayeye dönecek olursak, Bella'nın bir çeşit "hapis hayatı" geçirdiği ilk bölümler Avukat Duncan Wedderburn'ün gelmesiyle birden değişiyor. Bella'yı sürekli kontrol etme arzusundaki Godwin Baxter, onun öğrencisi MacCandles ile evlenmesine sıcak baksa da Bella, Wedderburn ile dış dünyaya açılmayı tercih ediyor. Özgürlüğüne kavuşması ile birlikte herşeyi deneyimleyerek öğreneceği bir çeşit hayat yolculuğuna çıkıyor. Cinsel hazzı Wedderburn ile keşfederken, gemide tanıştığı Marta ve Henry aracılığı ile okumayı ve derin düşünmeyi öğreniyor. Daha sonra yolu fahişelikten bile geçerken, intihar etmeden önceki kocasına kadar ucu uzanan bir maceraya atılıyor. Bella'nın bu maceradaki tek derdi hayatı, yaşamayı ve eğlenmeyi keşfetmek. Onun için önemli olan kişiler değil, hayat tecrübesinin kendisi. Bu bağlamda çapkın Wedderburn'ün ona duygusal manada hiçbir zaman sahip olamayacağını anladığında yaşamaya başladığı çöküş anlamlı. Zira Bella, hayat tecrübesinden geçerek gelmeyen, birdenbire bir bebeğin beyni ile doğan bir kadın ve geleneksel/ataerkil düşüncelerin tamamından habersiz. Bu özelliği ile tek derdi eninde sonunda ona cinsel/duygusal manada sahip olmak ya da onun üzerinde tahakküm kurmak olan tüm erkekleri yerle bir edecek bir güce sahip. Finale yakın eski eşi ile yaşananlar bu anlamda önemli. Anlıyoruz ki Bella kadının erkek karşısındaki "esaret"ini yaşamamak için hayatı dahil herşeyi riske etmeye hazır biri.</span></p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p><span style="white-space: normal;"><span> </span>Lanthimos'u bu filme çeken şeyin tam da bu son sözünü ettiğim bölümler olduğunu düşünüyorum. Bir noktadan sonra, yönetmenin, çocuklarını dış dünyadan tamamen izole bir şekilde kendi tuhaf yöntemleriyle yetiştiren bir babanın hikayesini anlattığı Dogtooth / Köpek Dişi ile Poor Things'in uzaktan akraba olduklarını düşündüm. Poor Things görsel açılardan çok farklı ve stilize bir film olsa da özgürlüğe kaçış kısmı ve hazır toplumsal değerlerin içine doğmamış başkarakterleri açısından iki filmin benzer temalara uzandığını düşünüyorum. Tabii Poor Things, Dogtooth'da esaret altında kalınıp o en sonda yaşanan kaçışı, en başta başkarakterine yaşatıp "kaçış sonrasını" öykünün merkezine koymasıyla Dogtooth'dan ayrılıyor diyebiliriz.</span></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Poor Things'i yaklaşık 2 saat 20 dakika boyunca ilgiyle takip ettiğimi söylemeliyim. Filmi ve ele aldığı, yukarıda özetlediğim temalarını, feminist alt metinlerini, özenle inşa edilmiş görsel dünyasını, finalde geldiği noktayı ve ilgiye değer oyunculuklarını sevdim. Eksiklik olarak belki hikaye akışında bazen tekrarlarda fazla boğulmasını ve özellikle ilk bölümlerdeki abartılı görsel tercihleri sayabilirim ama bunlar filme olan ilgimi kaybetmeme yol açmadı. Yönetmenin takipçileri dışında orijinal hikayeleri seven herkese önerebilirim.</span></p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım: 7,5 / 10</b></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-4275268670953947592024-02-28T00:51:00.003+03:002024-02-29T09:15:47.348+03:00Roter Himmel : "Ruhu Saran Alevler"<p> <span> </span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiw_cBTathLPYX1vTXQ1pY0iVbNmZc54Ce3yaWs4fMKXJn-QLcDzIvWuplPwB6MXHqJt3x1iDe7CSGk7JnvEMrukBgfLwJvigleJj1iGHRxkSmcL4_qoj8wopuDPmkj0cw1Bke6duqwqkGcLZ-Yo9588C17j4g_9mYprlA50_aRjBTU5nOjj7KRTR2XZw/s3543/roter-himmel02-christian-schulz-schramm-film.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2362" data-original-width="3543" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiw_cBTathLPYX1vTXQ1pY0iVbNmZc54Ce3yaWs4fMKXJn-QLcDzIvWuplPwB6MXHqJt3x1iDe7CSGk7JnvEMrukBgfLwJvigleJj1iGHRxkSmcL4_qoj8wopuDPmkj0cw1Bke6duqwqkGcLZ-Yo9588C17j4g_9mYprlA50_aRjBTU5nOjj7KRTR2XZw/w400-h266/roter-himmel02-christian-schulz-schramm-film.jpg" width="400" /></a></div><br /></div><br /><p><br /></p><p><span> <span> </span></span>Geçen yılın önemli filmlerinden Christian Petzold imzalı Roter Himmel / Kızıl Gökyüzü, aynı zamanda yönetmenin doğal elementleri ele aldığı üçlemenin ikinci halkasını oluşturuyor. Deniz kıyısında küçük bir tatil evi filmimizin ana mekanı. Ana karakter Leon ve arkadaşı Felix ile filmin hemen başındaki otomobil yolculuğunda tanışıyor ve birlikte sözünü ettiğimiz eve ulaşıyoruz.<span></span></p><a name='more'></a><p></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Petzold, hemen başlardan Leon'un huysuz, tedirgin hallerini bize gösteriyor. Ama karakterlerini tam anlamıyla tanıtmak ve öykü düzlemini kurmakta işi son derece ağırdan alıyor. Bir roman gibi yavaş yavaş açılan bir şekilde dünyasını kuruyor. Başlarda Leon'un başkarakter olduğu bir filmi izlemenin çok sıkıcı olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü Felix ya da öyküye zamanla dahil olan Nadja başta olmak üzere diğer tüm karakterler Leon'dan çok daha fazla eğlence vaat ediyorlar. Ancak zamanla Petzold'un asıl derdinin tam da bu nokta üzerine olduğunu anlıyoruz. Romanı Club Sandwich'i yayınevine göndermiş ve haber beklemekte olan bir yazar Leon. İnsanlarla kolay diyalog kuramayan biri olmasının dışında etrafındaki insanların kolay diyalog kurabilmeleri ve hatta mutlu görünmelerinin de onu apaçık şekilde rahatsız ettiğini görüyoruz. Leon'un kimi çocukluk travmalarını aşmayı başaramamış, eksikliklerini kibirli ve huysuz tavrıyla saklamaya çalışarak karizmatik görünme çabasında biri olduğunu seziyoruz. Bu noktada Nadja ile tanışması ve zaman geçirdiği bölümler filmin en ilgi çekici yanlarını oluşturuyor. Nadja ile tanışmasının hemen sonrasından itibaren Leon'un ondan hoşlandığını seziyoruz ancak bunu da açıkça gösterebilecek bir duruşu yok. Nadja ise onun çocuksu tarafını hemen anlıyor ve ona buna uygun yaklaşıyor. Kitabın taslağını okuttuğu Nadja'nın kitabı beğenmediğini söylemesinden sonra ona hakarete varacak ifadelerle kendini beğenmiş bir yaklaşım gösterdiğinde, o ana kadar karakteri tanımış biri olarak, aslında Nadja'nın onun için çok önemli bir olduğunu iyice anlıyoruz. Tabii bu tartışma aralarını açıyor ve işlerin beklediğimiz yakınlık noktasına gitmesini geciktiriyor. Tam tüm duygularını ifade ettiği sırada yavaş yavaş yaklaşmakta olduğunu sezdiğimiz trajedi ortaya çıkıyor.</span></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Petzold, Huysuz, kasıntı ve herşeyi fazla ciddiye alan Leon'un hayatta neyin önemli olacağının, yani duyguların, sevginin, eğlenceli vakit geçirebilmenin, içgüdülerimizin peşinden gitmenin önemini anlaması için bir metafor olarak ormandan yaklaşmakta olan "yangın"ı kullanıyor. Yangın aslında Leon'un içinde belki de. Ruhunu alevler sarmak üzere ama hiçbir şeyin farkında değil genç adam. Biraz olsun anlamaya başlayabilmesi için gerçek bir "yangın"a ihtiyacı var. Film boyu peşine düştüğümüz çok da sevimli olmayan bu genç adamı ağır ama emin adımlarla tam olarak tanıdığımızda tüm bunları da içimizde anlamlandırmak daha kolay oluyor.</span></p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVCH1aYtaoBpWYwfRrkT2mN0SdxESGFuJWyfCnmCAC-3h_mEQFOAyZDGi25e0dH-EfDDr48CliMTp9ax3E3hbrS5F7pcWr5sIpkPGZTIf1gZnsGKu20iqEaeajA05SabDwJ1rt-ydUlspU77_pbsVV0_1SLZ00JjPNoqUyzVFJavGS9WINe0kmA9PcFw/s275/himmel1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="183" data-original-width="275" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVCH1aYtaoBpWYwfRrkT2mN0SdxESGFuJWyfCnmCAC-3h_mEQFOAyZDGi25e0dH-EfDDr48CliMTp9ax3E3hbrS5F7pcWr5sIpkPGZTIf1gZnsGKu20iqEaeajA05SabDwJ1rt-ydUlspU77_pbsVV0_1SLZ00JjPNoqUyzVFJavGS9WINe0kmA9PcFw/w400-h266/himmel1.jpg" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Kızıl Gökyüzü, aslında öykü düzlemi olarak Petzold'un diğer filmlerine de pek benzemeyen bir iş. Petzold'un kişisel hikayeler anlatmalarının yanı sıra politik/tarihi alt düzleme de oturan filmlerinin yanında Kızıl Gökyüzü'nün çok daha kişisel ve küçük bir öykü olduğu söylenebilir. Ancak ağır ağır öylesine güçleniyor ki film, etkisinin uzun süre geçmediğini söylemek mümkün. Sıradışı bir karakterin, sevgi karşısında yavaş yavaş yumuşaması gibi bir klişe şablona filmi asla indirgemiyor Petzold. Baştan sona Leon'da çok büyük değişimler olmuyor. Hatta onun tam manasıyla hiçbir zaman iyileşemeyecek bir karakter olduğunun da kısmen farkındayız ama onun herşeye biraz olsun farklı bakabilmesinin mümkün olabileceğini,sadece aşk değil yaşanan trajik olaylar neticesinde de anlıyoruz.</span></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Leon'u oynayan genç oyuncu Thomas Schubert, karakterin iç dünyasını çok derinden kavradığını gösteren bir oyunculuk gösteriyor. Bence çok başarılı. Bunun dışında Nadja'da Paula Beer da iyi. Christian Petzold'un gittikçe ismini günümüzün en önemli Avrupalı auterları arasına yazdırdığını düşünüyorum. Her filminde belli bir düzlemi korumakla birlikte yeni şeyler denemekten de çekinmiyor. Bize de kendisini ilgiyle izlemeye devam etmek düşüyor. Roter Himmel / Kızıl Gökyüzü ise bence 2023'ün en iyilerinden biri.</span></p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım : 7,5/10</b></p><p><br /></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-51690603495225051162024-01-05T02:06:00.000+03:002024-01-05T02:06:35.031+03:00Anatomy Of A Fall : "Bir Evliliğin Portresi"<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqw-NMAHRBMEVz_KHZAodHcOJvIGdN8d2BkXHDHbznHHAJ2_N4jtsBq3_Zn3nD0HTmyMe1SuCqhiXuXZAn-BuqQ99Ry04oOzCssmqUB812pj_y_oFKuJY16nEKmdBc2VMKeP4_YBD1v0WLAQBIe7VL8ijWvzVgY9v6HHS6UBIbssdn-4yFgXNTIjWb1w/s4513/anatomy-of-a-fall-cannes_custom-677310d4f9219b221154d99206c40220c5d6759a.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2535" data-original-width="4513" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqw-NMAHRBMEVz_KHZAodHcOJvIGdN8d2BkXHDHbznHHAJ2_N4jtsBq3_Zn3nD0HTmyMe1SuCqhiXuXZAn-BuqQ99Ry04oOzCssmqUB812pj_y_oFKuJY16nEKmdBc2VMKeP4_YBD1v0WLAQBIe7VL8ijWvzVgY9v6HHS6UBIbssdn-4yFgXNTIjWb1w/w400-h225/anatomy-of-a-fall-cannes_custom-677310d4f9219b221154d99206c40220c5d6759a.jpg" width="400" /></a></div><br /><p><br /></p><p><br /></p><p><span> </span>Geride kalan yılın çok konuşulan filmlerinden Anatomy Of A Fall, cevaplardan çok soruların, çözümlerden çok gidiş yollarının önemli olduğu muammaların ortasında bizi bırakan filmlerden. Altın Palmiye'yi de kazanan film, bugüne kadarki filmleri çok da fazla ilgi çekmeyen Justine Triet'in dördüncü uzun metrajı.<span></span></p><a name='more'></a><p></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Film, bizi üç kişilik bir aile ile tanıştırıyor. Alman yazar Sandra, Fransız Alplerinde birlikte yaşadığı kocası Samuel ve görme engelli oğulları Daniel'den oluşan ailenin hikayesinde kendimizi bir anda Sandra ile röportaj yapmaya gelmiş Zoe adlı bir kadının konuşmasının ortasında buluyoruz. Bu sırada üst kattan Samuel'den yüksek sesli müzik duyulmaya başlıyor. Bir noktadan sonra röportajı imkansız hale getirecek kadar yüksek ses çıkmaya başlayınca Zoe ayrılmak istiyor ve Sandra da önce kalmasına ikna etmeye çalışsa da sonrasında röportajı yapan Zoe'yi uğurluyor. Bir müddet daha geçtikten sonra ise oğulları Daniel eve dönerken babasını yerde kanlar içinde buluyor. Bu noktadan sonra ise film bir taraftan yavaş yavaş bir mahkeme filmine dönüşürken bir taraftan da gerilimin dozunun hiç düşmediği psikolojik bir aile içi filmi izliyoruz. Soruşturma ve mahkeme süreçlerinde aile içi hayatlarına dair sırlar yavaş yavaş açığa çıkmaya başladıkça film evlilik, ilişkiler ve aile hayatı üzerine derinlikli bir dramaya dönüşmeye başlıyor. Senaryoyu eşiyle birlikte yazan Triet, hem öykü ve senaryo hem de yönetmenlik anlamında hiç teklemeyen bir filme imza atıyor. Yaklaşık 2,5 saatlik süre boyunca bir an bile sıkılmadan filme kilitlenip gittiğimi söyleyebilirim. </span></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Öyküyü belli bir noktadan sonra Daniel'ın gözünden görmeye başlıyoruz denilebilir. Kimi sırları onunla birlikte biz de mahkeme sürecinde öğreniyor, olayların aslının ne olduğunu çözmeyi onunla birlikte deniyoruz.Özellikle finale doğru, mahkeme tarafından görevlendirilen gözetmeniyle yaşadığı diyaog önemli. Gözetmen kendisine "iki ihtimal arasında kaldığında ve emin olamadığında gerçekliğin bütününü değil , sadece bir parçasını görmeli ve bir karar vermelisin" minvalinde birşeyler söylüyor ve Daniel bunun üzerine köpeği üzerinde yaptığı deney sonrasında kendisini bir ihtimale inandırıyor ve onu savunuyor. Son noktada mahkemeden çıkan karar da Daniel'ın vardığı ile aynı oluyor. Bu noktada Daniel, seyirci ve jürinin birlikte hareket ettiğini söyleyebiliriz. Tabii burada seyirci olarak Daniel'dan farklı bir karara varmamız da mümkün. Zira Triet ve eşinin senaryosu olanı biteni detaylarıyla ortaya koyuyor. Hem psikolojik derinliklere iniyor hem de yaşanan ölümü fiziksel kanıtlarıyla ortaya döküyor ve ne olmuş olabileceğini bizim çözümlememize bırakıyor. </span></p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1wWui867W5KzEo-yxWKlvjyQeB9EosG8_jC3M546Spb3gzI4mKenWGO5sIFhlOL6bdbSAw4CTK0X-hCv5vIyeRtHWSpJraH1e_1ciyzwIGQyRNgQFHx14cU9EBB0LG04HKjn4PWdWdr-Ix57ofDI8wT3q1kBLFGhzoVp_JKO3x82iDrM4qgWFx4PCkg/s599/aaaa.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="324" data-original-width="599" height="216" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1wWui867W5KzEo-yxWKlvjyQeB9EosG8_jC3M546Spb3gzI4mKenWGO5sIFhlOL6bdbSAw4CTK0X-hCv5vIyeRtHWSpJraH1e_1ciyzwIGQyRNgQFHx14cU9EBB0LG04HKjn4PWdWdr-Ix57ofDI8wT3q1kBLFGhzoVp_JKO3x82iDrM4qgWFx4PCkg/w400-h216/aaaa.jpg" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Bir kadın yönetmen olma avantajı ile Triet belki erkek yönetmenlerin giremeyeceği riskli sulara girmekten de geri kalmayarak tarafsız bir bakış açısıyla kadını da eksik ve antipatik yönleriyle önümüze getiriyor. Biseksüel Sandra'nın eşini hem de defalarca kadın ve erkeklerle aldattığını öğrendiğimizde, eşinin öldüğü güne geri gidiyor ve Zoe ile aralarındaki konuşmadaki flörtöz havayı ve tam o sırada yükselmeye başlayan ve röportajı kesmeye çalışan sesleri daha iyi anlamlandırıyoruz. Filmde bunun gibi açığa çıkan gerçekler üzerinden geriye dönüp bakmamızı sağlayan detaylar o kadar fazla ki bunların filme farklı bir lezzet kattığını söylemek mümkün. Daniel'ın görme yetisini kaybetmesine yol açan kaza ve özellikle Samuel'in burada kendisini sorumlu tutmasının ikilinin ilişkisini ne kadar derinden sarstığını da ayrıca hissedebiliyoruz. Adeta o olayla birlikte bitmiş bir evlilik önümüzdeki. Sonrası uzatmalar başlamış. Sandra istediği gibi, keyfine göre yaşamaya başlarken, yaşadıkları maddi sorunlar, Samuel'in bir yazar olarak Sandra kadar başarılı olamaması, bunun getirdiği hem maddi hem manevi eziklik, Londra'dan Grenoble'a taşınmak zorunda kalmalarının ardındaki temel sebeplerin daha çok Daniel'ın başarısızlıkları ile ilgili olması gibi etkenler birer birer önümüze sunulurken senaryo açıldıkça günümüz evlilikleri ve ilişkileri üzerine detaylı bir portreye dönüşüyor film.</span></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Oyunculuk anlamında Sandra gibi zor bir karakterde Sandra Hüller kendi yorumunu katarak filmi sırtlayan bir performansa imza atıyor. Daniel karakterinde çocuk oyuncu Milo Machado Graner'in de şaşırtıcı bir performansa imza attığını söyleyebiliriz. Finalde yukarıda bahsettiğim şekilde bir karara varan Daniel'ın kararında şüphesiz annesine duyduğu ihtiyaç duygusu fazlasıyla ağır basıyor. Mahkeme kararı açıklandığında yüzünde oluşan sevinç ifadesini unutmak mümkün değil. Anatomy of a Fall olayları ve tüm aile içi dinamikleri bize sunmasına karşın gerçekte ne olduğu ile ilgili iki ihtimalden herhangi birine daha fazla kaymayan garip bir denge yaratıyor. Bunun mainstream filmlerin diline alışmış izleyiciyi hiç memnun etmeyecek ve zorlayacak bir tercih olduğunu söylemek gerek. Zira 2,5 saat boyunca bir olayın hem de ağır ağır ilerleyen bir tempoda açılımını izliyoruz ancak çözülme noktasında film gerçekte ne olduğu konusunda açık olmada veya net ipuçları sunmada son derece ketum bir yapı kuruyor. Kendi adıma filmin asıl amacının günümüz evlilikleri ve ilişkilerini ortaya dökmek, onun içerinde aşkı, sevgiyi yavaş yavaş öldüren rekabet, ihanet gibi hisler üzerine detaylı bir çözümleme yapmak olduğunu düşündüğümden ve senaryonun asıl odağını buraya kaydırabilmek için gerçekte ne olduğu ile ilgili kesin noktalara kasıtlı olarak varılmadığını düşündüğümden belirttiğim bu tercihlerden kendi adıma rahatsız olmadım. Ancak tüm bunların yanında filmin çözüme yanaşmasa da Hitchcockvari bir psikolojik gerilim yaratmada ve sona kadar seyircinin bu manada ilgisini uyanık tutmada çok başarılı olduğunu da söylemek gerek. Anatomy Of A Fall her manada 2023'ün en iyilerinden biri olarak anılmayı hak ediyor.</span></p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım : 8/10</b></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-66327863043862457312023-12-20T00:04:00.002+03:002023-12-28T00:01:26.603+03:00Hayat : "Hayata Tutunmak"<p><span> </span> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgoyPxRqC2s48M91oIhJlNJXpTRev1vBEbHSOPdW5ecoLU4v8QYtR1tzxvO8qXhpddcciVs_PxmP72oBOf-zwQVBZY-KHhftP2EbohWtEtXkIMeI9FGXTPx6Tt3bMQ48G7MtvDAk411oefxGZrmxXyHxH0e-h4yOTq9RLlzBD6suIr-BLxPI9dq4yQxIg/s1200/hayat.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="840" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgoyPxRqC2s48M91oIhJlNJXpTRev1vBEbHSOPdW5ecoLU4v8QYtR1tzxvO8qXhpddcciVs_PxmP72oBOf-zwQVBZY-KHhftP2EbohWtEtXkIMeI9FGXTPx6Tt3bMQ48G7MtvDAk411oefxGZrmxXyHxH0e-h4yOTq9RLlzBD6suIr-BLxPI9dq4yQxIg/w280-h400/hayat.webp" width="280" /></a></div><br /><p></p><p><br /></p><p><br /></p><p>***SPOILER****</p><p><b>Not: Yazı filmin bazı sürpriz gelişmelerini ele verebileceğinden izlemeden okumamanız tavsiye olunur...</b></p><p><br /></p><p>Zeki Demirkubuz'un yeni filmi Hayat, "bu film neyi anlatıyor" diye sorulduğunda birkaç cümleyle cevap vermenin zor olduğu türde filmlerden biri. Tıpkı ismi gibi, hayatın içindeki hemen herşey var belki de filmde: Aşk, acı, ölüm, cinayet, intihar, gözyaşı, mutluluk...<span></span></p><a name='more'></a><p></p><p><span> Hikaye Rıza'nın cephesinden açılıyor. Rıza'nın babasının kendilerini terkettiğini, bunun üzerine annesinin de kendisini asarak intihar ettiğini ve dedesi ile büyüdüğünü ilerleyen bölümlerde öğreniyoruz. Evlerinde dedesi ile bir başlarına yaşayıp gidiyorlar. Dedesinin işlettiği fırında Rıza, amcası ile birlikte çalışıyorlar. Çok geçmeden Rıza'nın bir kızla yakın zaman önce nişanlandığını fakat sonra terkedildiğini öğreniyoruz. Kız tarafından istenilmediğini düşünen Rıza, bunun acısı ile başa çıkmaya çalışsa da çok başarılı olduğu söylenemez. Geceleri uyumadan sabahı etmeler arttıkça Rıza, yaşadıkları Boyabat'tan kalkıp İstanbul'a kızı aramaya gitmeye karar veriyor. Orada bir müddet kaldıktan sonra dedesinin tüm caydırma çabaları ve ziyareti kar etmiyor ve olaylar karışıyor. Bu ilk bölümde Demirkubuz, Rıza'nın içinde önceleri sönük vaziyette olan ancak hayatın sıradanlığı, sıkıcılığı ve çekilmezliği içerisinde giderek hayata tutunma amacı haline gelen ve kor kor yanmaya başlayan aşkını çok incelikli ve sahici şekilde anlatıyor. Bu öyle bir ateş ki sonu Hicran'a zarar verdiğini düşündüğü kişiyi öldürmeye kadar gidiyor. Cinayet sahnesini Hicran'ın gözünden görüyoruz. Tetiği çekenin Rıza olduğunu tabii ki biliyoruz ama görmüyoruz. O andan itibaren de öykünün odağına Hicran geçiyor. Hapse girdiğini ilerleyen bölümlerde öğrendiğimiz Rıza'yı uzun bir süreliğine unutuyoruz diyebiliriz.</span></p><p><span><br /></span></p><p><span><span> Olaydan sonra, terkedip şehre kaçtığı baba evine dönen Hicran karşılamada babasının dayağı ile karşılaşıyor önce. Sonrasında da babası ona adeta evde yaşamıyor gibi yok sayarak davranıyor. Annesi ise iyi niyetli ancak pasif. Olaylara müdahil olmaktan uzak. İlerleyen süreçte Hicran, çevreden birilerinin araya girmesi ile iki çocuklu, 50'li yaşlarda emekli bir öğretmen ile evlenme teklifi gelince annesine danışıyor, babasının ne dediğini sorduruyor ama ne düşündüklerini dahi pek öğrenemiyor. Bize ilk tanışma buluşması gibi gelen buluşmanın aslında evlendikten sonraki bir akşam yemeği olduğunu sonradan anlıyoruz. Demirkubuz burada bize bir oyun oynayarak aslında ilişkinin ne kadar sıradan ve sıkıcı olduğunu göstermeye çalışıyor diyebiliriz. Sonuçta evlenmişler, masada konuşuyorlar ancak aslen birbirlerine henüz ilk defa bir araya geldiklerini düşünmemizi sağlayacak kadar uzaktalar. Bir süre de Hicran'ın bu evlilikte boğulmasını izliyoruz. Eşi belki ilgi ve cinsellik ağırlıklı taleplerinde haklı ancak Hicran için de sadece evden kaçış anlamındaki bu ilişkide bunları vermek kolay değil. Sonra eşinin işleri nedeniyle evden uzakta olduğu bir gecedeki ani kaçışı ile yine</span></span> onu baba evinde bulmamız bir oluyor. Sonrasında ise unuttuğumuz Rıza birden hikayeye tekrar dahil oluyor ve işler iyice karışıyor.</p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span><span> </span>3 saat 15 dk civarı sürede ilk bölümde Rıza, ikinci bölümde Hicran'ın dünyasına giriyoruz. Taşlar da meseleler açıldıkça yerlerine oturmaya başlıyor. Rıza'nın Hicran'ı aslen sadece bir fotoğraftan görüp dedesinin tavsiyesi ile nişanlandığını, Hicran'ın da istemediği bu evlilik ile ilgili olarak evden kaçtığını öğreniyoruz örneğin. Tekrar döndüğü baba evindeki ortamı gördüğümüzde, istemediği kişiyle evlendirilmek istenilmesi de üzerine eklenince kaçmış olması gözümüze çok daha normal ve haklı bir tercih olarak görünmeye başlıyor. Baba evinde gördüğü baskı ve yaşadıkları, kaçış umuduyla bu kez yine istemediği bir evliliği kabul etmesi, orada da mutsuz olması derken gitgide film Türkiye'de kadın olma hali üzerine bir filme dönüşmeye başlıyor. Bu bağlamda Demirkubuz'un belki en "kadın", en "feminist" filmi diyebilirim Hayat için. </span></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgiIS2HiZRsDBTxMIZRVlBU8lNZButOFiWwiFUB641YTjkrXD7KpWOwkP-DSnNkEOPu7K9m5MP7QX5fKrLKuJ4ZgGmvmok1egFUs52IxD_I-EdYO42i-LcxQ2nogn_3f3sk2ZzfPovTl_K68F_U-Yk_nbBm7A92zlIHdQAQq4TfVGu-MEw-7pcEq1qhJQ/s1280/1700552130802-new-project-31.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1280" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgiIS2HiZRsDBTxMIZRVlBU8lNZButOFiWwiFUB641YTjkrXD7KpWOwkP-DSnNkEOPu7K9m5MP7QX5fKrLKuJ4ZgGmvmok1egFUs52IxD_I-EdYO42i-LcxQ2nogn_3f3sk2ZzfPovTl_K68F_U-Yk_nbBm7A92zlIHdQAQq4TfVGu-MEw-7pcEq1qhJQ/w400-h225/1700552130802-new-project-31.png" width="400" /></a></div><br /><span><br /></span><p></p><p><span><span><span> </span>6-7 dk süren ve finale yakın karşımıza gelen ağlama sekansına ayrı bir pencere açmak gerekir diye düşünüyorum. Bana garip şekilde Tsai Ming Liang'ın Viva L'amour'unu hatırlatan bu bölüm elbette çok farklı okumalara açık. Benim için filmin Türkiye'de kadın olma hali tasvirini en duyguya büründürdüğü bölümü olarak bu kısmı söyleyebilirim. Aynı zamanda elbette Demirkubuz'un daha önceki filmlerinde altını çizdiği "Daha iyi yenil" hissini de hatırlatan bir sahne olduğunu söyleyebilirim. Hicran daha önce kaçışı, sonra tekrar eve sığınışı, sonra evlenerek gidişi ile yakalamaya çalıştığı mutluluk konusunda yeniden bir başlangıç yapmaya bu anda karar veriyor. Ama gözyaşları içinde ve yine olmayabileceğini bilerek. Zira evliliğinde eşinin taleplerini sıralayıp "bir karar ver" diyerek çıkıp gittiği anda masumane şekilde "ne kararı"demesinden de eşi kapıdan çıkarken gidip yanağından öpmesinden de aslen ayrılmayı da istemediğini biliyoruz. Ancak tekrar karşısına çıkan Rıza'nın aşkı onu öylesine etkiliyor ki kendisini bir kez daha bir rüyaya inanmak zorunda hissediyor. İnanılmak zorunda kalınan bir rüyanın getirdiği gözyaşları da diyebiliriz bu gözyaşları için. Sonu hep hüsran olsa da hep inanılmak zorunda olan...</span></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span><span> </span>Son bölümde ise daha ziyade mutluluk ve huzur var. İşlerin orada kalıp kalmayacağını hiç bilmiyoruz ancak Hicran'ı Rıza ile çok mutlu olduğu ve çocuk beklediği bir yerde bırakıyoruz. Tabii filmde önemli yer tutan rüyalar ekseninde Hicran'ın son sahnede anlatmak istediği rüyayı duyamamamız bizi biraz merakta bırakıyor. Hatta öyle ki bu mutluluk dolu son bölümün komple bir rüya olarak tasarlanmış olabileceğini o "dün gece bir rüya gördüm" sözünden sonra düşünmemek de elde değil. Bu arada öykünün içerisine rüyaların eklemlenişi ve filmdeki işlevini sevdim. Öte yandan bu mutluluk dolu son bölümün komple bir rüya olduğunu bile düşündürebilecek bir şekilde bitiyor film.</span></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span><span> </span>İki genç başrol oyuncusunun yanı sıra dede karakterinde Osman Alkaş'ın da muazzam olduğunu belirtmeliyim. Bu arada Doğu Demirkol'un canlandırdığı Yılmaz, yanında kaldığı Ferit, İstanbul'da üniversitede okuyor tezgahı ile ailesini kandıran genç gibi yan karakterlerin de hem iyi performanslarla canladırıldığını düşünüyorum hem de çok iyi yazılmış ve günümüz Türkiye'si ile ilgili önemli ipuçları veren karakterler olduğunu düşünüyorum.</span></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span><span> </span>Sonuç olarak Hayat'ı seyrederken hem 3.5 saate yakın sürenin nasıl geçtiğini anlamadım, hem düşündüm, hem duygulandım. Karakterlerle bazen fikir birliği kurdum bazen ise kendimi neden orada öyle davrandıklarını çözmeye çalışırken buldum. Ama hayatta hepimiz de bazen öyle değil miyiz zaten? Hayat'ın karakterleri de bildiğimiz anlamda film karakterleri değil doğruları, eğrileri, ruhlarının karanlığı, sevilme, onaylanma ihtiyaçları hayata bir anlam bularak tutunma arzuları ile hayatın içinden fırlayıp gelmiş karakterler. Hayat da bence Demirkubuz'un Masumiyet ve Kader tadında ve kendi dünyasını kuran,aynı zamanda en iyi filmlerinden biri.</span></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span><b>Filme Puanım : 8/10</b></span></span></p><p><span><br /></span></p><p><span><span> </span><br /></span></p><p><br /></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-68749018001750041692023-12-17T18:52:00.002+03:002023-12-20T00:42:12.302+03:00Past Lives : "Sahip Olabileceğin Hayat"<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAJ6-G2LVKmiojmDD15_1NEd3XZO94bO3uXvrj9K4F21Nui-GTNnPIx_36DwNxvkrbF1zIdfb9IunmIrLwMSnkjRZK_KVxGT592CBsgmpjqZV8buP2jN8apEFqme-fas8fDhULrz1TZmAppqZwPipb_bgF_aHt8PBCJDH6aD4ZTIEu85Y7RekhmhnQ_Q/s300/past%20lives1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="168" data-original-width="300" height="224" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAJ6-G2LVKmiojmDD15_1NEd3XZO94bO3uXvrj9K4F21Nui-GTNnPIx_36DwNxvkrbF1zIdfb9IunmIrLwMSnkjRZK_KVxGT592CBsgmpjqZV8buP2jN8apEFqme-fas8fDhULrz1TZmAppqZwPipb_bgF_aHt8PBCJDH6aD4ZTIEu85Y7RekhmhnQ_Q/w400-h224/past%20lives1.jpg" width="400" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /> <span> İlk filmini çeken <span>Celine Song'un yazıp yönettiği Past Lives / Başka Bir Hayatta, senenin çok konuşulan filmlerinden biri. Film, iki çocukluk arkadaşının yıllar sonra tekrar iletişim kurmasını anlatıyor.<span><a name='more'></a></span></span></span><p></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span> Yakın iki çocukluk arkadaşı Nora ve Hae, Nora'nın ailesinin Kore'den Kanada'ya göç etmesi ile birbirlerinden koparlar. Üzerinden 12 yıl geçtikten sonra Nora, tekrar Hae ile internet üzerinden iletişime geçer. Bir süre görüşürler ancak Nora, bu dönemde Kanada'dan New York'a ailesiyle göç edip odaklanmış olduğu yazarlık kariyerini arkada bırakıp tekrar Kore'ye dönemeyeceğini anladığında Hae ile iletişimi keser. Üzerinden 12 yıl daha geçer. Bu kez kader onları New York'ta bir araya getirir.</span><br /></p><p><span><br /></span></p><p><span><span> Yakın zamanlarda Uzakdoğulu göçmenlerin hikayelerini anlatan ve Batı'da geçen filmler izledik. Bu filmlerin bir kısmı Oscar başta olmak üzere yılın ödül törenlerinde de ses getirdi. Past Lives'ı bu filmlerden ayıran farklı bir tarafın olduğunu düşünüyorum. Past Lives, temelde göçmenlerin yaşadığı sorunlara odaklanan, kültür farklılığının getirdiği sorunları anlatan bir film değil. Celine Song, çok insani bir duygunun, aslında sadece belli bir hissiyatın peşinden gidiyor. Çok temel bir "soru"nun belki de : "Çok temel bazı tercihleri farklı yapsaydım, hayatım çok daha farklı olabilir miydi?" Nora, bir yazar olarak kariyerini kurmaya çalışırken bir de evlilik yapıyor (Ki bu, yıllar sonra internetten iletişim kurdukları ve Nora'ın yaşadığı yerde kalma kararı alması ve tekrar iletişim kurmamayı seçmesinin hemen ardına denk geliyor). Sıradan, çok romantizm ve duygu barındırmayan bu evlilik ve sıradan iş yaşamı içinde monotonlaşan bir hayat yaşadığı sıkıcı bir dönemde Hae'nin New York ziyareti tekrar içinde kıvılcımlar yanmasına yol açıyor. </span><br /></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMJmfBhP4mtXb8iTAFqBbmE6_1SoRu7NpKS8nH3p0P_v6xi4fQwD4a3_jNStSUJFQRrgqto_oQfU3SbsivyrKb34Rwspe5Cx9faLzIBiKVqCOx8oj2gwcVXJhdv2eMjhSO9Mnc1RFAwR-vIaGYbLOJ_O4LS542aqMG42gU6cjidOw6C7LDL2OAMheqxQ/s307/past%20lives2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="164" data-original-width="307" height="214" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMJmfBhP4mtXb8iTAFqBbmE6_1SoRu7NpKS8nH3p0P_v6xi4fQwD4a3_jNStSUJFQRrgqto_oQfU3SbsivyrKb34Rwspe5Cx9faLzIBiKVqCOx8oj2gwcVXJhdv2eMjhSO9Mnc1RFAwR-vIaGYbLOJ_O4LS542aqMG42gU6cjidOw6C7LDL2OAMheqxQ/w400-h214/past%20lives2.jpg" width="400" /></a></span></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span><span> </span>Filmin başında henüz kim olduklarını bilmediğimiz, Nora, Hae ve Nora'nın eşi Arthur'u bir barda görüyoruz. O sırada ses bandında ise barda oturan başka iki kişinin konuşması ve onların birbirleri arasındaki ilişkiyi tahmin etmeye çalıştıkları konuşmaları duyuyoruz. Filmin akışı içinde yavaş yavaş finalde o ana geri döneceğimiz anlıyoruz. Nitekim bardaki o buluşma filmin ruhu açısından çok kritik anlar içeriyor. Arthur, tam bir batılı erkek gibi davranıyor. Eşinin Hae ile olan çocukluk arkadaşlığı ya da aşkı durumuna son derece saygılı. Hae'nin gelişini de normal karşılıyor. Hae'ye doğru olanı yaptığını söyleyişinden de düşüncelerini anlıyoruz. Arthur bardaki gecede Korece bilmeyip konuşmaları anlamadığından konuşmanın dışında bir poziyonda. Nora ve Hae rahat şekilde konuşup düşündüklerini anlatıyorlar. Bardaki o gece filmin bütün ruhunu özetliyor. Aslında belki de filmin bütün çıkış noktasının bu sahne olduğunu hissetmek zor değil. Bu anın Nora ile Hae'nin Kore'deki ilk tanışmalarından tam 24 yıl sonra yaşandığını da belirtelim.</span></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span><span> </span>Göçmenlik konusu ise filmde bir ruh halinin yansıması gibi ele alınıyor denilebilir. Nora için Hae, aslında Kore'nin ta kendisi. Kore'de geçen çocukluğuna dair aklındaki en güzel şey. Kore'de bir hayat geçirebilme ihtimalini yüzde bir de olsa aklına sokan tek şey de belki Hae'nin varlığı. Hae ile ilgili olarak hissettiği şey her ne ise belki de onun çocukluğuyla ve Kore'ye olan tek bağı bu hissiyatın kendisi. Nora, ailesi ile göç etmiş ve zaten göç etmeden önce de Batı kültürünün etkisinde olan sanatçı bir ailenin çocuğu olarak gittikçe göç ettiği yere alışmış, bir sanatçı ve entelektüel. Daha klasik bir Koreli olan Hae, onun için Kore kültürüne ait herşeyi de temsil ediyor bir yerde. Bu yüzden de içinde o geçmeyen "göçmenlik" hissi ve "ev" özleminin de karşılığı olan tek şey onun için Hae.</span></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span><span> </span>Çocukluklarında da platonik hisler dışında somut bir aşk yaşamamış, yıllar sonra internet iletişimlerinde de net duygular üzerinden konuşmayan bir çift olarak 24 yıl sonra yüz yüze olarak ilk kez bir araya gelmeleri ile adı konamamış bir ilişkinin finalini, sözünü de ettiğimiz bar sahnesi ve devamındaki uğurlama anında yaşayan çiftin hikayesini izliyoruz aslında. Herkesin düşündüğü "daha farklı olamaz mıydı?" hissinin güzel bir yansıması aslında bir film. Finalle birlikte de insanı derin bir duyguya sürüklediği su götürmez. Finaldeki vedada iki tarafın da sözlerle ifade edemeyecek bir durumu var bu adı hiç konamamış ilişkinin içinde. Bana sorarsanız o his Hae için aşk, Nora için ise belki yıllar içinde Batıdaki bir Uzakdoğulu olarak hep kendini bir parça yabancı hissetmenin getirdiği bir "ev" özlemi. Her ne olursa olsun bu sade ve hüzünlü finalin filmi unutulma hale getirdiğini düşünüyorum.</span></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span><span> </span>Past Lives, son zamanlarda seyrettiğimiz en özel ve güçlü ilk filmlerden diye düşünüyorum. Celine Song'un bundan sonra yapacaklarını da merak ettiğimi söylemeliyim.</span></span></p><p><span><span><br /></span></span></p><p><span><span><b>Filmin Puanı : 7,5 / 10</b></span></span></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-68038371385815025642023-12-13T01:30:00.005+03:002023-12-13T01:32:09.586+03:00Ölümlü Dünya 2 : "Kaldığımız Yerden"<p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNMTPg5v7bAQnjse9UC_1o8Lpiep78M2alzpnfCtWicy3u-z4ajQQAgQ69IPMCo1SIiZ2-Np0UMXLW6SbC2tJZJvh1jU2kb4X_Q_lQ-AQ_dztpK3U7cBaVzSyFidN81P37rOyX8SR9hQuEKHKpgyD4xF_XOG8HU5vbMKEv2v0SNOLDCcvP2tkUlCMPAA/s1200/2461629.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="840" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNMTPg5v7bAQnjse9UC_1o8Lpiep78M2alzpnfCtWicy3u-z4ajQQAgQ69IPMCo1SIiZ2-Np0UMXLW6SbC2tJZJvh1jU2kb4X_Q_lQ-AQ_dztpK3U7cBaVzSyFidN81P37rOyX8SR9hQuEKHKpgyD4xF_XOG8HU5vbMKEv2v0SNOLDCcvP2tkUlCMPAA/w280-h400/2461629.jpg" width="280" /></a></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><span> </span>2018 yılı Ocak ayında vizyona giren ilk Ölümlü Dünya filmi, kendi içinde farklı ve ilginç bir yerli komedi örneği olarak hafızamda yer eden bir işti. Hayli absürd, aslında tamamen hayali bir evrende geçtiğini söyleyebileceğimiz öykü bir taraftan ciddi ve gerçekçi bir dünyanın içindeymişiz hissiyatı taşıyarak kendi tuhaf komedi evrenini kurmayı iyi beceriyordu. Zaten zaman içinde küçük çaplı bir külte dönüştüğünü söyleyebiliriz. Dijital platform gösterimleri ile hayli ilgi çeken filme sonunda bir devam filmi geldi. Film zaten aslen Disney+ için çekildi ancak Disney'in yerli yapımları durdurması ile vizyonda karşımıza çıkabildi.<span><a name='more'></a></span><p></p><p><br /></p><p><span> </span>İkinci filmin hikayesi, örgütün eline düşen Zafer'in kurtarılması üzerine kurulu. İlk filmde Mermer ailesinin örgütle ters düşmesi filme ayrı bir hava ve bol espri malzemesi katıyordu. Bu kez öykü, üzerine çok çalışılmamış duruyor. Basit bir kurtarma operasyonu var ortada. Aslında bir noktadan sonra bariz bir "öyküsüzlük" hali filme damga vuruyor. Bunun altından kalkmak için de Serbest (Feyyaz Yiğit) başta olmak üzere karakterler ve oyujncuların doğal komedi yeteneklerine yaslanan bir komedi anlayışına başvurulmuş. Kendi adıma bu tercihlerin hiçbirinden memnun kalmadığımı belirtmeliyim.</p><p><br /></p><p><span> </span>Özellikle öykü ve senaryo konusunda ciddi hayal kırıklığı yaşadığımı söyleyebilirim. Zira Limonata, Cinayet Süsü ve ilk Ölümlü Dünya filminde Ali Atay karşımıza hep çalışılmış ve dolu senaryolarla gelmişti. Ölümlü Dünya 2 maalesef, yerli vizyon komedilerinin standartına yakın bir noktada duran sıradan bir film. Filmi bir tık yukarı çeken faktör oyuncu kadrosu diyebiliriz. Feyyaz Yiğit, Doğu Demirkol, Sarp Apak, Alper Kul, Giray Altınok gibi komedyenlerin her biri filmde, biraz da ortadaki öyküsüzlük halinden faydalanarak kendi şovlarını yapacak alanı bulabiliyorlar. Ahmet Mümtaz Taylan, Mehmet Özgür gibi isimler de oyuncu olarak filme önemli katkıda bulunuyorlar. </p><p><br /></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg___7_GzOzzY5FN5os3_YDz5UwD7tpMqKWWUIFeZ0uj4uDBmgm4xmmrV6ffy892XApIDDyxbMu9XzcDiCo-tKBbqT3827drpFy7NKgqI63KShy_WUmsNhkeJkgdnr9CcB8ORIVDU_XHB965aic6dR4eyWzmDPxG5a88OQ2r1uv4aYVm6ItFnXcMqxMTA/s640/640x360.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="360" data-original-width="640" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg___7_GzOzzY5FN5os3_YDz5UwD7tpMqKWWUIFeZ0uj4uDBmgm4xmmrV6ffy892XApIDDyxbMu9XzcDiCo-tKBbqT3827drpFy7NKgqI63KShy_WUmsNhkeJkgdnr9CcB8ORIVDU_XHB965aic6dR4eyWzmDPxG5a88OQ2r1uv4aYVm6ItFnXcMqxMTA/w400-h225/640x360.jpg" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><span> </span>Küfür kullanımı ile ilgili alerjisi olan izleyici grubundan değilim ancak filmin bel altı mizah anlayışımın kimi noktalarda fazla kaçtığını ve bu şekilde biraz kolaya kaçıldığını düşündüm. Öykünün sıkıştığı, filmin akmadığı anlarda olayı sürüklemeye çalışan espriler genelde bel altı olanlardı. Buna rağmen kendi adıma bazı sahnelerde gerçekten güldüğümü itiraf etmeliyim. Sonlara doğru kahramanlarımızın kaçma kovalamaca sahnelerinde Dündar Dinç adlı bir hayali siyasetçi kahramanın seçim otobüsüne bindikleri bölümler gerçekten eğlenceli. Filmde bunun gibi zeka parıltısı içeren mizah anlarının sayısı ise maalesef önceki filme göre çok gerilerde kalmış diyebiliriz.</p><p><br /></p><p><span> </span>Genel toplamda Ölümlü Dünya 2, bence ilk filmin çok gerisinde kalsa ve genel yerli komedi standartının çok dışında bir noktada seyretmese de oyuncu kadrosu ile bir şekilde kısmen de olsa keyifli vakit geçirtebilen bir film olmuş. Sinemasının şimdiye kadar ilgiyle takip ettiğim ve sevdiğim Ali Atay için bir geri adım olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Aslen dijital platform için çekilmiş olmasından mıdır bilemem ama filmde bir aceleye getirilmişlik hissi fazlası ile var. Yine de hafif bir eğlencelik arayanlara önerebilirim.</p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım : 5.5 / 10</b></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-5555623809937292452023-11-27T23:35:00.001+03:002023-11-27T23:55:16.819+03:00The Burial : "Irkçılık ve Kapitalizme Karşı"<p> <span> </span></p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYekI81_De1HiqU-KuPAUckVJANer30ffjXAHEAqQkOypPrT87gIEqXT0Vic9Wk65ua3V-dfkfCjxsxx31EPAma5BtrNsSjskz2oKeCto38ybeCC_rgXrVMNWmlrcMHFX78QFwle7Qh3_5PgyMxZGJsr2LD2cnSmRi6dpTUakGrADH9SDf_99121c15A/s299/aaa.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="168" data-original-width="299" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYekI81_De1HiqU-KuPAUckVJANer30ffjXAHEAqQkOypPrT87gIEqXT0Vic9Wk65ua3V-dfkfCjxsxx31EPAma5BtrNsSjskz2oKeCto38ybeCC_rgXrVMNWmlrcMHFX78QFwle7Qh3_5PgyMxZGJsr2LD2cnSmRi6dpTUakGrADH9SDf_99121c15A/w400-h225/aaa.jpg" width="400" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><p><span> </span>The Burial, aile şirketi olan cenaze evleri sahibi güneyli, beyaz Amerikalı Jeremiah O'Keefe ile iddialı, hırslı siyahi avukat Willie Gary'nin hikayesini anlatıyor. Gerçek olaylardan yola çıkan film, anlatım tarzı ve sürükleyici hikayesi ile seyirciyi yakalamakta zorlanmıyor.</p><span><a name='more'></a></span><p><br /></p><p><span> <span> </span></span>O'Keefe, büyük bir holding olan Loewen'ın, kendisinin cenaze işleri şirketini hukuki olmayan bir şekilde ele geçirmesini dava etmeye karar veriyor. Bunun için methini duyduğu Gary'yi uzmanlık sahnesinde, yani bir mahkeme salonunda izlemek için kalkıp bir davaya gittiğini görüyoruz. Gary'nin jüri karşısındaki ikna kabiliyeti ve şovmen tarafından fazlasıyla etkilenen O'Keefe, işi ona vermeyi kafaya koyuyor. İşi ona vermesi pek kolay olmuyor. Zira ferdi kaza davalarına bakan Gary, sözleşme hukuku davası olarak gördüğü bu davayı almak istemiyor. Ancak genç avukatı Hal Dockins'in de katkıları ile bir şekilde O'Keefe, Gary'yi ikna etmeyi başarıyor. Tabii burada Gary'nin davanın maddi sonuçlarının ne kadar büyüyebilecek olmasına ikna olması temel faktörü oluşturuyor. Gary'nin adeta silahşör ekibi ile birlikte uçağından inip O'Keefe'in yerine geldikleri ilk sahne eğlenceli. O'Keefe'ın 30 yıllık avukatı Mike Allred'in Gary ile arasında yarattığı çekişme de önemli. Başavukat olarak davayı alan Gary, tüm karşı çıkmalara rağmen O'Keefe'i erkenden mahkemeye çıkarıp Loewen'in hırslı kadın avukatı Mame Downes'a yem ederek davada geri düşmelerine yol açmasından sonra başavukatlığı kaybedip bir süre geri plana çekiliyor. Bu da aradaki çekişme açısından önemli bir an oluyor. Ayrıca Allred'in ırkçı kökenli bir geçmişten gelmesi ve tavırları da alttan alta aradaki çekişmeyi farklı bir tona da taşıyor. </p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Kısa ve belgesel filmlerden sonra Novitiate / Genç Rahibeler ile ilk uzun metrajına imza atan siyahi kadın yönetmen Maggie Betts ikinci kurmaca uzun metrajında ırksal ayrımcılık ve kapitalizm eleştirisini arka planına ustalıkla yerleştiren kendi yazdığı güçlü senaryosundan da destek alarak iyi bir yönetmenlikle su gibi akıp giden bir film ortaya koymayı başarıyor.mThe Burial, en başta Baptist kilisesinde Gary'nin yaptığı hırslı konuşmadan başlayıp en sonunda kölelik ve Afro-Amerikalıların geçmişteki sömürüsüne uzanan akışı ile ırkçılığı bize hiç unutturmadığı gibi bir tarafı ile de hem kökeni hem de karakteri çok farklı görünen iki adamın kurduğu dostluk hikayesi ile de etkileyici olmayı başarıyor. Başlangıçta olaya tamamen maddi boyuttan yaklaşan Gary, O'Keefe'i tanıdıkça onun dürüstlüğü, dik duruşu ve her türlü ayrımcılıktan uzak karakterinden etkileniyor ve davaya profesyonelliğin dışında bir tutku ile de bağlanıyor.</span></p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKhIf1a700zPz2dzrUSc0qPtsWd4S0v-ygtsCknXtGY3GEjWxR0EJQCfl6NDbVGYzbGuZgnkvw-dk0YwbozOGMa0qGuQ2rRwO-7JeFJEkKPsptSdZpdeiu5_8TyQKPnm9qRBc29Qc7YBd0tZ9ACWS-H-_nuw-dq0KRqtwzrHMxtQePapBkQpw9-DDX1g/s1200/3000.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1200" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKhIf1a700zPz2dzrUSc0qPtsWd4S0v-ygtsCknXtGY3GEjWxR0EJQCfl6NDbVGYzbGuZgnkvw-dk0YwbozOGMa0qGuQ2rRwO-7JeFJEkKPsptSdZpdeiu5_8TyQKPnm9qRBc29Qc7YBd0tZ9ACWS-H-_nuw-dq0KRqtwzrHMxtQePapBkQpw9-DDX1g/w400-h400/3000.webp" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Jamie Foxx ve Tommy Lee Jones başta olmak üzere tüm oyuncu kadrosunun çok iyi performanslar çıkardığını ve filme olumlu katkı verdiklerini düşünüyorum. Zaten bir alt tür olarak mahkeme filmlerinde genel olarak oyuncu performanslarının çok önemli olduğunu düşünürüm. Burada da film oyunculardan hayli güç almış gibi görünüyor. Irkçılık eleştirisi boyutunun altını fazlasıyla çizmişken filmin bütünüyle bir kapitalizm eleştirisi olduğunu da es geçmemek lazım. Zira aslen bütün olay büyük balığın küçük balığı yutmaya çalıştığı ve bunu yaparken sahip olduğu güce güverenek hukuki kuralları da hiçe saydığı bir olaydan yola çıkarak başlıyor. Finale yakın en son pazarlık sahnesinde Ray Loewen'ın dediği "benim iflas etmemi sağlayacak rakamı sen hayal bile edemezsin" sözünü unutmamak lazım. Karşı tarafın kendisine verebileceği zararın boyutunun küçük olabileceğini düşündüğü için tüm insani değerleri ve hatta hukuku bile yok sayabilme cüretini Loewen'a veren şey şüphesiz kapitalizmin ta kendisi. </span></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>The Burial, hem altı dolu olmayı hem de sürükleyici ve eğlenceli olmayı aynı anda başarabilen filmlerden biri. İyi yazılmış, iyi yönetilmiş ve iyi oynanmış bir film olarak bence ilgiyi fazlasıyla hakediyor. Film bolluğunda gözden kaçmamalı. Amazon Prime'da izlenebilir.</span></p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım : 7/10</b></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-18591903067690422162023-11-20T23:13:00.005+03:002023-11-20T23:26:52.133+03:00The Killer : "Bir Katilin Portresi"<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPg5lcVkHkJ2muT78tlGFxmedLFk9iZBZbtzNuaegoH7FDoSyIcCUFC90T3t_gSBeb2CnB0a-Nkep9pZhboAnwh4ROUS4gawzinsCBbiHGAT13QKXrS1nkmcX4rXVmCVzs6M3tRE7YLuuM1jYvnHYy50XlMgcpqYk6kxmdnetis_tID0oXjLQEc4BjcQ/s1200/MATZ_R2_37_20230619j_v16_ana_DoVi_20230830.0193976.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="511" data-original-width="1200" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPg5lcVkHkJ2muT78tlGFxmedLFk9iZBZbtzNuaegoH7FDoSyIcCUFC90T3t_gSBeb2CnB0a-Nkep9pZhboAnwh4ROUS4gawzinsCBbiHGAT13QKXrS1nkmcX4rXVmCVzs6M3tRE7YLuuM1jYvnHYy50XlMgcpqYk6kxmdnetis_tID0oXjLQEc4BjcQ/w400-h170/MATZ_R2_37_20230619j_v16_ana_DoVi_20230830.0193976.jpg" width="400" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><p></p><p><span> </span>David Fincher'ın Netflix'te gösterime giren en yeni filmi The Killer, film boyu adını öğrenemediğimiz bir kiralık katilin hikayesini anlatıyor. Aslında belki hikaye demek bile yer yer çok mümkün değil. Baştan sonra katilin iç dünyasına ortak oluyor, onunla birlikte mekan mekan karanlık dünyasının içinde geziniyoruz diyebiliriz.</p><p><br /></p><span><a name='more'></a></span><p><span> </span></p><p><span> </span>Aslında herşey, tetikçinin son işinde bir "ıskalama" yapması ve yanlış kişiyi vurması ile başlıyor. Sonrası bunun bedelini ödetmek üzere tetikçimizin "ailesine" bulaşılmasıyla birlikte bir çeşit intikam hikayesi başlıyor. Belki de buna intikam da denemez. Tetikçi, yakınlarına bir söz veriyor ve bunun arkasında durmak için de olayla ilgili önüne gelen bir böcek gibi ezdiği bir çeşit cinayetler silsilesinin içine çekiliyor. İntikam bile diyemememizin sebebi de aslında tetikçinin yapılanın bedelini ödetmekten ziyade, kendi yaşam alanını, yani konforunu koruma arzusu. Zira sözkonusu olay yaşanana kadar tetikçinin hayatı aslında, saat gibi işleyen bir çeşit mekanizma. Ve sonuna kadar bunu korumak tek arzusu diyebiliriz. Bunun için sürekli kendine hatırlattığı belli sözler var : "Plana sadık kal, doğaçlama yapma, kimseye güvenme" gibi. Bunları birleştirdiğimizde asıl derdinin mevcut durumunu korumak olduğunu rahatlıkla anlıyoruz. Ortaya çıkan bu durum da ailesine zarar verilme riskinden daha çok onun bu mevcut hayatının devamını riske eder duruma gelince, riskleri ortadan kaldırmaya karar veriyor. Ortada bir çeşit intikam hikayesi var gibi görünse de aslen intikam hikayesi olmadığını düşünmemin sebepleri bunlar diyebilirim.</p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Şüphesiz kiralık katillerin iç dünyasını anlatan pek çok film izledik. The Killer'ı benzerlerinden ayıran taraf ise başkarakterinin bir çeşit video oyunu karakteri gibi hedefe ulaşmak için vicdanını tamamı ile elden bırakmış ve bu konuda kafasını tamamen rahatlatmış olması. Yukarıda da belirttiğim kendi kendine sıraladığı cümleler kimi zaman belki içinde ufak çelişkiler yaşadığının kanıtı ama tetikçi sistemini öyle bir oturtmuş ki bu tekrarladıklarını kesinlikle uygulayacağını ve içine düştüğü durumlarda vicdanına ya da içinde yaşadığı kimi psikolojik çelişkilere teslim olmayacağını kesin olarak anlayabiliyoruz.</span></p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzvwbIJqAfcgQDaR2-8SsjKdg1_ILTCcWGQ5U35UZALNswCtjeedPywiCYd5YJfmUittgR6g9Cye7cjijOuO2mqfmuIzmM0LU9k6wjGci-NRXk_YeN22QE0uq9ZaA9YqqzWLgkXbEnqFrvXbsJZ79p4bQuOzyvf_YXttK-gtqksW1UtGORXBIgVXn4KQ/s1200/david-finchers-the-killer-everything-we-know.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="729" data-original-width="1200" height="243" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzvwbIJqAfcgQDaR2-8SsjKdg1_ILTCcWGQ5U35UZALNswCtjeedPywiCYd5YJfmUittgR6g9Cye7cjijOuO2mqfmuIzmM0LU9k6wjGci-NRXk_YeN22QE0uq9ZaA9YqqzWLgkXbEnqFrvXbsJZ79p4bQuOzyvf_YXttK-gtqksW1UtGORXBIgVXn4KQ/w400-h243/david-finchers-the-killer-everything-we-know.webp" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Katilin tüm düşmanlarını sıra ile öldürmesinden oluşan yapı kimi seyirci ve eleştirmenlere sıradan gelmiş olabilir ancak bana kalırsa sonuna kadar ne olacağını ve nasıl olacağını bir şekilde merak etmemizi sağlayan ve aynı zamanda sona kadar da sekteye hiç uğramadan, kendi içinde çelişkilere yer vermeyen yapı tıkır tıkır çalışıyor. Film bir şekilde inanılmaz bir seyir zevki veriyor. Bir tarafta tetikçinin iç dünyasını ayrıntı ile anlattığı dış ses konuşmaları, bir tarafta mükemmel çekilmiş çatışma sahneleri filmin su gibi akıp gitmesini sağlıyor. Michael Fassbender karakterin donuk ama iç dünyası dolu halini derinlikle kavrayıp hayata geçirmiş. Kısa ama kritik rolünde Tilda Swinton yine her zamanki gibi işini hakkıyla yapıyor. The Smiths şarkılarının yalnızlığı ve melankoliyi çağrıştıran tarzının başkarakterin ruh haline çok yakıştığını düşünüyorum. Hatta kritik bir sahnede bir Portishead şarkısı da devreye giriyor ki o da bu hissi daha da pekiştiriyor. Yalnız Fincher, şarkıları içerden ve dışardan duymamızı sağlayan kesintiler yapıyor ve kasıtlı bir hamleyle şarkıları kesiyor. Burada da belki karakterle şarkılar aracılığı ile net bir özdeşlik kurmamızın önüne geçmeyi hedeflediğini söyleyebiliriz. Ayrıca Trent Reznor ve Atticus Ross imzalı orjinal müzik çalışmasının da çok başarılı olduğunu söyleyebilirim.</span></p><p><br /></p><p>Bütün olarak baktığımızda Fincher'ın isminin beklentiyi çok arttırıyor olması sebebi ile The Killer'ın belki genel çoğunluğun beğenisini toplayamadığını görsek de kendi adıma filmi yeterince ilgi çekici bulduğumu söyleyebilirim. Filmin baştan sona çok güçlü bir sinema duygusu var. Ayrıca kadercilik karşıtı, herşeyi kendi elimizle bizim belirlediğimizi ima eden altmetnini de etkileyici bulduğumu belirtmeliyim. Hem bu kadar karanlık, keskin ve geri adımsız bir katil başkarakter portresini kaç filmde görebiliriz ki? </p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım : 8 / 10</b></p><div><br /></div>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-14428244296756973552023-10-17T00:16:00.007+03:002023-11-20T23:13:57.399+03:00Kuru Otlar Üstüne : "İnsan Olmak"<p> <span> </span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWugZSUdeM-hvWSvmqJPBsXD5160duQm0r6PFb-503OKjaW4Gq15oavKWWQJTZOf4ILU2aEtdt-mFUhgQZG7G5OogzyoR3tVfMlXW4JzIEOjaFRqYJvQyE2Wd2Pla09nJwkji8NG1xldhrDtbN3fnwUe_M6yq6B9O08zBfU8dPwCGFQgHl3YzpQrAofw/s800/pt7lyrjPC9ejMBhz-638327054513120542.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="444" data-original-width="800" height="223" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWugZSUdeM-hvWSvmqJPBsXD5160duQm0r6PFb-503OKjaW4Gq15oavKWWQJTZOf4ILU2aEtdt-mFUhgQZG7G5OogzyoR3tVfMlXW4JzIEOjaFRqYJvQyE2Wd2Pla09nJwkji8NG1xldhrDtbN3fnwUe_M6yq6B9O08zBfU8dPwCGFQgHl3YzpQrAofw/w400-h223/pt7lyrjPC9ejMBhz-638327054513120542.jpg" width="400" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div>*** Bu yazı filmin bazı sürpriz gelişmelerini ele verdiğinden dolayı, filmi izlemeden önce yazının okunması tavsiye olunmaz<div><br /></div><div><br /><span style="white-space: normal;">Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Kuru Otlar Üstüne, temelde doğuda zorunlu hizmetinin sonlarına yaklaşmakta olan bir öğretmenin, Samet'in öyküsünü anlatıyor. Temelde diyorum çünkü filmde yan öyküler de en az ana öykü kadar önemli. O bölgede yaşamakta olan ve Ankara Garı saldırısında bacağını kaybetmiş olan Nuray'ın öyküsünün devreye girmesi hem Samet'in ev arkadaşı Kenan'ın da devreye girdiği bir aşk üçgenini ortaya çıkarıyor hem de öyküye ana karakter Samet kadar ilgiye değer olan, aslında bir çeşit ikinci ana karakter diyebileceğimiz bir isim eklemiş oluyor. <span><a name='more'></a></span></span><p></p><p></p><p></p><p></p><p><br /></p><p><span> </span>Aslında filmin ilk bölümleri, doğuda öğretmen olmanın zorlukları ve yöredeki günlük hayatı içeren bölümlerden oluşuyor. Diyaloglar özellikle NBC'nin son filmlerine benzer şekilde uzun ama bir yandan da filmin bu diyaloglar önderliğinde su gibi akıp gittiğini söylemek mümkün. Kendi adıma bu bölümlerde (öğretmen olmasam da) doğuda karlar altındaki bir şehirde geçen kendi memuriyet günlerimi fazlasıyla hatırladığımı söyleyebilirim. Nuri Bilge Ceylan da röportajlarında, "eğer mutsuz isek mutluluğun başka bir yerde olduğunu hayal eder ve bunu bekleriz" minvalinde cümlelerle filmin özeliikle bu ilk bölümündeki ruhu açıklıyor. Devamında bir taciz iddiası patlak veriyor. Samet'in yakın diyalog içerisinde olduğu kız öğrencilerin, özellikle Sevim'in iddiaları Samet ve aynı zamanda ev arkadaşı da olan Kenan'ı zor durumda bırakıyor. Bu kısımlarda suçlanan iki karakterin, ilçe milli eğitim müdürü ve sonrasında okul müdürü ile olan uzun toplantı sahneleri önemli. NBC bu kısımlarda, sistemin nasıl işlediğinin, ne olduğunun değil de olayların dışarıya yansıma şeklinin daha önemli olduğunun altını çizerken etkileyici anlar yaratıyor. Bu kısımlarda bir parça Thomas Vinterberg'in The Hunt filmini hatırladığımı söyleyebilirim. Ancak NBC farkı devamında ortaya çıkıyor tabii. Filmi tamamı ile bu öykü üzerine akıtmayı reddederek birden bizi bir aşk üçgeninin içine çekiyor. Birden ana öykü, bu aşk üçgeni olup çıkıveriyor. Samet, başlangıçta kendisi tanıştığı Nuray'ı, kendisi tamamen tayin olup gitmeye odaklı olduğu ve yöreden biriyle evliliğe niyetli olmadığı için, ev arkadaşı Kenan'a öneriyor. Üçlü ilk zamanlar birlikte buluşuyorlar. Ne zaman ki Samet, Nuray'ın da Kenan'a yakınlık duymaya başladığını görünce işler değişiveriyor. Tabii burada kısmen orta yolcu, kısmen dedikoducu diyebileceğimiz beden öğretmeni Tolga'nın anlattıkları da Samet üzerinde etkili oluyor diyebiliriz. Bunlarla birlikte Samet, tayin olacağı ve oradan gideceği kesin olmasına ve Kenan'ı Nuray ile kendisi tanıştırmasına rağmen birden kıskançlık diyebileceğimiz hisler içerisine giriyor ve Nuray'ı baştan çıkarmayı kafasına koyuyor. Bunun için de Nuray'ın ailesinin evde olmayacağı bir günde hem Kenan hem de Samet'i beraber evine çağırmayı planladığı geceyi kullanıyor. Bir şekilde entelektüel kapasitesi ve zekasını kullanarak Nuray'ı tavlamaya çalıştığı uzun uzadıya süren bir sohbete tanık oluyoruz. Sevişme ile biten bu uzun muhabbetler akıldan çıkmayacak sinemasal anları da beraberinde getiriyor. Bunlardan birinde NBC bizi hayli yabancılaştıracak garip bir seçimde bulunarak Samet'in ışıkları söndürmek için odanın kapısını açıp içeriye gittiği anlarda bizi bir film setinin ortasına bırakıveriyor. Amaç hiç şüphesiz sahnenin o ciddiyeti ve gerçekçiliğinden bizi çıkarıp bir filmin içinde olduğumuzu bize hatırlatmak. İkilinin sohbeti çok da orjinal olmasa da bir ikilemi ortaya koyması babında önemli. Apolitik ve bireyci diyebileceğimiz Samet ile ilkesel ve aktivist duruşuyla ön plana çıkan Nuray'ın fikir karşıtlığı bu anlamda önemli. Nuray her ne kadar seyirciye daha sempatik gelebilecek bir karakter olsa da Samet'in uyumsuz ve temelde her siyasi kutuptan uzak duruşunun NBC ile daha fazla benzerlik gösterdiğini ve bu anlamda Samet'in NBC'ye daha fazla benzerlik gösteren bir karakter olduğunu düşündüğümü söyleyebilirim.</p><p><br /></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEik3cj2vngUwPIM1ACLe_70mViwxQSN-CpLDpzT0LwIzIRVa7vpvNljT7NZIi8VMaY2DOmRtwYmW8UxlXP0uJEZSGjUZF8HUfR3bqU8EZzR7dl8a1gH2J6czz6R4EwHVG3DBS98808N0zLSU4ZxKrIO6W7YaPi2lQsCU6wpcAk_CHewl8lpr442Pm84ag/s800/1686403674353-kou.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="450" data-original-width="800" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEik3cj2vngUwPIM1ACLe_70mViwxQSN-CpLDpzT0LwIzIRVa7vpvNljT7NZIi8VMaY2DOmRtwYmW8UxlXP0uJEZSGjUZF8HUfR3bqU8EZzR7dl8a1gH2J6czz6R4EwHVG3DBS98808N0zLSU4ZxKrIO6W7YaPi2lQsCU6wpcAk_CHewl8lpr442Pm84ag/w400-h225/1686403674353-kou.jpg" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Kendi adıma 3 saat 17 dakikalık sürenin nasıl geçtiğini filmde hiç anlamadığımı belirtebilirim. Bu anlamda yönetmenlik başarısının hakkını vermek gerekir. Bununla birlikte belki finalin biraz tartışmalı olduğunu da kabul etmek gerek. Nuray'ı elde ettiği o uzun gecenin ardından Samet'in Sevim ile o son yüzleşmesi ve dış sesle Samet'in konuşmaları ile biten finalde, aslında Samet'in Nuray ile olan ilişkisinden çok Sevim'e önem verdiğinin iyice farkında varıyoruz. Samet, belki ego tatmini için de olsa anlıyoruz ki henüz çocuk yaştaki bir kızın ilgisini ve beğenisini herşeyin üzerine koymuş durumda. NBC gibi insan ruhunun karanlık taraflarını deşelemeyi seven bir yönetmenin filmi için belki normal de olsa genel kabuller dahilinde bu bölümün çoğu kişiyi rahatsız edeceğini öngörmek zor değil. Samet gibi gideceği yönü tam olarak kestirememiş, kendisini hiçbir yer ve hiç kimseye ait hissetmediğini kolaylıkla anlayabileceğimiz bir karakter özelinde bu kısımların da beni rahatsız etmediğini ve bu kısımları da son derece insani bulduğumu söyleyebilirim. Özellikle vurgulanabilecek sahnelerden birisi de karlar altında bir günde, Kenan'ın telefonlarına dönüş yapmaması ile mevcut durumu çözen Nuray'ın bütün duygusallığı ve insancıllığı ile ikilinin evine yaptığı ziyaret sahnesi olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca filmin önemli bir yan öyküsünün de Feyyaz isimli karakter üzerinden geliştiğini söyleyebiliriz. Babası yıllar önce güvenlik güçleri tarafından alınıp götürülen ve babasından bir daha da haber alamayan Feyyaz bölgeye ait çok gerçekçi ve kayıp bir karakter. Vahit ile gelişen ve sonu silah çekme ile biten sahne de son derece gerçekçi ve öyküye politik derinlik katan bir sahne. </span></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Toplamda baktığımızda NBC'nin ortaya bir kez daha önemli bir yönetmenlik başarısı koyduğunu, bölgeye ve hatta Türkiye'ye ait derinlikli bir iş çıkardığını ve aynı zamanda seyir zevki vadeden uzun ama tıkır tıkır işleyen bir film çıkardığını düşünüyorum. Tüm hayranlarına olduğu kadar yenilikçi ve orjinal işler deneyimlemek isteyen tüm sinemaseverlere tavsiye ettiğimi söyleyebilirim. </span></p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım : 8 / 10</b></p></div>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-69788343955932273582023-07-31T22:25:00.009+03:002023-08-01T05:50:42.416+03:00Mukavemet : "Dar Alanda Cinnet"<p><span> </span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1kMXky5-2vIX_Q8tXCIY3OHANd3mq8O1a5LP5ifAIb1LZ3FuCYPBvln9OJoWJrC1vI8M7olVDjtSi33nZzQFQpMKKerWm_2TLIMxY78WZZQXgUcSq-ShTOHCI5Y5W-_3TCRAd714a7y_SiwfjKbXsniRLxjnRD9MlSB2-IxDHR901rmkBfnOdps-NgA/s700/mukavemet-afis-1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="700" data-original-width="500" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1kMXky5-2vIX_Q8tXCIY3OHANd3mq8O1a5LP5ifAIb1LZ3FuCYPBvln9OJoWJrC1vI8M7olVDjtSi33nZzQFQpMKKerWm_2TLIMxY78WZZQXgUcSq-ShTOHCI5Y5W-_3TCRAd714a7y_SiwfjKbXsniRLxjnRD9MlSB2-IxDHR901rmkBfnOdps-NgA/w286-h400/mukavemet-afis-1.jpg" width="286" /></a><span><br /><br /></span></p><p><span><br /></span></p><p><span>UYARI : Bu yazı filmin kimi sürpriz gelişmelerini açığa vuruyor olabileceğinden film izlenmeden okunmaması tavsiye olunur. </span></p><p><span> </span> Prömiyerini 41.İstanbul Film Festivali'nde yapan Soner Caner imzalı Mukavemet, 21 Temmuz tarihinden itibaren MUBI'de gösterime girdi. Tek plan olarak tasarlanıp çekilen film, başkarakterlerden Rahmi'nin telefonda annesi ile yaptığı konuşmalar sırasında mahalle bakkalına uğrayıp yavaş yavaş kız arkadaşı Ecem'in evine doğru gitmesi ile başlıyor. Malum, o eve girdikten sonra bir daha finale kadar da içeriden çıkamıyoruz.</p><p><br /></p><span><a name='more'></a></span><p><br /></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Rahmi eve geldikten sonra önce Ecem'in yaptığını söylediği yemek yerine mısır gevreğini yiyor. İkili arasında genel anlamda bir suskunluk ve soğukluk farkedilse de önce buna pek anlam veremiyoruz. Sonrasında gelen yatak sahnesinde Rahmi'nin birden Ecem'in telefonunu ele geçirip çağrılara bakması ve bunların arasında Ecem'in eski sevgilisi Kazım'ın aramalarını görmesi, daha önceki güvensizliğin sebeplerini de anlamamızı sağlıyor. Bu sahne, ikili arasındaki diyalogta Rahmi'nin kıskançlığı ve Ecem'in arkadaşı Rukiye'ye hakaret etmesi ve bunun sonrasında da Rukiye'nin Rahmi'ye ilişkide ne kadar aciz konumda olduğunu açıkça söylemesi ile birlikte daha sonra yaşanacaklar konusunda bir anahtar işlevi görüyor. Hemen arkasından zilin çalması ve Kazım'ın kapıda belirmesi ile birlikte de yanlış kararların art arda geldiği kabus dolu anlar başlıyor.</span></p><p><br /></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Daha önce Rauf, Gönül gibi filmleriyle tanınan yönetmen Soner Caner, Mukavemet'te tek plan gibi bir zorluğun üstesinden gelmeye gayret gösteriyor. Bence tek plan konusunda teknik anlamda genel olarak işin hakkını veriyor. Baştan sona gerilim inşa etme konusunda da başarılı olduğunu düşünüyorum. Buna karşın orta bölümlerde hikayenin biraz sarktığını ve gerilimin ritminin de tekrara düşülmesi yüzünden bir parça düştüğünü düşünüyorum. Soner Caner'in hedefi şüphesiz, sıradan, hatta ürkek bir insanın bile gerekli şartlar oluştuğunda içgüdüsel olarak nasıl vahşi, acımasız birine dönüşebileceğini yansıtmak, insan ruhunun karanlık taraflarına bir bakmak. Buna bir itirazım yok. Filmin genel manada belli bir yere kadar bunu başardığını da düşünüyorum. Rahmi'nin yaşadığı değişimin inandırıcı olmadığını da iddia edemem. Zira her gün haber bültenleri ya da gazetelerde sıradan insanların vahşete bulaştığı bunun gibi olayları görüyoruz. Ancak söylediğim gibi aynı şeylerin fazlasıyla uzatıldığını düşünüyorum. Ayrıca belirttiğim konularda filmin yeni ya da derinlikli ve ilgi çekici bir şeyler söyleyebildiğine de inanmıyorum. Saydığım temalar konusunda film, bence son derece sığ ve yetersiz kalıyor. Finale doğru polislerin gelmesi ile birlikte film yeniden belli bir ritm kazanıyor. Komiser kendi içinde ilginç bir karakter. Yaşanan olay karşısında onun hissettiklerini de çok sözlere dökmese de hissedebiliyoruz. Şüphesiz bunda Murat Kılıç'ın performansı da etkili. Böylesi bir olayın orta yerinde sevgilisi ile flörtöz konuşmalar yapan polis memuru gibi yan karakterler de filmin gözlemci tarafına olumlu katkı yapıyorlar. </span></p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3mHMRqDNVrMfr5Coyei-ZN3DdghP1F2QlkafVx3E1aTjLJoF1NJSQlLYLi9oLuX947Q7IyryIutRCPhf2wk3VHbvadP1AfVM8BtI_KbAAGayDQ6ckzhdAHJeyxwOyMqtD3Cr-jgngRWm0DJd3wTE_mBNAT_pRkm7C7HFmomsUuyiL6uPejl3FDcTkXA/s800/mukavemet-1.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="533" data-original-width="800" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3mHMRqDNVrMfr5Coyei-ZN3DdghP1F2QlkafVx3E1aTjLJoF1NJSQlLYLi9oLuX947Q7IyryIutRCPhf2wk3VHbvadP1AfVM8BtI_KbAAGayDQ6ckzhdAHJeyxwOyMqtD3Cr-jgngRWm0DJd3wTE_mBNAT_pRkm7C7HFmomsUuyiL6uPejl3FDcTkXA/w400-h266/mukavemet-1.webp" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>14 gün gibi bir sürede 7 kez baştan sona çekilerek nihai sonuca ulaşan filmin çekim süreci öncesinde ciddi bir hazırlık süreci de olmuş. Bu anlamda tek plan konusunda ciddi bir emek verildiği belli. Dediğim gibi kendi içinde bu konuda film başarıya da ulaşıyor. Bu açıdan hakkını vermek gerek. Ancak belirttiğim üzere temasal anlamda yeterince derinleşilemiyor. Aslında film istismara varan bol kanlı korku sineması örnekleri ile işin düşünsel boyutuna ağırlık veren bağımsız korku filmi tarzı arasında bir yerlerde kararsız kalıyor ve galiba ikisinin de hakkını veremiyor. Yine de tek plan denemesine girişip bunu kısmen başarılı olarak uygulaması ve belli bir seviyeyi tutturması itibarı ile sinemamız açısından akılda kalıcı bir film olduğunu düşünüyorum. Tabii diğer taraftan da ne yazık ki kaçırılmış bir fırsat olarak görüyorum.</span></p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım : 5/10</b></p><p><br /></p><p><b>İzlenebileceği Platform : MUBI</b></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-7118418917633896262023-07-25T00:20:00.011+03:002023-07-31T22:18:10.547+03:00Oppenheimer : "Pişmanlıkla Yaşamak"<p> <span> </span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiESpgvHR4tk3PGsKyEfP4ziqu5zM78uAL1rDeYpJysiJUNTr0Ym4O35SmUR_uPx7eYEt4frHsUh2MkNpEFMNgUqhWD5P0aTOOVu0TBzRsb7vrfvGc1gD7qMasiIZGg1uJ2fAsACwgSwdqu_pPBRdFkvXGHCO84xAkiU4mKpN2i3enIyPEoFSSjS5oqCg/s1000/oppenheimer.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="630" data-original-width="1000" height="253" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiESpgvHR4tk3PGsKyEfP4ziqu5zM78uAL1rDeYpJysiJUNTr0Ym4O35SmUR_uPx7eYEt4frHsUh2MkNpEFMNgUqhWD5P0aTOOVu0TBzRsb7vrfvGc1gD7qMasiIZGg1uJ2fAsACwgSwdqu_pPBRdFkvXGHCO84xAkiU4mKpN2i3enIyPEoFSSjS5oqCg/w400-h253/oppenheimer.jpg" width="400" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><p></p><p><span> </span>Christopher Nolan'ın merakla beklenen yeni filmi Oppenheimer dünya ile aynı anda Türkiye'de de vizyona girdi. Nolan,tarihin tartışmalı kişiliklerinden birinin hikayesini hızlı ve iç içe geçen kurgu metoduyla anlatmayı tercih ediyor. 2005 tarihli American Prometheus isimli biyografi kitabını temel alan Nolan, bir tarafta kapalı bir sorgulama sürecinde, Oppenheimer'ın Atomik Enerji Komisyonu'nun sorgulamasına tabi tutulduğu bir süreci, diğer yanda ise siyah beyaz sahnelerle bu komisyonun başkanı Lewis Strauss'un bakış açısı ile Oppenheimer'ın savaş sonrası yaşadıklarını anlatıyor.Hayli dinamik ancak bir o kadar da kafa karıştırıcı olabilecek bir kurgu bu. Dikkatinizi tam olarak toplamadığınızda birçok detayı kaçırabilirsiniz. Zira bu iki ana bölümün içerisinde değinilen konulardan yola çıkılarak geçmişe dönülen anlarla ilerliyor film. Ancak diğer taraftan da Nolan'ın anlatımının seyiriciyi yakalayan bir tarafı var. Oppenheimer'ın atom bombasının yapım sürecindeki görüntüsü, sonradan deneme aşamasından itibaren yaşamaya başladığı gerilim ve korku ve nihayet "felaket" sonrasında tamamen değişen tavrı ile bizi yakalıyor. Zira Amerikan hükümeti ve medya tarafından bir halk kahramanı ilan edilmiş ancak kendi içinde yaşadığı suçluluk duygusu ile içten içe kavrulan bir adamın hikayesi bu neticede.</p><p><br /></p><span><a name='more'></a></span><p><br /></p><p><span> </span>Filmin önemli kısmında "konuşan kafalar" sineması yapmaktan çekinmiyor Nolan. Bu tavrın özellikle genç kuşak seyirciyi ne kadar memnun edip etmeyeceğini elbette gişede göreceğiz. Ancak kendi adıma karakterin süreç içerisinde yaşadığı değişimi anlatabilmek adına, diyaloglar aracılığı ile yaptığı bu "bilgi yüklemesi"nin yerinde bir tercih olduğunu düşünüyorum. İlk yarının hemen ardından gelen Trinity testi adı verilen deneme patlatması süreci kısmında ise olayın öncesi, gerçekleşme anı ve sonrası ile muazzam bir yönetmenlik gösterisi yaptığını düşünüyorum. Filmin geri kalan kısmından daha uzak duran, gerilim ve aksiyonun zirvede olduğu bu anlarda da Nolan'ın seyirciyi bir kez daha yakaladığını düşünüyorum. Hiroşima ve Nagazaki'deki patlamaların sonrasında, Japonya'daki bu iki kentte olup biteni hiç göstermemeyi tercih etmesi de bence mantıklı. Zira biz baştan itibaren karakterin geçmişi ve sonrasında yaşadığı değişim ile muhatabız. Sürekli masa başında ve işin düşünsel boyutundayız. Bu noktada oraları terk edip duygusal olarak güçlü etki yaratmak adına bize fiziksel olarak vahşeti göstermesi kolaycı ve sinemasal kaliteyi düşüren bir yaklaşım olabilirdi. Biz daha çok olayın etkileri ile ilgili fiziksel görüntüleri de Oppenheimer'ın zihninin içinden görüyoruz. Yaptığı konuşma esnasında insanların yüzünde gördüğü fiziksel deformasyon, iç dünyasında yaşadıklarının bir yansıması olarak bize veriliyor. Konuşmada dışarıya milliyetçi ve slogan söylemlerle hitap ettiği ancak kendi içinde bir nevi kabus yaşadığı, kendine yabancılaşmayı en üst noktadan hissettiği bölümlerin duygusal etkisinin de oldukça yüksek olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde finalde göl kenarında Albert Einstein ile yaptıkları konuşma da unutulmaz bölümlerden birini oluşturuyor. Hatta bu anlar arasına patlamalardan sonraki bir süreçte Oppenheimer'ın dönemin Amerikan başkanı Truman ile yaptığı görüşmeyi de ekleyebiliriz. Bu şekilde düşünüldüğünde uzun ve yer yer karmaşık yapıda bir film olsa da unutulmaz anlar yaratma konusunda Nolan'ın sıkıntı yaşamadığını da net olarak görebiliyoruz. </p><p><span style="white-space: normal;"><br /></span></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhB7pyz2FCs-yloL0KLeK6m5lO82VUTMo_KbmjMkgCTjA3vX7cn-M2USW3CVoz-DieiSLgEntSuMm8q-zMAtW8183TuHFGZud7BJ7Fkk7tSdqKpe0f0G-keJ3jRZBSnQMKuEPHOVIX7O1mpFtblq1eutwOT05HE_k7dg-E-JW4ZattMJ_NyqV_Elv-rAg/s1200/oppenheimer2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="675" data-original-width="1200" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhB7pyz2FCs-yloL0KLeK6m5lO82VUTMo_KbmjMkgCTjA3vX7cn-M2USW3CVoz-DieiSLgEntSuMm8q-zMAtW8183TuHFGZud7BJ7Fkk7tSdqKpe0f0G-keJ3jRZBSnQMKuEPHOVIX7O1mpFtblq1eutwOT05HE_k7dg-E-JW4ZattMJ_NyqV_Elv-rAg/w414-h225/oppenheimer2.jpg" width="414" /></a></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Şüphesiz başta da belirttiğimiz üzere tarihin tartışmalı kişiliklerinden birini anlatan bir film doğal olarak çokça tartışılacaktır. On binlerce insanın ölümüne yol açan bir kişiliğin yaşadığı iç çelişkileri gösterdiği bölümler, kanıtı olmayan şeyler olarak görülerek filme toptan mesafe alanlar olabilir. Tabii ki Oppenheimer'ın fikrinin sonradan değiştiğinin ve hidrojen bombası geliştirilmesi ve kimi Amerikan politikalarına muhalefet ettiğinin açık ve net kanıtları da mevcut. Kapalı sorgulama süreci ya da iç çelişki ve pişmanlık yaşadığı süreçlerin gerçeklere uygunluk seviyesini elbette bilemeyiz ancak Nolan'ın kendi düşüncesi çerçevesinde filmi çok iyi kurduğu da açık. Filmin üç saati hissettirmeyen çok güçlü bir kurgu ve hikaye anlatım modeli var. Dolayısı ile her ne kadar yer yer kafa karışıkları yaşatsa da süre kullanımı ile ilgili eleştirim olamaz. Ancak bu yorucu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Yorucu bir günün akşamında izlendiğinde çoğu detayı kaçırabilirsiniz. Belki bazı şeylere ancak tekrar izlemelerde hakim olunabilir. Bunun dışında çoğu ünlü oyunculardan kurulu çok güçlü bir yan oyuncu kadrosu mevcut. Bu kadronun tamamının çok iyi kullanılabildiğini düşünmüyorum. Benny Safdie ya da Rami Malek'in oynadığı karakterler çok önemli ve güçlü olabilirken Casey Affleck, Emily Blunt gibi bazı isimlerin karakterleri ise oldukça silik ve iyi geliştirilememiş olarak sırıtıyor.</span></p><p><br /></p><p><span style="white-space: normal;"><span style="white-space: pre;"> </span>Genel toplamda baktığımızda Oppenheimer'ın yılın en çok konuşulacak filmlerinden biri olacağından mutlaka görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca her ne olursa olsun Nolan'ın yönetmen olarak her filmine damga vuran bir gücü var ve Hollywood'da yüksek bütçelerle çalışan yönetmenler arasında bunu yapabilen çok az sayıda yönetmen var gerçekten. Sadece bu açıdan bile filmi önemli buluyor ve gönül rahatlığıyla tüm sinemaseverlere öneriyorum.</span></p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım: 7/10</b></p><p><br /></p><p><b>Vizyonda Gösterimde</b></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-38717152191386140342023-03-12T19:39:00.005+03:002023-03-12T19:43:40.286+03:00Quiet Girl : "Sevgisiz ve Sessiz"<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEht9x3-hFt8hJTGnu5E7fVhwmQqDgT71ewTQYwTTxaOsN61jmvW4HMJKfuPr1LDPJPdKVtrB-baV66MnH9yNoLC-dmSTNx8nCKN5opgsRRngo6BkaUHMXy4EXVnFRIvnItJ0pWTu7wagDvkbdRl5Ev0Ql1v04Dff8DLkv7kxLN49-GgjanA39Tk9sA/s2000/embrace.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1333" data-original-width="2000" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEht9x3-hFt8hJTGnu5E7fVhwmQqDgT71ewTQYwTTxaOsN61jmvW4HMJKfuPr1LDPJPdKVtrB-baV66MnH9yNoLC-dmSTNx8nCKN5opgsRRngo6BkaUHMXy4EXVnFRIvnItJ0pWTu7wagDvkbdRl5Ev0Ql1v04Dff8DLkv7kxLN49-GgjanA39Tk9sA/w400-h266/embrace.webp" width="400" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><div><br /></div><div><span> </span> Bu yılki Oscar'larda en iyi yabancı film dalının adaylarından biri olan İrlanda yapımı Quiet Girl / Sessiz Kız, dokuz yaşındaki kız çocuğu Cait'in hikayesini anlatıyor. Kalabalık ve yoksul bir ailenin içinde yaşayan Cait, annesinin yeni bir bebeğe hamile kalması ile doğum sürecinde yaz tatili boyunca annesinin kuzeni ve eşinin yanına gönderiliyor. Film de bu sürece odaklanıyor. <span><a name='more'></a></span></div><div><br /></div><div><span> </span>İlk bölümlerde Cait'i kendi evinde önce annesi ile ilişkilerindeki soğuk ve mesafeli durumların içinde görüyoruz. Sonra okulda sorun yaşadığı bir olaya şahit oluyoruz. Ondan sonra da babası ile ilişkisini görüyoruz. Cait'in sevgisiz ve ilgisiz bir ortamda büyüdüğü, altı çok kalınca çizilmeden , hissettirilerek bize veriliyor. Daha sonra gittiği evde Eibhlin tarafından gelir gelmez karşılanma anında gördüğü ilgi sırasında ve sonrasında yine Eibhlin tarafında banyo ettirildiği sahnedeki duruşundan evinde benzer bir sıcaklığı bulamadığını, filmin ilk sahneleri ile de birleştirdiğimizde hemen anlıyoruz. </div><div><br /></div><div><br /></div><div><span> </span>Eibhlin'in eşi Sean, ilk başlarda Cait'e karşı oldukça soğuk ve kayıtsız. Çiftlik işlerinde Cait, kendisine yardımcı olmaya çalışırken azarlamasının Cait'i incitmesinin sonrasında yavaş yavaş, aileinin geçmişindeki sır perdesi aralanmaya başlıyor. Dedikoducu komşu kadının bu olaydan Cait'i haberdar etmesi, Cait için birşeyi değiştirmiyor. Zira Cait için evdeki sevgi dolu ortam herşeyden önemli. Sean-Ebhlin çiftinin hem birbirlerine duydukları sevgi ve bağlılık, hem de ona karşı sevgi dolu davranışları onun hayatında hiç bilmediği ve görmediği birşeye karşılık geliyor. </div><div><br /></div><div><br /></div><div><span> Final bölümünde yönetmen Colm Bairead, filmin içinde küçük birer ayrıntı gibi görünen ama Cait'in duygu dünyasını çok etkileyen ufak sahneleri birleştirdiği bölümde çok güçlü bir duygu yakalıyor. O ana kadar daha gözlemci bir üslup ve hissettirmeye dayanan bir anlatım tutturan yönetmenin duygusallığı son bölüme saklaması ve böyle güçlü bir sahne ile sunabilmesi bence filmin duygusunu güçlendiriyor ve iz bırakmasını sağlıyor. Cait'in özellikle baba sevgisine olan özlemini final sahnesinde çok daha iyi anlıyoruz.</span><br /></div><div><span><br /></span></div><div> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhv4dQu_piYOdyWZUx1jm0d4Lt0LjC0qwNGPJnl03PpWZ_7-qK7LWX5pxmO7sFQ9gElrCYhilpRyZ3XFFX0RQigByp3D8ZRcHA57vww8ssKXjn9H_WDGl5IWanpirxmsGWDGxxtCDGsfsTTYG8-qGZcoa6oJ3IZd1QsUTog3_i99eZbTyBX5KDP8nw/s1440/The-Quiet-Girl-46.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1080" data-original-width="1440" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhv4dQu_piYOdyWZUx1jm0d4Lt0LjC0qwNGPJnl03PpWZ_7-qK7LWX5pxmO7sFQ9gElrCYhilpRyZ3XFFX0RQigByp3D8ZRcHA57vww8ssKXjn9H_WDGl5IWanpirxmsGWDGxxtCDGsfsTTYG8-qGZcoa6oJ3IZd1QsUTog3_i99eZbTyBX5KDP8nw/w400-h300/The-Quiet-Girl-46.jpg" width="400" /></a></div><div><span><br /></span></div><div><span><br /></span></div><div><span><span> </span>Görsel olarak 1:37:1 formatını başarıyla kullanan yönetmen, özellikle Cait başta olmak üzere yüz ifadeleri ve mimikleri ön plana çıkararak daha çok "söylenemeyenler" üzerinden filmin duygusunu bize geçirmeye çalışıyor. Çok sade bir üslupla bunun altından başarı ile kalkıp güçlü bir duygu dünyası kurduğunu söyleyebiliriz.</span></div><div><span><br /></span></div><div><span><br /></span></div><div><span><span> Quiet Girl, aslında çok iddiasız ve yalın bir film. Ödül mevsimindeki başarısının çok yüksek bir beklenti oluşturup izleyeni hayal kırıklığına uğratması ihtimali var. Çünkü film aslen bütün gücünü yalınlığından alıyor. Kendi adıma çok beğendiğimi ve etkilendiğimi söylemeliyim. Bu haftanın vizyondaki en iyi filmi olarak herkese gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.</span><br /></span></div><div><span><span><br /></span></span></div><div><span><span><br /></span></span></div><div><span><span><b>Filme Puanım : 7,5 / 10</b></span></span></div>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-69957163630092877382023-03-06T20:51:00.008+03:002023-03-12T19:37:36.360+03:00Living : "Ölüme Giderken Yaşamak"<p><span> </span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLIsMxC0gsJ76M1doO7qLRgAzSE3qq4Ay1HFHwUdojm0_W2pZLpa5Qyd6sjb466LzLXcki10XihZ0te6yORMx8cdlxcBdf28iNG3QIL6gyJB1cEl2Tnzla2gJSZG8NtOao6ndKjALyO0_ZY6QklKPYqZUzC_TP1EBu0PKIHdBUCVIAsVlGD8XuzTI/s3600/MV5BNjlmMWIxZjktYjIzNS00YTI1LThhOGItMDM0N2JjYjk0MmNlXkEyXkFqcGdeQWFybm8@._V1_.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2025" data-original-width="3600" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLIsMxC0gsJ76M1doO7qLRgAzSE3qq4Ay1HFHwUdojm0_W2pZLpa5Qyd6sjb466LzLXcki10XihZ0te6yORMx8cdlxcBdf28iNG3QIL6gyJB1cEl2Tnzla2gJSZG8NtOao6ndKjALyO0_ZY6QklKPYqZUzC_TP1EBu0PKIHdBUCVIAsVlGD8XuzTI/w400-h225/MV5BNjlmMWIxZjktYjIzNS00YTI1LThhOGItMDM0N2JjYjk0MmNlXkEyXkFqcGdeQWFybm8@._V1_.jpg" width="400" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><p><span> </span>Özellikle Bill Nighy'nin Oscar adaylığı ile isminden fazlasıyla söz ettiren Living / Yaşamak bu hafta vizyona girdi. Film, hayatını sıradan bir memur olarak yaşamış, düzenli işine gidip çalışarak geçirmiş bir adamın kanser olduğunu ve en fazla 8-9 ay ömrünün kaldığını öğrenmesiyle geçirdiği değişimi anlatıyor.</p><p><span></span></p><a name='more'></a><span><br /><br /></span><span><br /></span><p></p><p><span><span> </span>Bay Williams, sessiz sakin, İngiliz beyefendisi bir adam. Filmin bir yerinde dediği üzere hep memur olmak istemiş. Çünkü onların o beyefendi ve düz hallerinden etkilenmiş. Aynı sahnede hiçbir zaman büyük hayalleri olmadığından da söz ediyor. Aslına bakılırsa büyük hayallerin ne olduğundan bile habersiz. Zira öleceğini öğrenmesinin ardından "gününü gün etme, hayatın tadını çıkarma" aşamasında parayla ve maddi güçle neler yapılabileceğini, nasıl eğlenilebileceğini bile bilmediğini görüyoruz.</span></p><p><br /></p><p><span> </span>Çok kısa bir ömrünün kaldığını bile paylaşamadığı oğlu ile de bağlarının pek güçlü olmadığını anlıyoruz. Sonlara doğru bundan haberi olamadığı için büyük bir üzüntü yaşadığını görsek de filmin akışı içindeki ilişkilerine baktığımızda, zamanında öğrenmiş olsa da çok birşeyin değişmeyeceğini hissediyoruz. Bay Williams, bir anlamda ölürken de kimseye yük olmak istemiyor ve naif bir ölümü seçiyor. İlkin Sutherland (Tom Burke)'ün yardımlarıyla biraz eğlenmeyi denese de bu işleri pek beceremiyor. Sonrasında işyerinden arkadaşı genç bayan Margaret Harris (Aimee Lou Wood) ile kurduğu yakınlık ile biraz olsun mutlu olmak istiyor. Ama son noktada anlıyoruz ki onu mutlu edebilecek yegane şey aslında başkaları için birşeyler yapmak. Ömrünü bu şekilde geçirmiş birinin alışkanlıklarından vazgeçmesinin çok da kolay olmadığını anlıyoruz. Başkalarının iyiliği ya da mutluluğu için çalışmak. Onun için hayatın özeti bu diyebiliriz.</p><p><br /></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhmByW0XerYQ0W7NB1xVe2bw-FDEipDG6yDKtpmF8T1srmIC3xAr9BDiWk_Y2gruqPLIk6ibG404yzSjEnfhXCI1kAFk7bWzwMLh1YVVZOrH4uNN4vmpBrS1G4TOgr3QsPR1S7PzfDnqIO9NwSSw_GGlIksC7lgoSfBZsStH-kXeFG0SzC7ma0ehxU/s700/4000.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="420" data-original-width="700" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhmByW0XerYQ0W7NB1xVe2bw-FDEipDG6yDKtpmF8T1srmIC3xAr9BDiWk_Y2gruqPLIk6ibG404yzSjEnfhXCI1kAFk7bWzwMLh1YVVZOrH4uNN4vmpBrS1G4TOgr3QsPR1S7PzfDnqIO9NwSSw_GGlIksC7lgoSfBZsStH-kXeFG0SzC7ma0ehxU/w400-h240/4000.webp" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><span> </span>Kurosawa'nın Ikiru filminin senaryosundan uyarlama bir hikaye oluşturan Japon yazar Kazuo Ishiguro, senaryosunu sakin ve usul usul ilerletiyor. Moffie, The Endless River gibi filmleri ile tanınan yönetmen Oliver Hermanus'un da hikayeyi ön plana çıkartan bir anlatım tutturduğunu söyleyebiliriz. Filmin en büyük kozu şüphesiz oyunculuk. Bill Nighy, Bay Williams karakterinin naifliğini içten yakalayan, sakin ve önceki çoğu rolünden farklı bir oyunculuk sergiliyor. Oscar adaylığını fazlasıyla hakeden bir oyunculuk olduğunu vurgulamak gerek. </p><p><br /></p><p><span> </span>Kendi adıma filmin en büyük eksisinin çok tahmin edilir, başı sonu çok belli, düz bir çizgide ilerliyor oluşu olduğuna inanıyorum. Jenerik yazılarından başlayarak hikayenin geçtiği 50'li yıllardan bir filmi izlediğimiz hissinin verilişi başarılı olsa da belli noktalarda, bu düz gidişat demode kalarak izleyiciyi elinden kaçırabilir. Yine de sonlara doğru filmin, özellikle "malum son"un erken gelişinden sonraki kısımda belli ölçülerde farklılaşıp ayakta durabildiğine inanıyorum.</p><p><br /></p><p><span> </span>Düz ama görevini yerine getiren bir hikaye akışı içerisinde çok başarılı bir oyuncu performansı izlemiş olmak da bu filmden yanımıza kar kalan nokta oluyor diyebiliriz. Vizyonda iken görmekte fayda var.</p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım : 6,5 / 10</b></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-13550514277288348692022-12-19T23:54:00.023+03:002022-12-20T00:37:36.647+03:00Sinema Yazını, Dijital Platformlar, Gezegenin Kurtarıcıları vs.<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjB-I0O2zAuS-weQk-Y8vLlMMVo_D6vzlePrfNhbQOxV-ew9jjiYoXa0sEZ1ICuxhySWdZC6aE4oROM57aIr5XSF5mnCjtkfoTR0mi7vknao1OVWKxiwXvIXxSiE2sYCBUT392PhGFhCJmDMjvKhq7hpFOHgVKYTbMjpUwVHz4RZnYi0RALJ2CbC6g/s1920/3418471_1920x1080.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1080" data-original-width="1920" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjB-I0O2zAuS-weQk-Y8vLlMMVo_D6vzlePrfNhbQOxV-ew9jjiYoXa0sEZ1ICuxhySWdZC6aE4oROM57aIr5XSF5mnCjtkfoTR0mi7vknao1OVWKxiwXvIXxSiE2sYCBUT392PhGFhCJmDMjvKhq7hpFOHgVKYTbMjpUwVHz4RZnYi0RALJ2CbC6g/w400-h225/3418471_1920x1080.jpg" width="400" /></a></div><br /><p></p><p><br /></p><p><span> </span>Son yıllarda, özellikle Covid-19 salgınının tüm dünyayı kırıp geçirdiği günlerde etkisini iyice arttıran ve sonrasında da artık vizyon ile baş başa hatta Türkiye için belki de bir adım önde giden dijital platformların varlığı kaçınılmaz olarak önümüzde duruyor. Dijital platformların bu hızlı yükselişi, şüphesiz son yıllarda zaten format değiştirip hızla dijitale kaymakta olan sinema yazınının kaderini de önemli ölçüde etkiledi diye düşünüyorum.<span></span></p><a name='more'></a><p></p><p><br /></p><p><span> </span>Bu yazıda hem kendi karşılaştığım hem de benim gibi internette sinema yazan benzer konumdaki arkadaşların hesaplarında da rastladığım durumlar üzerine ufak hatırlatmalar yapmaya çalışacağım. Aslında biraz polemik yapacağız. Malum, bazen çok zevklidir. Özellikle eski nesil sinema yazarlarının bir bölümünde(elbette tamamı değil, bu yazının konusu sadece twitterda faaliyet gösteren bu bir grup kişi) internette sinema yazan kesime karşı bastıramadıkları bir öfke ile kıskançlık karışımı bir tutum var. Bunlar sanırım, internette ücretsiz olarak bu işi yapanlar yüzünden sinema yazarlığının bir meslek kolu olmaktan çıktığını düşünüyor ve nette yazanları mesleklerini ellerinden alan onları işsiz bırakan kişiler olarak falan görüyorlar. Geçtiğimiz günlerde bir sinema yazarı benim dijital platform ağırlıklı yazmama tepki babında birşey yazmış. Ben de kibar bir şekilde cevap verdim. Ki o hafta vizyonda konuşulabilecek tek film Kurak Günler iken platformlarda Chan-Wook Park, Guillermo Del Toro gibi yönetmenlerin filmleri ve hatta Türkiye için öyle ya da böyle bir gişe canavarı olan Recep İvedik platformlara gelmişti. Platformlar ağırlıklı yazmamanın imkansız olduğunu anlatmaya çalıştım. O arada başka bir sinema yazarı kibirli ve ukala bir tavırla devreye girmiş "xxx'ciğim, arkadaşa söyle, oraya logo olarak film bobini değil, usb koysun, nihahaha diye yazmış" Tabi cevabını verip, zaten takip etmeden boş boş konuştuğu, bana hitap etmek yerine beni üçüncü kişi haline getirerek bana laf sokmaya çalıştığı için gereğini yaptım ama bu anlamda birkaç madde halinde, bu bloğun durumunu, genel olarak benzer arkadaşların durumunu da içerecek maddeler halinde görüşlerimi sıralamanın artık bir gereksinim haline geldiğini fark ettim.</p><p><br /></p><p><span> </span>1) Kendi adıma ben (ve eminim ki sadece internette yazan arkadaşların tamamına yakını) bu işten herhangi bir gelir elde etmedik, etmiyoruz. Kendi adıma sinema yazmaktan sadece yıllar önce 6 ay kadar süren bir site döneminde, çok düşük meblağlarda yazı başı telif hakkı alarak yazdığım yazılarla para kazandım. Ki bu da dediğim gibi 6 ay sürdü ve oradan da aldığım ücretler, aylık sinemaya gitmeye harcadığım parayı bile karşılamayan ücretlerdir. Bunun öncesi ve sonrasında yıllardır süren yazın hayatımda herhangi bir şey kazanmadım. Bizler bu işi hobi olarak yapan, hayatını başka yerlerden kazanan, tüm gün başka işlerde çalışıp hayatını idame ettirmeye çalışan ve bunun yanında burada vakit ayırıp emek harcayarak yazı yazan insanlarız. Kimsenin gelip bizimle " arkadaş şöyle yapsın nihahah" diyerek dalga geçmeye çalışmaya hakkı yoktur, olamaz.</p><p><br /></p><p><span> </span>2) Yazıları okunmayan, genç kuşağa ulaşamayan, twitter takipçisi sayısı bizlerden daha düşük bu adamları da belli ölçülerde anlıyorum. Yıllarını bu işlere vermişsin. Açıp bakıyorsun, biri sinema yazıyor ve takipçisi senden çok. Şimdi sorsan, "takipçi sayısı ile işimiz yok,bla bla" falan diyecekler ama hepsi yalan. Orada takipçi sayısını görüp, o mesajı atarak egosunu tatmin etmeye çalıştığına kendi adıma eminim. Merak etmeyin. Dediğim gibi, takipçi sayımız sizden çok ama en azından kendi adıma ben bir sinema yazarı değilim. Tamamen amatör olarak bu işi yapıyorum. Hoş, bu iş meslek olmaktan çıkalı da çok oldu. O da ayrı konu. Bugün kültür-sanat editörlüğü, festivallerde üstlenilen görevler vs. gibi yan roller dışında salt sinema yazarak para kazanan, dediğim gibi pek kimse kalmadı sanırım. Ve bu gibi adamların temel dertleri de bu zaten. Durumdan bizi sorumlu tutmaları. Bu da komik. Zira dünya bu noktaya geldi. İnternetin ve sosyal medyanın geldiği noktada sinema yazınının şekil değiştirmesi de kaçınılmazdı zaten. Bununla birlikte tabii ki çok sayıda niteliksiz kişiler de önemli sayıda takipçi edinip sinema ile ilgili yazmaya başladılar. Birkaç cümlelik tweetler halinde, eleştiri niteliğinden öte, sadece kişisel beğeniyi ifade eden ve sadece hüküm bildiren yazılar sinema yazını içerisinde yer aldı. Ancak bu internette yazan herkesi bu kategoriye sokmaz. Başta bahsettiğim sinema yazarı gibi adamların temel sorunu, nette yazanların tamamını bu kategoriye sokarak hüküm bildirmeleri. Bunu nereden mi anlıyorum? Sıradaki maddeye geçelim</p><p><br /></p><p><span> </span>3) Adam "film bobini yerine USB koysun" diyerek tamamen korsanı kastediyor. Oysa ekleme yaptığı arkadaşı bana korsan film yazdığım için değil platformlardan yazdığım için eleştiri getiriyordu. Zira korsanda izlediğim bir filmi değil, platformda izlediğim filmi yazmıştım. Aynı noktaya geliyorum ama bizler bu işten para almıyoruz. Kendi adıma festivallere akredite de olmuyorum. Zaten iş nedeniyle şehir dışına çıkıp festival festival gezme gibi bir durumum yok. Basın gösterimleri için davetiye alıyorum ancak İstanbul'da yaşamadığım için bunlara da katılamıyorum. Yani para kazanmadığımız gibi hem emek hem maddi harcamayı cepten yapıyoruz. Böyle bir ortamda haftada kaç defa cepten sinemaya gidip film yazacağım? Haftada bir filmi bu şekilde yazıyorsam, diğerlerini yeni ya da eski film olsun platformlar üzerinden gitmem son derece doğal değil mi? Tüm bunları geçtim. Hadi ben yine büyük bir şehirde yaşıyorum. Ya Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yaşayan/görev yapan ve netten sinema yazanlar ne yapacak? Platform ve korsandan başka çareleri var mı? Filmlerin pek çoğu vizyona bile girmiyor. Örneğin MUBI gibi platformların değerini bu insanlar anlayamıyorlar mı? Türkiye'nin bir ucunda, belki ücra bir ilçesinde yaşayan sinemaseverin ayağına film götüren platform sinemaya neyin zararını veriyor? Daha da ötesi haftada birden fazla vizyonda yazmaya değer film son haftalarda, hatta aylarda önümüze çıkıyor mu?</p><p><br /></p><p><span> </span>4) Bir grup da "önce birkaç hafta da olsa vizyona girsin, sonra platforma gitsin" gibi hayali bir dünyada ama maalesef gerçek dünya böyle değil. Hangi platform onca para ödediği filmin önce salonlarda girmesini ister? Ya da önce salonlarda girecek ise platformlar şimdi ödedikleri parayı öderler mi? "Salonlar kazansın da ne olursa olsun"cular ödemesin diyeceklerdir elbet. Ama o zaman da küçük şehirlerde yaşayan sinemaseverler bazı filmleri hiç izleyememeye ya da çok geç izlemeye devam edeceklerdir. Çünkü salonlar önceden de olduğu gibi, o filmleri oralara götüremeyecekler. "Onlar" nasıl olsa sadece İstanbul'u düşünüyorlar. O yüzden bu konular umurlarında değil tabii..</p><p><br /></p><p><span> </span>5) Son noktada polemiği bırakıp konu hakkında genel fikrimi belirtir isem mevcut durumun uzun müddet korunacağını, platformlar ve salonların hem kol kola, hem başa baş mücadele halinde uzunca bir süre birlikte devam edeceğini düşünüyorum. Sektörün çok uzun vadede nereye varacağını ise gayet tabii hiç kimse bilemez. Bekleyip göreceğiz. Ama hayatın gittiği yönü görmezden gelmeye çalışmak, "bunlar film değil ,TV filmi zaten" ya da "platform filmlerini yazıp kendine sinema yazarı diyenler verdikleri zararı görmüyorlar mı?" falan gibi arabesk yorumlar yapmak gerçekten çok komik. </p><p><b>Herkese keyifli seyirler.</b></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-24284836523601204282022-12-19T22:47:00.008+03:002022-12-19T22:50:38.951+03:00Ayrılık Kararı : Aşk ve Cinayetler<p><span> </span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJTTH4qJkDKGhffFS121W0toN9y409iooEnmLXhF441WI21I31VaERA2132MBkU2Ey5gXZ2r2A_Nyg7YuoCUhwXJRP5j41m5WQx3iqypvGEYJGCJdUbNbju7DBfZ76Q5mSbejrH_kmcoHV-T9cyYgzp589G7WZqmmj3KEP41pnXBHc-UyfLwzOXn4/s1180/MV5BZWE5NmM3ZTgtZDg1MC00YWZlLTkzMzEtODNkNDQwMzc5MzM3XkEyXkFqcGdeQXZ3ZXNsZXk@._V1_.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="664" data-original-width="1180" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJTTH4qJkDKGhffFS121W0toN9y409iooEnmLXhF441WI21I31VaERA2132MBkU2Ey5gXZ2r2A_Nyg7YuoCUhwXJRP5j41m5WQx3iqypvGEYJGCJdUbNbju7DBfZ76Q5mSbejrH_kmcoHV-T9cyYgzp589G7WZqmmj3KEP41pnXBHc-UyfLwzOXn4/w400-h225/MV5BZWE5NmM3ZTgtZDg1MC00YWZlLTkzMzEtODNkNDQwMzc5MzM3XkEyXkFqcGdeQXZ3ZXNsZXk@._V1_.jpg" width="400" /></a></div><br /><p></p><p><b>UYARI : Bu yazı, filmin öykü gelişimindeki bazı sürprizler hakkında ipucu verebilir. Bu yüzden film izlendikten sonra okunması tavsiye edilir.</b></p><p><span> </span>Chan Wook Park'ın son filmi Decision To Leave / Ayrılık Kararı geçtiğimiz günlerde MUBI'de gösterime girdi. Film, bir cinayet masası dedektifi olan Hae-Jun ve tırmanış sırasında hayatını kaybeden bir adamın eşi olarak onun hayatına giren Song-seo Rae'yi merkeze alıyor.<span></span></p><a name='more'></a><p></p><p> <span> </span></p><p><span><span> </span> </span>Bir çeşit uykusuzluktan muzdarip dedektifimiz söz konusu olayın çözümünü gittikçe takıntı haline getiriyor ve kadını gece gündüz izlemeye başlıyor. Bir noktadan sonra önündeki diğer dosyaları ihmal edip tüm konsantrasyonunu da buraya vermeye başlayınca kadına olan ilgisini iyice hissetmeye başlıyoruz. Aynı zamanda evli olan Hae-Jun, Busan'da görev yaparken eşi ise İpo'da yaşıyor ve birbirlerini sadece hafta sonlarında görüyorlar. Hae-Jun yavaş yavaş kendini gizemli Song-seo Rae'ye kaptırırken izleyici olarak bizler ise sonuna kadar kadına güvenmekle güvenmemek arasında gidip geliyoruz.</p><p><br /></p><p><span> </span>Zira Song-seo Rae, tipik bir kara film öyküsü gibi başlayan filmin açık bir şekilde "femme fatale"i olarak bize sunuluyor. Kocasının "intiharı" olayında şüpheli bir durumu var ve Hae- Jun ile ilgili de planları olabileceğini bize düşündürüyor. Durum ancak sonlara doğru netleşiyor ve filmin deniz kenarındaki o olağanüstü finaline ulaşıyoruz. Bu noktaya kadar Chan-Wook Park, her zamanki gibi orjinal öyküsünü, orjinal yöntemlerle anlatıyor. Kimi kilit noktalarda zaman içinde ileri-geri gidip gelmeler kullanıyor. Zaman zaman telefon ekranı, bir balığın içi gibi yerlerden dışarıyı gördüğümüz değişik çekimlere imza atıyor. Yönetmen olarak kendisini hiçbir zaman unutturmuyor. Yine herşeyin merkez noktasında öykü var. Her zamanki gibi öyküsüne güveniyor. Ancak biçimciliği de arka plana atmıyor. Yeri geldiğinde varlığını hemen hissettiriyor. </p><p><br /></p><p><span> </span>Ayrılık Kararı, her zamanki Chan-Wook Park filmleri gibi bir şekilde türler arasında gezinip kendi yolunu bulup akıp giden bir film. Bunu öyle doğal bir şekilde yapabiliyor ki izlerken yer yer film çekmenin çok olay bir iş olduğunu düşünmeniz olası. Bu da Chan-Wook Park'ın alametifarikası. Buna rağmen Ayrılık Kararı'nı berrak bir zihinle izlemenizi öneririm. Zira yorgun bir günün akşamında izlenildiğinde anlık dalıp gitmeler bile size birçok şeyi kaçırtabilir. Çünkü zaman içindeki sıçramalar dikkat dağınıklığı yaşayan bir izleyici için zaman zaman yorucu olabilir. </p><p><span> </span>Film, çoğu Chan-Wook Park filmi gibi unutulmaz anlardan bolca içeriyor. Final sahnesinin estetik kalitesi ve duygu yoğunluğunu unutmak mümkün değil. Aynı şekilde Hae-Jun'un zihninde geçen ve ilk cinayetin çözümlendiği sahneyi de kolay kolay unutacağımı sanmıyorum.</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6df8b8a-ZcZkjGJzSb6ZjLKeUYaQFyhQyaEc4J_EoawuZbQagUi_J_crk6LwdQRqvjD2uEYeQjVAnVxJoQGdbQhqcSa-VIPEoUS_1VsYy5pPpKsJiY79ZfTce0-2leW_oFFoXLL3Vrdf1hDwwIhMIiLcqnQJj1gCzIrHJEWwVMMzjn6PN6q-y5x8/s342/images.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="147" data-original-width="342" height="173" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6df8b8a-ZcZkjGJzSb6ZjLKeUYaQFyhQyaEc4J_EoawuZbQagUi_J_crk6LwdQRqvjD2uEYeQjVAnVxJoQGdbQhqcSa-VIPEoUS_1VsYy5pPpKsJiY79ZfTce0-2leW_oFFoXLL3Vrdf1hDwwIhMIiLcqnQJj1gCzIrHJEWwVMMzjn6PN6q-y5x8/w400-h173/images.jpg" width="400" /></a></div><br /><p><br /></p><p><br /></p><p><span> </span>Özellikle Song-seo Rae'nin İpo'ya taşınıp yeni kocası ile birlikte Hae-Jun ve karısı ile karşılaştıkları sahnede film başka bir boyuta geçiyor. Aslında Song-seo Rae ile ilgili şüphelerimiz halen sürüyor ancak filmin duygusal tonunun hafiften değişmeye başladığını seziyoruz. Bu noktadan sonra ise sonlara doğru filmin aşk filmi yönü iyice açığa çıkıyor. Song-seo Rae'nin "Beni sevdiğini söylediğinde senin aşkın bitti ve benimki başladı" dediği, Hae-Jun'un ise "Bunu ne zaman söyledim ki?" dediği sahne "kadın ve erkek aşkı" hakkında söylenebilecek ne varsa anlatıyor denilebilir. Neticede erkek için öncelikli nokta elde etmek ve sahip olmak iken kadının aşkı ise ancak tam olarak güvendiğinde, yani erkeğin aşkını gördüğünde başlıyor. Dolayısı ile bir orta noktada buluşmaları pek kolay olmuyor. İpo'daki karşılaşmaları ve ikinci ölümden sonra Hae-Jun'un tavrının ve duygularının ilk baştakine göre biraz daha değişmiş olduğunu sezmek zor değil.</p><p><br /></p><p><span> </span>Son noktada, bugüne kadarki hiçbir filminde hayal kırıklığı yaşamadığım (belki ABD'de çektiği Stoker ufak çaplı bir hayal kırıklığı sayılabilir) Chan-Wook Park, mükemmel filmlerine bir yenisini daha ekliyor. Gönül rahatlığıyla yönetmenin sinemasını seven ya da yeniliklere açık tüm sinemaseverlere tavsiye edebilirim</p><p><br /></p><p><b>Not : 8,5/10</b></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-79486243911391171212022-12-12T21:21:00.005+03:002022-12-14T23:43:51.720+03:00Kurak Günler : "Abluka Altında"<p> <span> </span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTHOW-Y6Mgz5Qy8n70bzNVoHOjowah5F-CDlUzP1sLlAXiU9AvvTEFXlzvrclT7GaiZO6bXR92YgIhkrjU-baTXs4w8AXBrPgKyrAgYi5MbryRrA2ILRXarsWYOBydraCm4rNTl5gfZaFEvi8eSIW5F0_F0niIphbeCY4XVR0kBV9GJKAz4iuR67k/s750/image.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="422" data-original-width="750" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTHOW-Y6Mgz5Qy8n70bzNVoHOjowah5F-CDlUzP1sLlAXiU9AvvTEFXlzvrclT7GaiZO6bXR92YgIhkrjU-baTXs4w8AXBrPgKyrAgYi5MbryRrA2ILRXarsWYOBydraCm4rNTl5gfZaFEvi8eSIW5F0_F0niIphbeCY4XVR0kBV9GJKAz4iuR67k/w400-h225/image.jpg" width="400" /></a></div><br /><p><b>UYARI : Bu yazı, filmin öykü gelişimindeki bazı sürprizler hakkında ipucu verebilir. Bu yüzden film izlendikten sonra okunması tavsiye edilir.</b></p><p><span> </span>Emin Alper' in 4.filmi Kurak Günler, küçük bir taşra kasabasına yeni atanan genç Savcı Emre'nin kasabadaki kocaman obruğun başındaki görüntüsüyle açılıyor. Hemen ardından gelen sahnede ise kasaba halkının kovaladığı bir yaban domuzunu öldürmeleri ve sürüklemeleri ile oluşan kan gölü görüntüsü geliyor. Sonrasında ise belediye başkanının avukat oğlu Şahin ve diş hekimi Kemal'in savcıyı ziyareti...</p><p><span></span></p><a name='more'></a><p></p><p><span> </span>Kısa sürede anlıyoruz ki Savcı Emre, yeni geldiği bölgede adaleti uygulamakla ilgilenirken siyasi iktidar ilişkileri ve onların kendisini avuçlarına almak için örmeye çalıştıkları ağı pek umursamıyor. Yöre halkının eğlence için havaya ateş açması, bir hayvana işkence etmeleri onu fazlasıyla rahatsız ediyor. Taşra geleneğine göre ise bunlar son derece normal durumlar. Ancak dört bölüme ayrılarak anlatılan filmin ilk ve kritik bölümü "Ziyafet"'te görüyoruz ki bir yolunu bulup savcıyı içkili bir akşam yemeği ile sinsice aralarına almaları ile işin rengi değişiyor. Savcı, kendisini de olayların orta yerinde bulduğu bir girdaba çekiliyor. Daha sonrası göz altılar, savcının dik durarak olayı aydınlatma çabası, zaman zaman kendisinden şüphe duyması ile akıp giden olaylar silsilesi şeklinde ilerliyor.</p><p><br /></p><p><span> Emin Alper, bizi Savcı Emre karakteri ile özdeşleştirmeye çalışıyor. Herşeyi onunla birlikte çözmeye uğraşıyor, onun bulabildiği kadarını buluyor, onun yaşadığı kafa karışıklıklarını yaşıyoruz. Olayların gelişiminde kasabanın siyasi iktidarının halkı yalan haberler ve kışkırtma ile manipüle edebildiğini görüyoruz. Emin Alper, kitlelerin yönlendirmeyle nasıl aynı şekilde düşünmeye sevkedilebileceklerinin ve azınlıkta kalanları nasıl abluka altına alabileceklerinin resmini çiziyor. Savcı Emre bir komplonun ortasında olabileceğini bilmesine rağmen, sonuna kadar adaleti sağlamak için uğraşıyor. Tabii bunu yaparken elindeki gücü kullanarak kendisini dışarı alabiliyor. Bu noktada taşrada, her türlü farklılığın dışlanması kapsamına homofobi de dahil ediliyor. Savcının, gazeteci Murat ile olan yakınlığı da finalde ortaya çıkacak lincin kapsamına dahil ediliyor. Karakterlerin arasındaki ilişki konusunda Emin Alper, imalarda bulunup net bir cevap vermiyor ve asıl önemli olanın savcının yaşadığı homofobik baskı olduğunun altını çiziyor. Hakime karakteri ise savcının kasabada görevini yapmaya devam edebilmek için nasıl olması gerektiğini gösteriyor denilebilir. Daha "idareci" ve "pragmatik" şeklinde de adlandırabiliriz.</span></p><p><span><br /></span></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipJQNG63wBDNPPHuYTIztriI67sDvH1T01ew4R9k-ORfEFucqbC-JbX7wrPzl_Aigk0SN_Yb4qx8gmFSPzeFIBVIqOcH6IoszLFHfCuD7Dw0C-htsLBpfBRHVsRYXfWxY-a9tVgwiO28QLIEVhZOLGUJucYTuhedT81kahsUgfySL-sahoQiG3Cxw/s620/s-66e7f5c67536bce1b6b7432cb78135dfcfcea1ef.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="349" data-original-width="620" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipJQNG63wBDNPPHuYTIztriI67sDvH1T01ew4R9k-ORfEFucqbC-JbX7wrPzl_Aigk0SN_Yb4qx8gmFSPzeFIBVIqOcH6IoszLFHfCuD7Dw0C-htsLBpfBRHVsRYXfWxY-a9tVgwiO28QLIEVhZOLGUJucYTuhedT81kahsUgfySL-sahoQiG3Cxw/w400-h225/s-66e7f5c67536bce1b6b7432cb78135dfcfcea1ef.webp" width="400" /></a></div><br /><span><br /></span><p></p><p><span><br /></span></p><p><span><span> </span>Finalde savcı adeta cehennemi andıran bir ortamda kendini buluyor. Tam da bu noktada Emin Alper'in meselesi netleşiyor. Alper, her türlü gücü elinde bulundurup istediğini elde etmekte kullanabilen bir siyasi iktidar üzerinden güçlü bir siyasi alegori kuruyor. Aslında bu anlamda filmin yönetmenin ilk filmi Tepenin Ardı'nı hatırlattığını söyleyebiliriz. Ancak o</span>rada erkeklik halleri ve düşman yaratarak tüm günahları onun üzerine atma mevzusu üzerinden, yani çok dolambaçlı yollardan belli günümüz meselelerine ulaşılıyordu. Buradaki eleştiri oklarının daha direkt atıldığını söyleyebiliriz. Benim Emin Alper sinemasını sevmemi sağlayan temel noktanın ise yönetmenin öykülerine ve karakterlerine inanması ve güvenerek ilerlemesi, filmlerini siyasi sloganlar ya da net gündelik siyasi cümleler üzerine kurmak yerine elindeki öyküye odaklanması olduğunu söyleyebilirim. Bu şekilde kendimizi öykünün gücüne bıraktığımızda anlatmak istediği politik meseleler de daha anlamlı ve etkili şekilde açığa çıkabiliyor.</p><p><br /></p><p><span> </span>Kasabanın çölvari atmosferindeki obruklar ve su sorunu da filme damgasını vuruyor. Belediyenin bir türlü çözemediği su sorununun bile sorumluluğunu savcıya atabilmesi taşradaki atmosferi anlayabilmek adına önemli. Obruklar maddi çıkarlar uğruna doğada yaratılan tahribatı simgeliyor. Final ise bence hem karanlık hem umut verici. Gelinen noktada bir çeşit "tünelin ucundaki ışık" durumunda söz edilebilir. </p><p><br /></p><p><span> </span>Oyunculardan özellikle Savcı Emre'de Selahattin Paşalı ve Avukat Şahin'de Erol Babaoğlu'nu daha fazla beğendiğimi söyleyebilirim. Yönetmenlik ise baştan sona çok başarılı. Emin Alper'in gittikçe auterlük yolunda ilerlediğini söyleyebiliriz. Kurak Günler de bence şimdilik en iyi filmi. Vizyonda iken kaçırmayın...</p><p><br /></p><p><b>Not : 8 / 10</b></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-86441848051536917492022-09-27T20:30:00.006+03:002022-09-27T20:35:03.036+03:00Smagen Af Sult / Bir Tutam Açlık (2021)<p> <br /></p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghXJr1PqVGrKUV4Dnm5xsEZsUFDlvxDW2pmVEQEUJUfECDQgea9cuWg9hH8ep8JM2cj7Di0VvnxAkb0mbg1wNNNCwjNQfTKnuKshzCOgFns11-MhiAmCL-mYxlQ9EDeqiOhqpnzST5T74km3Yns4XZ6xwAAiGsG1kS_3GhQ9zUGGzom1sU2G6ShBg/s1920/smagen_af_sult-937921626-large.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1080" data-original-width="1920" height="269" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghXJr1PqVGrKUV4Dnm5xsEZsUFDlvxDW2pmVEQEUJUfECDQgea9cuWg9hH8ep8JM2cj7Di0VvnxAkb0mbg1wNNNCwjNQfTKnuKshzCOgFns11-MhiAmCL-mYxlQ9EDeqiOhqpnzST5T74km3Yns4XZ6xwAAiGsG1kS_3GhQ9zUGGzom1sU2G6ShBg/w486-h269/smagen_af_sult-937921626-large.jpg" width="486" /></a></div><p></p><p><br /></p><p><br /></p><p> Christoffer Boe, yönetmenlik kariyerine hızlı giriş yapan isimlerden biri. Özellikle 2000'lerin başlarındaki ilk iki filmi Reconstruction ve Allegro ile genç ve heyecan verici bir yönetmen olarak tanımlanmış ve filmleri mera, durkla beklenir hale gelmişti. <span>Devamını beklendiği kadar iyi getirdiğini söyleyemeyiz belki ama son filmi Bir Tutam Açlık / Smagen Af Sult ile epey konuşulduğundan bahsedebiliriz.<span></span></span></p><a name='more'></a><p></p><p><span><br /></span></p><p><span> Bir Tutam Açlık, usta şef Carsten ve yemek konusunda uzman Maggi'nin açtıkları restoranda yemek yaptıkları bir sahne ile başlıyor. İkili Michelin yıldızını almayı kafalarına takmış ve kendilerini işlerine tamamı ile vermiş durumdalar. İş dünyasındaki hırslarının yanı sıra sürdürdükleri bir evliliğe ve iki çocuğa da sahipler. Senaryo bizi hikayenin orta yerine atarak başlatmayı tercih ederken ilerleyen bölümde çiftin ilk tanışmalarına kadar götürüyor. Christoffer Boe'nun, ilk dönemindeki gösterişli ve kendini kanıtlamaya çalışan heyecanlı yönetmenlik tarzı yerine daha ağırbaşlı bir tavır takındığını söyleyebiliriz. Yine görüntülerin dilinden iyi anlayan, etkili bir görsel atmosfer kuran ancak hikaye anlatımında ya da kurguda çok fazla numaralara girmeyen bir tavır bu. Sadece anlatmak istediğini görsel olarak iyi kurulmuş bir hikaye içinde anlatmakla ilgilendiğini söyleyebiliriz.</span></p><p><span><br /></span></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-cMAaKTWWXk0UZ7k_e14P0ZCz_WIUf7Zy6TDR1Rpl2T7j8s562xPLdUxGKhXJCjjr6wQ3Pqxi7H7va_mXrV1iXhg-6k3-gOo0yZP3gBGioJLPLK6bYL7rBsC5kqHFe195ePNowaH_DnEwppuiH7LxS05ZxII2LkXl_P6Ac5WcQqkAn4IF2sLQ338/s3840/A_TASTE_OF_HUNGER_Photo_4_by_Henrik_Ohsten.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2160" data-original-width="3840" height="258" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-cMAaKTWWXk0UZ7k_e14P0ZCz_WIUf7Zy6TDR1Rpl2T7j8s562xPLdUxGKhXJCjjr6wQ3Pqxi7H7va_mXrV1iXhg-6k3-gOo0yZP3gBGioJLPLK6bYL7rBsC5kqHFe195ePNowaH_DnEwppuiH7LxS05ZxII2LkXl_P6Ac5WcQqkAn4IF2sLQ338/w542-h258/A_TASTE_OF_HUNGER_Photo_4_by_Henrik_Ohsten.jpg" width="542" /></a></div><br /><span><br /></span><p></p><p><span><br /></span></p><p><span> Film bence sistem içinde var olmaya çalışan, hep daha fazlasını istemenin getirdiği hırsları içinde duracakları noktayı şaşıran, ilişkilerinin, aşklarının, ailenin ve çocuklarının her şeyden önce gelmesi gerektiğini unutan bir çiftin içine düştüğü çıkmazları anlatıyor. Bunu yaparken yer yer etkileyici olabiliyor. Ancak bana kalırsa yer yer dağılıyor. Söz gelimi aldatma hikayesine bence fazla yer ayırıyor. Bir noktadan sonra filmin, evliliğinin içinde boğulan kadının aldatma hikayesine dönüştüğü, diğer kısımların çok arka planda söyleyebilirim. Bunun filmin ana fikri olarak seçildiği belli olan noktayı filmin önemli kısmında geri planda bırakması itibarı ile yanlış tercih olduğunu düşünüyorum.</span></p><p><span><br /></span></p><p><span> Öykü içinde Carsten kendini işe fazla kaptırırken, Maggi ise bunalımını atmanın yollarını dışarıda arıyor. Tabii bunun çocuklara, bilhassa Chloe'ye verdiği zararı çok geç farkedebiliyorlar. Farkına vardıklarında iş işten geçmiş görünüyor. Ama Christoffer Boe tam da bu noktada iyimser bir tavır takınarak "her zaman ikinci bir şans vardır" noktasına evriliyor denilebilir. Tam bir kurtuluş tablosu çizmese de filmin finali itibarı ile çoğu Boe filmine kıyasla fazla iyimser olduğu iddia edilebilir. Christoffer Boe'nun aslen Avrupa usülü bir aile filmine imza attığı bile söylenebilir. Yine de filmin genelinde yani finale kadar geldiğimiz bölümde hüzün duygusunun hakim olduğu gerçeğini yadsıyamayız.</span></p><p><span><br /></span></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEitgaytTXhdCxMfvKgyj7MrXnNnvZDsXvsd_Wl8VHs_tPZmiXjq4aXjDhMMEG07cJmzjrOPlgQUoyHohpK86f7EjalMyRb9_z0W4E4t2Hi-KiMq4HoalVVIfTiBQ6cmtb_A6e05ebVnOCPJTNUIir8yixwEHudcQdWyEiAz39H0rhzprtQhWncYiyM/s1440/11188560.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1440" data-original-width="960" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEitgaytTXhdCxMfvKgyj7MrXnNnvZDsXvsd_Wl8VHs_tPZmiXjq4aXjDhMMEG07cJmzjrOPlgQUoyHohpK86f7EjalMyRb9_z0W4E4t2Hi-KiMq4HoalVVIfTiBQ6cmtb_A6e05ebVnOCPJTNUIir8yixwEHudcQdWyEiAz39H0rhzprtQhWncYiyM/w361-h320/11188560.jpg" width="361" /></a></div><br /><span><br /></span><p></p><p><span> Oyunculukları başta Maggi rolündeki Katrine Greis-Rosenthal olmak üzere beğendiğimi söyleyebilirim. Nikolaj Coster-Waldau'nun da filmin en tanınmış ismi olarak Carsten rolünde filme kalite getirdiğini düşünüyorum. Eksik gedik noktaları fazla olsa da Bir Tutam Açlık bence yönetmen ve oyuncu performansları ile baştan sona sıkılmadan kendini izletmeyi başarıyor. Ama herşey bitip geriye baktığımızda belirttiğim yönler itibarı ile bir parça olmamışlık hissi de bırakıyor. Yine de izleyip kendi kararınızı vermeniz açısından tavsiye edeceğim bir film.Vizyonda kaçıranlar için şu dönemde BeinConnect'te seyredilebilir.</span></p><p><span><br /></span></p><p><span><b>Filme Puanım : 6 / 10</b></span></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-10658478021834707642021-11-16T20:52:00.001+03:002021-11-16T20:56:32.097+03:00The Killing Of Two Lovers (2020)<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiM60WNiHLjjH5roJ9oOnFZDBnoBHVox_MIX2J8j2zwnMjs7Oxmt5WH1woxrUvDrBwje-VNu3QqquVuUhhcbRZFf4ALa5at3oUQVMjvMuZmt50UPyctqYa7Tf3xFHsI4AUGqmuiGh9R4RQ/s1280/image-w1280.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1280" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiM60WNiHLjjH5roJ9oOnFZDBnoBHVox_MIX2J8j2zwnMjs7Oxmt5WH1woxrUvDrBwje-VNu3QqquVuUhhcbRZFf4ALa5at3oUQVMjvMuZmt50UPyctqYa7Tf3xFHsI4AUGqmuiGh9R4RQ/w400-h225/image-w1280.jpg" width="400" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><p><br /></p><p>The Killing Of Two Lovers / İki Aşığın Ölümü, başkarakter David'in yakın plan yüz ifadesi ile başlıyor. Daha sonra kameranın geniş açıya geçmesi ile eliyle silahı karşıya doğrulttuğunu görüyoruz. Sonrasında ise filmin ilerlemesi ile birlikte eşi ve onun sevgilisi olduklarını öğreneceğimiz iki kişiyi yatakta uzanmış yanyana yatmış uyurlarken görüyoruz. Daha sonra David pencereden çıkıp gidiyor ve bu kişileri vurup vurmadığını merak ediyoruz. Film boyu huzursuz edici müzikler ve tuhaf çıkışlarla bir yerde, silahın her an patlayacağı hissiyatı ile gergin biçimde filmi izliyoruz. Ancak yönetmen Robert Machoian başka sularda gezmeyi tercih ediyor.</p><p><span></span></p><a name='more'></a><p></p><p><br /></p><p><br /></p><p>Filmin isminden başlayan ironiyi filmin bütününe yayan Machoian film boyu izleyicinin beklentileriyle oynuyor. İki Aşığın Ölümü, kıskanç ve sinirli bir kocanın öfkesinin ne zaman ve nasıl patlayacağı sorusu üzerinden şekillenecek gibi başlıyor. Ancak bir erkeğin ailesini bir arada tutmak için ne kadarını yapmayı göze alabileceği sorusuna yol alıyor. David, başta tahmin ettiğimiz kıskançlık gösteren koca olmaktan ziyade özellikle kızı ile konuştuğu sahnede gördüğümüz gibi zaman zaman eşine karşı çoğu erkeğin olmayacağı kadar anlayışlı da biri. Kızına karısının iyi biri olduğundan, evliliklerini kurtarmayı denediklerinden bahsediyor. Bir taraftan da her ne kadar önüne geçmeye çalışsa da elbette gurur ve kıskançlık içini kemiriyor. Evliliklerinin sallantıda olduğu bu geçiş sürecinde başkaları ile de görüşebilecekleri şeklinde ilginç bir karar alıp uygulamaları ve eşinin de bir başkası ile görüşüyor olması süreci gerginleştiriyor. </p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1swpfskwC1X07yp7wVk-cy-ExWKoWy0Z091590Xc7-wQEN-fscJYVEVRv7Xk8uH2WsWGHWFwNJYTi76qcvCM-7hXWTSorLSb67rqa221eC5Ll2c0LAUcNdICbaxKo95ExqwSOP5Rbs1Q/s1904/MV5BNGY5NzIwOTItMGJlZS00ZmE4LWIzOTMtZmVkOTg2ZGJjYWQ2XkEyXkFqcGdeQWFybm8%2540._V1_.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1292" data-original-width="1904" height="271" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1swpfskwC1X07yp7wVk-cy-ExWKoWy0Z091590Xc7-wQEN-fscJYVEVRv7Xk8uH2WsWGHWFwNJYTi76qcvCM-7hXWTSorLSb67rqa221eC5Ll2c0LAUcNdICbaxKo95ExqwSOP5Rbs1Q/w400-h271/MV5BNGY5NzIwOTItMGJlZS00ZmE4LWIzOTMtZmVkOTg2ZGJjYWQ2XkEyXkFqcGdeQWFybm8%2540._V1_.jpg" width="400" /></a></div><p></p><p><br /></p><p>Kısa film kökenli yönetmen Robert Machoian bu dördüncü uzun metraj filminde, düşük bütçeye rağmen kırsalda ve doğanın ortasında iyi bir görsellik yakalıyor. Yer yer Terrence Malick filmlerini hatırlatan görselliğin yanı sıra ritm olarak da filmini iyi ilerletiyor. Durağan ve pek iniş çıkışları olmayan öyküsünü alabildiğine sade bir tonda tutuyor. Benzer çıkış noktasına sahip anaakım bir film izliyor olsak muhtemelen öykü çok daha farklı, iniş-çıkışı bol, duygusal tonu yüksek bir kıvamda ilerleyebilirdi.Machoian seyirci beklentilerini bir kenara bırakarak hatta başta da söylediğim gibi zaman zaman onlarla oynayarak iyi bir ton yakalamasını biliyor. </p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWGq0xUJ8lt0fNThutMGZIi8djvO6Cz7eBNOvmoyIIBRwJRusjCofpCruQR8hpDujtoVj1bj-9nDsnQ3jTgGS3TpMBEtkuKwgiFKvE71Me4xb8B_KclwkMmNERSGS_wFi_qtoVOgWaMVk/s2000/beyoglu-sinemasi-1-2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1333" data-original-width="2000" height="322" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWGq0xUJ8lt0fNThutMGZIi8djvO6Cz7eBNOvmoyIIBRwJRusjCofpCruQR8hpDujtoVj1bj-9nDsnQ3jTgGS3TpMBEtkuKwgiFKvE71Me4xb8B_KclwkMmNERSGS_wFi_qtoVOgWaMVk/w485-h322/beyoglu-sinemasi-1-2.jpg" width="485" /></a></div><p></p><p><br /></p><p>Filmin sorunlu noktası ise bence bir yerden sonra öyküsüzlüğün içine hapsolup kalması. Şüphesiz öykü anlatma sineması sularının içine girmeyen ve beğendiğim pek çok film var. Ancak The Killing Of Two Lovers, bir şekilde baştan verdiği kıskançlıktan içi içini yeme hissini bir yerden içimize soktuğundan filmin devamının sadece ailesini bir arada tutmaya çalışan bir çiftin, daha çok da erkeğin çabaları üzerine olması filmi baştan sona ilgiyle izlenilen bir film olmaktan uzak bir noktada tutuyor. Yine de karakter ağırlıklı ve bağımsız ruhlu bir evlilik draması görmek için ekran başına geçenleri çok da fazla hayal kırıklığına uğratmadığını söyleyebilirim.</p><p><br /></p><p><br /></p><p><b>Filmin Notu : 6,5 / 10</b></p><div><br /></div>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-52940053560712434052021-08-23T20:33:00.005+03:002021-08-23T20:39:20.075+03:00Old (2021) <p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg5s0R9z2NUI0May9NM4RIbCaNjSgqOT8GH71E2QHjOV0QMiffMMRqZ9_7d5YQcD-tX5u3sdCNLGXPPA5csYQEZW-VyY-UOUjO5b5y3L1c_EiniQ2g491cjCSGLyclimrlzutkcNiKBu5g/s1920/old-pic.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1080" data-original-width="1920" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg5s0R9z2NUI0May9NM4RIbCaNjSgqOT8GH71E2QHjOV0QMiffMMRqZ9_7d5YQcD-tX5u3sdCNLGXPPA5csYQEZW-VyY-UOUjO5b5y3L1c_EiniQ2g491cjCSGLyclimrlzutkcNiKBu5g/w400-h225/old-pic.jpg" width="400" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><p><span> </span>M. Night Shyamalan son dönemde genelde vasatı aşamayan filmler çekse de kariyerinin başlarındaki işleri ile nazarımızda kendisine öyle bir kredi elde etmişti ki halen her filmini ciddi beklenti ile beklediğimiz bir isim olma özelliğini koruyor. Yeni filmi Old da ilginç öyküsü ile dikkat çekiyor...</p><p><span><br /></span><span> </span></p><a name='more'></a><br /><p></p><p><span><span> </span>Old'da tropik bir tatile çıkan bir aile ile tanışıyoruz. Aslen ailede anne ve babanın ilişkileri pek iyi gitmiyor ve ayrılığın eşiğindeler. Kaldıkları otelin görevlisinin, sadece özel ve sevdiği müşterilere keyifli bir gün geçirme fırsatını verdiklerini söylediği plaja gitmeyi hemen kabul eden aile fertleri, kısa bir süre sonra plajda herkesin hızlı bir şekilde yaşlandığını farkediyor ve oradan çıkıp otele geri dönmek için var güçleriyle çalışmaya başlıyor. Tabii plajda yanlarında iki aile daha var. Bir de plajda gördükleri bir rap şarkıcısı.</span></p><p><span><br /></span></p><p><span><span> </span>Shyamalan'ın yönetmenliği filmin akıcılık konusunda çok sıkıntı yaşamamasını sağlıyor. Yönetmen, bir şekilde seyirciyi oyalayacak, filme bağlayacak bir anlatım tutturmayı iyi beceriyor. Birkaç iyi çekilmiş gerilim sahnesi de var. Ancak özünde olup bitenleri biz de karakterlerle birlikte çaresizce izliyoruz. Zira çözüm üretilmeyecek bir durum söz konusu ve tüm karakterler hızlı bir şekilde bir sona doğru ilerliyorlar. Çıkış umudu filmin ancak en son bölümüne doğru beliriyor ki o ana kadarki kısımlar filmin çok uzun olmayan süresine karşın insana biraz fazla uzun geliyor. Çünkü bir kısa film ile çok kolay anlatılabilecek birşeyi tekrar tekrar ve uzatılmış bir şekilde izlediğimiz hissine kapılıyoruz. </span></p><p><span><br /></span></p><p><span> </span>Bu noktada Shyamalan karakterler arası ilişkileri ön plana alarak izleyiciyi filme bağlamaya çalışıyor. Gerçek hayatta kariyeri ve konumunu korumak için kendini baskıladığını hissettiğimiz, cerrah Charles, çıkış olmadığını hissettiği plajda kontrolü kaybetmeye başlıyor. Charles'ın güzelliğini ve dış görünümünü herşeyden önde tutan eşi Chrystal da devreye giriyor ve hem aralarındaki hem diğerleri ile olan çatışmaları ile bu ikili filmi sürüklemeye çalışıyorlar. Patricia ve Jarin ise sonuna kadar mücadeleyi sürdüren daha mantıklı ve aklı başında bir çift olarak önümüze geliyorlar. Rap şarkıcısı karakteri de başlarda öyküyü sürüklüyor. Ancak tüm bu karakterler ve aralarındaki ilişkiler bence filmin finalini de gördükten sonra, çok da anlamlı bir zemine oturmuyor. Daha çok sadece filmi sürüklemek, öykünün çözümü ile ilgili şüphe uyandırmak gibi amaçlarla filme eklemlenmiş gibi eğreti duruyorlar.</p><p><br /></p><p> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3N7x1YiStoLhjsxmg2EQZtMcYG6BuqhKYAKTxMGOzruJX5ultKwMzHysfC2i_E-ndFnX_yVLsd31K0hH3A6o2mFpVgp0Neh4T1UxQz1bhV69XW6BtXch1ZoHwG1pgIaBdwmRzcUu2GIc/s480/m-night-shyamalan-s-old-1622222795.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="270" data-original-width="480" height="226" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3N7x1YiStoLhjsxmg2EQZtMcYG6BuqhKYAKTxMGOzruJX5ultKwMzHysfC2i_E-ndFnX_yVLsd31K0hH3A6o2mFpVgp0Neh4T1UxQz1bhV69XW6BtXch1ZoHwG1pgIaBdwmRzcUu2GIc/w400-h226/m-night-shyamalan-s-old-1622222795.jpg" width="400" /></a></p><p><br /></p><p><span> </span>Sürprizleri açık etmemek için çok detaylı anlatamayacağım final ise belli konularda eleştirel bir tavra sahip gibi görünerek anlamlı bir noktaya oturuyor ama filmin geri kalanı ile çok da iyi bütünleştiğini düşünmüyorum. Shyamalan bütün filmi daha çok basit bir gerilim hikayesi gibi kurup finalde ise eleştirel hatta politik bir tavır takınıyor. Kendi adıma Rufus Sewell haricindeki oyunculuklardan da çok keyif alamadım. Senaryonun altmetinsel derinlikten yoksun oluşunun oyunculuklarında aleyhine işlediğini düşünüyorum.</p><p><br /></p><p> <span> </span>Filmi Shyamalan filmlerinden en çok The Happening ile karşılaştırabilirim. Orada da bir cümle ile özetlenebilecek bir gizeme sahip öykü vardı. O film de altmetinsel olarak çok derinleşemiyor ve eninde sonunda "Sevgi herşeyin üstesinden" gelir gibi bir noktaya bağlanıyordu. Orada da evliliklerindeki sorunu aşmaya çalışan bir çift vardı ve diğer taraftan bir felaket ile baş etmeye çalışıyorlardı. Ancak The Happening hiç değilse ortaya attığı gizemin ve gerilimin hakkını veriyor, son ana kadar soluksuz kendini izletiyordu. Burada kısa bir girişten sonra daha çok olan biteni çaresizce izlemek durumunda kaldığımızdan olsa gerek filmin hissedilen süresi de başta da söylediğim gibi bana biraz fazla geldi.</p><p><br /></p><p><span> </span>Shyamalan halen her filmini beklediğimiz ve "bu defa olmuştur belki" diye düşünmekten muhtemelen bir süre daha vazgeçmeyeceğimiz bir yönetmen. Umarım bir gün tekrar iyi filmlerle karşımıza gelmeye başlar.</p><p><br /></p><p><b>Filme Puanım : 5 / 10</b></p><p><br /></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-86585208058618693042020-11-20T22:07:00.004+03:002020-11-20T22:10:46.662+03:00Bir Başkadır 1.Sezon (2020) : Memleket Havası<p> </p><p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEja-qbW61HbFLWc_uCujxG4aAqCGWD7u5mmffG2ZrPwFDloZ6i5-0MSUG8DVmoP_783AdZaWZNtlhQNK1v3NRugpfMOwcuzb3rP8qKsJFUUBTl1PTCx-6qtOqnksSj6XYkTc_fyU-Hb7kE/s760/kapak_033430.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="450" data-original-width="760" height="236" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEja-qbW61HbFLWc_uCujxG4aAqCGWD7u5mmffG2ZrPwFDloZ6i5-0MSUG8DVmoP_783AdZaWZNtlhQNK1v3NRugpfMOwcuzb3rP8qKsJFUUBTl1PTCx-6qtOqnksSj6XYkTc_fyU-Hb7kE/w400-h236/kapak_033430.jpg" width="400" /></a></div><br /><p></p><p><br /></p><p> Yeniden evlere hapsolunan şu günlerde üzerine en çok konuşulan/tartışılan iş herhalde Berkun Oya'nın Netflix için çektiği iddialı yerli dizi Bir Başkadır'dır. Berkun Oya 2007 yılında tam bir başarı olamasa da iyi çekilmiş bir film olarak gördüğüm İyi Seneler Londra ile sinemaya giriş yapmış, daha sonra ise dizi ağırlıklı çalışmıştı. Özellikle 2017 yapımı Blu TV dizisi Masum'un senaryosu ile dikkat çekmişti. Seren Yüce'nin çektiği diziyi de son yıllarda izlediğim en iyi yerli dizilerden biri olarak hatırlıyorum...<span></span></p><a name='more'></a><p></p><p><br /></p><p> Belki sonda söylenecek olanı başta söyleyerek başlayacağım ama Bir Başkadır kendi adıma ilk sahnesinden başlayarak beni içine alan ve en son ana kadar bırakmayan bir dizi oldu. Son dönemlerde dijitale hapsolduğumuz bir ortamda çok sayıda dizi izledik şüphesiz. Kendi adıma son aylarda başlayıp birkaç bölümde bıraktığım sınırsız sayıda dizi oldu. Sadece bu bağlamda düşündüğümde bile Bir Başkadır benim için değerli bir iş. Zira birkaç günümü güzel geçirmemi sağladı. Peki Bir Başkadır ne anlatıyor?</p><p><br /></p><p> Aslında ilk anlarda Bir Başkadır'ın klasik laik/seküler-muhafazakar/dindar çatışması üzerine gelişecek gibi duran bir havası var. İlk psikolog sahnesi, devamında tanıdığımız hoca karakteri, Defne Kayalar'ın oynadığı ilk psikolog ile tanışınca bu hissi veriyor hikaye. Ancak devamında Berkun Oya'nın temel derdinin tüm kesimleriyle bir ülkeyi ve insan hallerini anlamaya çalışmak olduğunu anlıyorsunuz. Tabii ki siyasi alt metinler çıkarılabilir çünkü buna çok müsait bir hikaye var ortada. Ancak temel meselenin insan olduğunu bölümler geçtikçe hissediyorsunuz. </p><p><br /></p><p> Tülin Özen'in oynadığı ikinci psikolog ve onun Kürt kökenli bir aileden geldiğini öğrenmemiz ve o ailenin içindeki çatışmalar ile beraber hikayede farklı bir katman daha açılıyor ve bölümler ilerledikçe orada da derinleşiyor. Memleket halleri ile ilgili net cümleler ya da sosyolojik çıkarımlar bulamasak da bu ailenin çatışması bize birşeyler söylemeden de çok şey anlatabiliyor. Öykü Karayel'in mükemmel bir performansla canlandırdığı gündelikçi Meryem karakteri hikayenin pek çok açıdan anahtarı. Dizide bir noktadan sonra iki temel kesimin sahnelerinin arası toplumdaki yarılmaya da işaret edercesine ortadan ikiye ayrılmaya başlarken Meryem bu iki dünyayla da ciddi ve net bağlantısı olan nadir karakterlerden biri olarak ön plana çıkıyor. Beykoz'daki kenar mahalle evinden çıkıp gündeliğe gittiği rezidanstaki bir lüks dairenin kapısını açtığı ilk sahne ve sonrasında gelen ilk defa psikolog koltuğuna oturduğu sahnedeki diyaloglar memleket meselelerine az çok kafa yoran herkesi direkt olarak diziye bağlayacak güçte.</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4yqbNMFBxLDEYzvki7zSWq0uuDXZVWRrBTuJj-vV9I8v_hGtCtgczOnoUuvZWhVWA71vOqhmWTZZhd3E12GUUT12QzBIxV3wVYfBP08BZQceobjY0An4NwvZG_-gnHyuFSiRwzK3MOcU/s730/0x0-bir-baskadir-2-sezon-ne-zaman-yayinlanacak-netflix-aciklama-bir-baskadir-yeni-sezon-tarihi-aciklandi-mi-1605556945309.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="311" data-original-width="730" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4yqbNMFBxLDEYzvki7zSWq0uuDXZVWRrBTuJj-vV9I8v_hGtCtgczOnoUuvZWhVWA71vOqhmWTZZhd3E12GUUT12QzBIxV3wVYfBP08BZQceobjY0An4NwvZG_-gnHyuFSiRwzK3MOcU/w400-h170/0x0-bir-baskadir-2-sezon-ne-zaman-yayinlanacak-netflix-aciklama-bir-baskadir-yeni-sezon-tarihi-aciklandi-mi-1605556945309.jpg" width="400" /></a></div><br /><p><br /></p><p> Fatih Artman'ın da mükemmel bir performansla hayat verdiği Meryem'in abisi rolündeki Yasin de dizinin önemli karakterlerinden. Yasin'in asabi çıkışlarının eşini ve onlarla birlikte yaşayan kardeşi Meryem'in rahatsızlıklarını olumsuz etkilediği ortada. Ali Sait Hoca karakteri, belki belli bir kesimi memnun etmeme pahasına da olsa, hayatın içinde karşımıza sıkça çıkagelen, dinine bağlı, mazbut bir yaşam süren klasik bir dindar şeklinde çiziliyor. Bunun son derece doğru bir tercih olduğunu söylemeliyim. Zira Berkun Oya hemen hiçbir karakterini klişelere ve kesimlerden birinin içini rahatlacak boyutlara taşıyacak şekilde çizmiyor. Örneğin Ali Sait Hoca, kızının tercihleri üzerinde aşırı baskı kuran bir karakter olarak çizilebilirdi ama öyle yapılmamış. Böylece kızının bir özgürlük arayışına girmesi için ille de babasından ağır bir baskı görmesi gerekmediğinin altı çizilmiş oluyor.</p><p><br /></p><p> Üç bölümün finalini yapan Ferdi Özbeğen şarkıları önemli. Üstelik Berkun Oya'nın, Özbeğen şarkılarına konser görüntüleri ve arşiv kayıtlarından oluşan video görüntüleri ile birlikte yer vermesi de ilginç bir tercih. Kullanılan diğer müzikler ve Cem Yılmazer'in orjinal müzikleri de düşünülünce ses bandının, "geleneksel ve modern"i bir araya getiren, ve topluma ortak bir duygusallık veren müziklerden oluşturulduğunu görüyoruz. Bunun da suyu çıkarılmadan ve yerinde tercihlerle yapılmış olması son derece önemli.</p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhH0w7KYddK4eDZQ6hJouQIgBq4OPWSkRM8GEnw8nXz4eWh2D5jAQklVvIm9yyk_EHHq28vt_piQ_ZOCzF_gE89c9cuaEOFfZvnnW_b-DF2oPoc9qgu_TJ_HNZgwn5NZhg_A2hRRbMSO6M/s880/whatsapp-image-2020-11-17-at-15.36.22-2_16_9_1605617217-880x495.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="495" data-original-width="880" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhH0w7KYddK4eDZQ6hJouQIgBq4OPWSkRM8GEnw8nXz4eWh2D5jAQklVvIm9yyk_EHHq28vt_piQ_ZOCzF_gE89c9cuaEOFfZvnnW_b-DF2oPoc9qgu_TJ_HNZgwn5NZhg_A2hRRbMSO6M/w400-h225/whatsapp-image-2020-11-17-at-15.36.22-2_16_9_1605617217-880x495.jpeg" width="400" /></a></div><br /><p> Bir Başkadır hikaye gelişimi ve yönetmenlik açısından TV kanallarımızda gördüğümüz klasik dizilerden hayli farklı bir iş. Çözüm bulan net olaylar ya da entrikalar değil gündelik hayatın içinden insan manzaraları getiriyor Berkun Oya önümüze. Hepsini birbirine bağlayan temel faktör ise memleket hallerinden çeşitli yollarla muzdarip karakterler olmaları. Çok karakterli yapının getirisi olarak tamamı çok detaylı olarak ele alınmıyor belki ama tamamı bizde öyle ya da böyle bir iz bırakıyor. Finalde büyük olaylar olmuyor ya da önemli sorular cevap bulmuyor belki ama karakterlerin birçoğunun hayatında bir şekilde yeni bir sayfa açılıyor. Tabii o sayfanın nasıl dolacağı meçhul. Tıpkı hayatın ne getireceğinin bilinemediği gibi. </p><p><br /></p><p> Berkun Oya ise müzik kullanımı dışında görsel tercihleri ile de yönetmenliğini ön plana çıkıyor. Bir Başkadır görsel açıdan her karesi özenle düşünülmüş bir iş. Farklı semtler ve gelir düzeylerindeki insanların evleri hoş görsel detay, eşya ve imgelerle birlikte sunuluyor. Görsel olarak da yine suyunu çıkarmadan hoş İstanbul manzaraları sunmayı başarıyor.</p><p><br /></p><p> Bir Başkadır kendi adıma çok beğendiğim ve en baştan en son ana kadar büyük bir ilgi ve merakla izlediğim bir iş oldu. Bunda şüphesiz Berkun Oya ve hemen hemen tamamı mükemmel performanslar veren oyuncu kadrosunun payı büyük. Hala izlemeyenlere şiddetle tavsiye ederim.</p><p><b>Dizinin Notu : 8 / 10</b></p><p><br /></p>Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-21009624696274114182020-04-01T12:34:00.000+03:002020-04-01T22:20:05.763+03:002019'un En İyi Filmleri <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgv4Zniu4YI0hwCZY2uraiLF9Zj1NfPOG1-VO0WPkUM7shxxGaPrMRn6BUNhL3CskqtIIT99sxtP3RCfC-URIrndvrUiu3M8K_WQnSWNPQNu90IEF1Hw-9UY8vnxLsPSbaGYGm1pbt5Ak/s1600/2019.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="755" data-original-width="1600" height="188" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgv4Zniu4YI0hwCZY2uraiLF9Zj1NfPOG1-VO0WPkUM7shxxGaPrMRn6BUNhL3CskqtIIT99sxtP3RCfC-URIrndvrUiu3M8K_WQnSWNPQNu90IEF1Hw-9UY8vnxLsPSbaGYGm1pbt5Ak/s400/2019.jpg" width="400" /></a></div>
Öncelikle çok uzun aradan sonra bloğa yeni bir yazı yazabiliyorum. Umuyorum ki bundan sonra düzenli olarak yazabilirim. İçinden geçtiğimiz bu olağanüstü günlerde herkes evdeyken, bir türlü hazırlayamadığım 2019'un en iyileri yazısıyla bloğa geri dönmenin mantıklı olacağını düşündüm. Zira eğer eksikleriniz, izlemedikleriniz varsa tamamlamanın tam sırası...<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Listeyi hazırlarken yine her yıl olduğu gibi Türkiye vizyon tarihlerini baz aldım. Daha önce de belirttiğim gibi bu belki Türkiye'de belki biraz demode oldu. Zira bildiğimiz profesyonel eleştirmenler dışında bu yolu izleyen pek kalmadı. İnternette yazan çoğu kişi yapım tarihlerini baz alıyor. Ancak bu bana fazla iddialı geldiğinden o yolu izlememekte ısrar ediyorum. Zira ucu bucağı olmayan bir şekilde, 2019 yapım tarihli her filmi izlediğini kim iddia edebilir ki! Onun dışında yapım yılları zaman zaman filmin ülke dışına çıkış tarihi ile farklılıklar gösterip çelişki de doğurabiliyor. Ben bu konudaki eski tutumumdan vazgeçmedim ve yine Türkiye vizyon filmlerini dikkate aldım. Yalnız bir değişiklik yaptım ve Netflix üzerinden piyasaya sunulan filmleri de değerlendirmeye aldım. Zira bu filmler artık ödül mevsiminin vazgeçilmezi konumuna geldiler ve onlarsız liste yapmak olmazdı. Eldeki verilere göre 2019 yılı içinde 147 yerli film ve 260 yabancı filmin Türkiye'de vizyon şansı bulduğu görülüyor. Bu filmler ve Netflix'te gösterime giren filmler içerisinden seçtiğim bana göre yılın en iyi 15 filmini aşağıda sıraladım. Bu tip listelerin subjektif listeler olduğunu, herşeyden önce listeyi hazırlayanın sinemaya bakışınıı yansıtan birer ayna olduğunu düşündüğümü bir kez daha hatırlatmak isterim. "Şu film niye yok, bu niye yukarıda, bu niye aşağıda" gibi soruları bu bağlamda çok da anlamlı bulmuyorum.<br />
<br />
<b><u>İşte bana göre 2019'un en iyi 15 filmi :</u></b><br />
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxxehO-5ENRp4lxmXKJem1LDpH3ApAMkG04vOxXbjDVZClZNl8BGt7KakdWdSWKclzuVrgn6VA3Z35WFp8ifm-wXr9RCnMYegMYLEHR55w5n20L5OcUHKh-TQtUmXipRuxS5NPYlWE1Lo/s1600/dragged+across+concrete.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="627" data-original-width="1200" height="208" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxxehO-5ENRp4lxmXKJem1LDpH3ApAMkG04vOxXbjDVZClZNl8BGt7KakdWdSWKclzuVrgn6VA3Z35WFp8ifm-wXr9RCnMYegMYLEHR55w5n20L5OcUHKh-TQtUmXipRuxS5NPYlWE1Lo/s400/dragged+across+concrete.jpg" width="400" /></a></div>
<b><br /></b>
<b><br /></b><b> 15.Dragged Across Concrete</b><br />
<br />
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Uzun süresi ve klasik bir suç hikayesine sahip olmasına rağmen anlatısı, karakterlerini derinlemesine ele alıp sunuş şekli ve konudan bağımsız ufak ayrıntı ve karakterlerle hikayesini donatmayı başardığı için... Örneğin doğum izni sonrası bebeğini güçlükle arkada bırakıp işe başlayan ve ilk iş günündeki banka soygununda öldürülen anne karakterini kim unutabilir ki?<br />
<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSgVz96vURvDmODdwexRIy7RVdukKHNKtJF7DaOAN4VHgFRtBTQzs20Sea0PYi85A4P5l4PKWHrm0d0LSZ3U7e6dGX-1X4u4HXV-dpUt_FBAjnJa3c7IOcbavBfcPf4JCFJlyESfm_vw8/s1600/mirai.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="1200" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSgVz96vURvDmODdwexRIy7RVdukKHNKtJF7DaOAN4VHgFRtBTQzs20Sea0PYi85A4P5l4PKWHrm0d0LSZ3U7e6dGX-1X4u4HXV-dpUt_FBAjnJa3c7IOcbavBfcPf4JCFJlyESfm_vw8/s400/mirai.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
<br />
<b> 14.Mirai</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Yenidoğan kardeşe duyulan kıskançlık gibi bir meseleyi ciddi ve derinlikli bir boyutla animasyona taşımayı başardığı ve hayal dünyasıyla birleştirip eşssiz bir şekle bürünmeyi başardığı için. Ayrıca başı ve sonuyla gördüğümden beri unutmadığım Kun'un suda yolculuk yapıp daha sonra anne ve babasının çocukluğuyla karşılaştığı mükemmel sekans için...<br />
<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbFMmnd0-PyCnXeWoOSKDlrCdQTZVQEMM8OzX_7FIms1AYkjWVWYiAuMBiWpG02s7fuI4FrpViFZWh5Q1scyZhnn0jLVUTRh0cl7zBisJRz9h3iyLLDajMZIdBcKoSjOPkrfL5Yr9_BrM/s1600/hummingbird+project.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1067" data-original-width="1600" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbFMmnd0-PyCnXeWoOSKDlrCdQTZVQEMM8OzX_7FIms1AYkjWVWYiAuMBiWpG02s7fuI4FrpViFZWh5Q1scyZhnn0jLVUTRh0cl7zBisJRz9h3iyLLDajMZIdBcKoSjOPkrfL5Yr9_BrM/s400/hummingbird+project.jpg" width="400" /></a></div>
<b><br /></b>
<b><br /></b><b> 13.The Hummingbird Project</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Kansas ve New Jersey borsalarını, geliştirdiği fiber optik kablo hattıyla birbirine bağlama projesi için önüne çıkan engelleri aşmaya ve hızı 1 milisaniye arttırmaya çalışan Vincent'ın benzerine her zaman rastlamadığımız orjinallikteki hikayesi için. Sermayenin acımasız yüzünü ve ayrıca değişen düzene, hıza ve açgözlülüğe kendi dünyaları içinde direnmeye çalışan Amishleri hatırlattığı ve üzerine düşündürdüğü için...<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhk5SDslvBnYzK9rRpofbvP8R-C9Dghin4xsgjvW5wnMnGouyKO6KoexT80qWOnQXQ3_IVmTVdLFADRbbbNq0SCIrTW2YVZu5zjw5L2QwVDt1-gw4pDzsfyLcKQmzCN6JElSzyZ20bpA1Y/s1600/Once+Upon+A+Time+In+Hollywood.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="458" data-original-width="810" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhk5SDslvBnYzK9rRpofbvP8R-C9Dghin4xsgjvW5wnMnGouyKO6KoexT80qWOnQXQ3_IVmTVdLFADRbbbNq0SCIrTW2YVZu5zjw5L2QwVDt1-gw4pDzsfyLcKQmzCN6JElSzyZ20bpA1Y/s400/Once+Upon+A+Time+In+Hollywood.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<b><br /></b><b> 12.Once Upon A Time In Hollywood</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Sharon Tate cinayetini tekrar hatırlattığı ve üzerine düşündürdüğü ayrıca gerçek bir olayı hayali bir düzlemde ele alıp etkileyici bir sonuca ulaşmayı başardığı için. Düşmüş eski western yıldızı ve dublörü rolünde iki büyük yıldız Di Caprio ve Pitt'i mükemmel performanslar alarak karşımıza getirdiği için...<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhonU06KSn3RUUPR0vKkR9cRI9sS8rFkfcoLgJDGkbwsF7JH26yEDMvlRFGBrlogJ2KwjdO85Rrz0SHObryHFSLN5GvuUaNj263hyg-CVOyn4xWeGlApax11jdUjNO2UAVcm30cEYQRom4/s1600/Avengers+Endgame.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="527" data-original-width="790" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhonU06KSn3RUUPR0vKkR9cRI9sS8rFkfcoLgJDGkbwsF7JH26yEDMvlRFGBrlogJ2KwjdO85Rrz0SHObryHFSLN5GvuUaNj263hyg-CVOyn4xWeGlApax11jdUjNO2UAVcm30cEYQRom4/s400/Avengers+Endgame.jpg" width="400" /></a></div>
<b><br /></b>
<b><br /></b><b> 11.Avengers:Endgame</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Seriye son noktayı muazzam bir şekilde koyduğu için. Aksiyon sahnelerinin yanında duygusallığı hikayenin merkezine yerleştirmeyi başardığı ve alışılanın dışında bir sonuca ulaşıp üzerine düşündürmeyi başardığı için...<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiit5X91AZA6jiRwYznHQVkFS1AIaCTg5xrWn4XpepcAT7GDJc8hYvrOy5gHY05RKssvyA8YSJI5SUEblbawMnN0QFcFYs0jJ1_-g5Fv6Ju2qQW6jvZLnPs0jsxYxSfetfx1qLOyZI-XIE/s1600/Capharnaum.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="183" data-original-width="275" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiit5X91AZA6jiRwYznHQVkFS1AIaCTg5xrWn4XpepcAT7GDJc8hYvrOy5gHY05RKssvyA8YSJI5SUEblbawMnN0QFcFYs0jJ1_-g5Fv6Ju2qQW6jvZLnPs0jsxYxSfetfx1qLOyZI-XIE/s400/Capharnaum.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<b><br /></b><b> 10.Capharnaum</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Kendisini dünyaya getirdikleri için ailesinde davacı olan Zain'in hikayesinde yönetmen Nadine Labaki'nin oyuncu yönetimi ve senaryosuyla kurduğu İtalyan Yeni Gerçekçilik akımını hatırlatan inanılmaz gerçeklik hissi için. Azim ve kararlığını elden bırakmadan sonuna kadar mücadele eden Zain'in yürek burkan öyküsü ve finalde yüzündeki anlık gülümseme için...<br />
<b><br /></b>
<b> </b><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<b><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdzv1C5pTV9OMqbKP8Det0NMRKJpNblLQEgpa-tiSxvQNUPc3ysmGyeIziqstWV0lXhL6awMWVhjkh720ra9i0p7nXY0IdmN7DHHFn1KWDBWzkSedfUtQNqvSV1Em8PHxd8JaQSDUbhcc/s1600/At+Eternity%2527s+Gate.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="168" data-original-width="300" height="224" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdzv1C5pTV9OMqbKP8Det0NMRKJpNblLQEgpa-tiSxvQNUPc3ysmGyeIziqstWV0lXhL6awMWVhjkh720ra9i0p7nXY0IdmN7DHHFn1KWDBWzkSedfUtQNqvSV1Em8PHxd8JaQSDUbhcc/s400/At+Eternity%2527s+Gate.jpg" width="400" /></a></b></div>
<br />
<b><br /></b><b> 9.At Eternity's Gate</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Van Gogh'un sanatına ve duruşuna bundan önceki uyarlamalardan daha fazla yaklaşmayı başardığı için. Van Gogh'un yalnızlığını, iletişimsizliğini ve doğaya(Tanrı'ya) sığınışını çok sessiz ama etkileyici şekilde anlatmayı başardığı için...<br />
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTGGo_w3cj8UoQRlQdG0DLJeHxnmaR9qekJ9bS0-gXXmfWwvgrOZQb4lyyY8-SyKz9HNCfPF3hKOA1TL0MQZD_J4-pNxZ13E0Lp-kNRTm5hUaI7j_iv_FFR4DvZPUrEk2SrGLmgz5Lr44/s1600/Midsommar.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="563" data-original-width="1000" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTGGo_w3cj8UoQRlQdG0DLJeHxnmaR9qekJ9bS0-gXXmfWwvgrOZQb4lyyY8-SyKz9HNCfPF3hKOA1TL0MQZD_J4-pNxZ13E0Lp-kNRTm5hUaI7j_iv_FFR4DvZPUrEk2SrGLmgz5Lr44/s400/Midsommar.jpg" width="400" /></a></div>
<b><br /></b><b> 8.Midsommar</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Ayin (Hereditary)'den sonra gelen bu filmiyle yerini iyice kabul ettiren yaratıcı bir korku-gerilim yönetmeninin doğuşuna tanıklık etmek için. Ayrıca günışığında geçen ve fanatizme teslim oluşu anlatan tuhaf, eşsiz bir psikolojik gerilim sunmayı başardığı için...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsB4zmR1jMNKB2U_jr86IS9glgnTadthyqa1fFKsWlij_o_j_IcnnCU8p1gtVd4VrVWtl7FW8AH8iiG8SRsbry6Cp4YtIjmsmqqTYoXSgWmjWWB2k10eRiNLyPDSjPSkbyO0-0O4qlA2A/s1600/Joker.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="345" data-original-width="614" height="223" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsB4zmR1jMNKB2U_jr86IS9glgnTadthyqa1fFKsWlij_o_j_IcnnCU8p1gtVd4VrVWtl7FW8AH8iiG8SRsbry6Cp4YtIjmsmqqTYoXSgWmjWWB2k10eRiNLyPDSjPSkbyO0-0O4qlA2A/s400/Joker.jpg" width="400" /></a></div>
<b><br /></b><b> 7.Joker</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Dünyanın gittiği nokta üzerine düşünmek için. Uyum sağlamak için elinden geleni yapan, ama toplumun fırlatıp bir kenara attığı bir karakterin dönüşümüne tanıklık etmek için ve tabii yılın en iyi oyuncu performanslarından birini önümüze sunduğu için...<br />
<b><br /></b>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrbL26HnFcj0RP-IqV8mKiGxyBHUMT7lblks-w3sXvWqQ270JK-qcuxlQuoowOAoi4HfzJgkRMkaVW3x10kKmqWW24JF0NEBWvcZMhADy5QXCVK5mCCrThQ_zdRRAGT-1RAfgh-snchpM/s1600/The+Favourite.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1062" data-original-width="1600" height="265" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrbL26HnFcj0RP-IqV8mKiGxyBHUMT7lblks-w3sXvWqQ270JK-qcuxlQuoowOAoi4HfzJgkRMkaVW3x10kKmqWW24JF0NEBWvcZMhADy5QXCVK5mCCrThQ_zdRRAGT-1RAfgh-snchpM/s400/The+Favourite.jpg" width="400" /></a></div>
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<b><br /></b><b> 6.The Favourite</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Tarihsel gerçekleri çok umursamayan bir hikaye kurgulayan Yorgos Lanthimos'un yönetmenliğinde zirveye ulaştığı anlatısı için. İktidar gücü ve saray üzerine söyledikleri için. Ayrıca diğer filmlerinden uzak olmayacak şekilde önümüze getirdiği hastalıklı karakterlerin düşündürdükleri ve ayrıca mükemmel oyuncu performansları için...<br />
<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmsOjLbWaW84_MEdYYwjuVms0EbmErrNiW2sZZLa9eMsg6an5NH3hXLrOr-7pDc3mlPXDijm08Hw1QKOzufq4xFV-Q9rRbARj8Tws0EXd2BNPK0GZ__C6FZqAIoehQxarux1QYGKG2dF4/s1600/Shoplifters.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="345" data-original-width="614" height="223" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmsOjLbWaW84_MEdYYwjuVms0EbmErrNiW2sZZLa9eMsg6an5NH3hXLrOr-7pDc3mlPXDijm08Hw1QKOzufq4xFV-Q9rRbARj8Tws0EXd2BNPK0GZ__C6FZqAIoehQxarux1QYGKG2dF4/s400/Shoplifters.jpg" width="400" /></a></div>
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<b><br /></b><b> 5.Shoplifters</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>"Aile olabilmek için kan bağına gerek var mı?" sorusunu ortaya attığı ve derinlikli şekilde her yönüyle ele alıp cevaplamayı başardığı için. Koreeda'nın sona sakladığı duygusallıkla finalde bizi bir kez daha çarpıp yerle bir edişi için...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGB6PSSYgJFR52JhPpJv2SF7i-KBpbtkISWZVAh-JN29Njsx9Y7RVFqjlfwzbw1x7aL_zZIKmBl8eV5BCfosMenFPom6K4v5tAKG8WYxwgiDdK47xDeu01Z90JzUlN5JKaylvaLwgs9pQ/s1600/The+Irishman.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="508" data-original-width="835" height="242" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGB6PSSYgJFR52JhPpJv2SF7i-KBpbtkISWZVAh-JN29Njsx9Y7RVFqjlfwzbw1x7aL_zZIKmBl8eV5BCfosMenFPom6K4v5tAKG8WYxwgiDdK47xDeu01Z90JzUlN5JKaylvaLwgs9pQ/s400/The+Irishman.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<b> 4.The Irishman</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Hikayenin ana düzleminden çok bağımsız gibi görünse de özellikle son noktada yaşlanma ve yaşlılık hali üzerine söyledikleri ve düşündürdükleri için. Özellikle ortada bir yerlerden sonra uçuşa geçen ve uzun süresine rağmen izleyeni bir daha da elinden düşürmeyen inanılmaz sinema duygusu için ve tabii ki Scorsese için...<br />
<b><br /></b>
<b> </b><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<b><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0zFkGsNYMG7WaP0OQFOoAJUiESn-zMeDNWq3QL5GfIsAk68SOyA9x6mGsesFQQRX3bOvA2SiZ_fy1zDtn1c3GqDhwouq-9hycAgMKR32DTN8uW_ENmu8qNiKy1clXGl_iV7RDDW9QF7U/s1600/Parasite.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="418" data-original-width="740" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0zFkGsNYMG7WaP0OQFOoAJUiESn-zMeDNWq3QL5GfIsAk68SOyA9x6mGsesFQQRX3bOvA2SiZ_fy1zDtn1c3GqDhwouq-9hycAgMKR32DTN8uW_ENmu8qNiKy1clXGl_iV7RDDW9QF7U/s400/Parasite.jpg" width="400" /></a></b></div>
<br />
<b><br /></b><b> 3.Parasite</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Ödül mevsiminde yarattığı beklenmedik hengameden bağımsız olarak önümüze inanılmaz bir sinema duygusu ve baştan sona bir saniye bile kopmadan izlenen bir iş koyduğu için. Sınıf ayrımını Bong Joon-Ho'ya has eğlenceli, gizemli ve sürükleyici bir dille anlatmayı başardığı için...<br />
<b><br /></b>
<b><br /></b>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4kibKAnktwoavJ5M0OITE-OSzzcee9HGpzdmmW2heTa88Q4m6whbUQagzsMCHV34rncRJurjTcbTZXctLkvVh2ZuyMg3rqmJmTw0vxXmKVJvYvGPHvbSKnk8l48dqWFYm7ZFvRY9M_-Y/s1600/So+Long%252C+My+Son.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="900" data-original-width="1600" height="223" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4kibKAnktwoavJ5M0OITE-OSzzcee9HGpzdmmW2heTa88Q4m6whbUQagzsMCHV34rncRJurjTcbTZXctLkvVh2ZuyMg3rqmJmTw0vxXmKVJvYvGPHvbSKnk8l48dqWFYm7ZFvRY9M_-Y/s400/So+Long%252C+My+Son.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<b><br /></b><b> 2.So Long, My Son</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Çin'de yıllarca uygulanan tek çocuk politikasının hazin sonuçlarını mükemmel bir şekilde anlattığı için. İçindeki ağır trajik olaylara rağmen sakinliğini kaybetmeyen bir anlatı tutturmayı başardığı ve seyircinin duygularını kontrol eden, gözyaşı bombardımanı etkisi yaratmaya çalışan bir anlatıdansa bu şekilde çok daha etkileyici olunabileceğini bir kez daha hatırlattığı için. Ayrıca Çin'in tarihsel süreçte yaşadığı siyasi, ekonomik ve toplumsal dönüşümü çok iyi anlattığı ve "gösterdiği" için...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDMO-VwxW2tlTzxdF79q-qSs2Ayd8aHSxka_qRwPOgcK_ydkFj9O_3hz8PKpvSk1w7wgmX75Tuj0C5nci7_tG0W5UTYG1YDg7OBF7L2yaU8553Rt62B4CG5XFCvTe4j2x6KLtiPUw2k4g/s1600/Burning.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="760" data-original-width="1140" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDMO-VwxW2tlTzxdF79q-qSs2Ayd8aHSxka_qRwPOgcK_ydkFj9O_3hz8PKpvSk1w7wgmX75Tuj0C5nci7_tG0W5UTYG1YDg7OBF7L2yaU8553Rt62B4CG5XFCvTe4j2x6KLtiPUw2k4g/s400/Burning.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<b> 1.Burning</b><br />
<b><br /></b>
<b>Neden Listeye Aldım? : </b>Sakin, düz bir şekilde akıp hiç kasmadan kendi kendine yolunu bulup derinleşiyor havası veren eşsiz anlatımı için. Saplantı ve şüphenin sınırları hakkında düşündürdüğü için. Hae-Mi'nin gün batımında dans ettiği üç karakterin bir araya geldiği o eşsiz sahne için...Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-86275254038023215792019-08-22T20:18:00.003+03:002019-08-22T20:22:24.905+03:00Shoplifters (Arakçılar) <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEhjIEZyRCdUbv5ukfcG5_LfM5ezPLuzTxSUwhbnoiJ8jJ-RncORj8gO38SWrHv25vmzCk5pCZY_USL7jAGvPCGw6PNbuesOv5ymnKsZJC0hn9R8J8cv35kwUxP3QXMAl-YqTxBTD2d2k/s1600/Shoplifters1.webp" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="450" data-original-width="800" height="360" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEhjIEZyRCdUbv5ukfcG5_LfM5ezPLuzTxSUwhbnoiJ8jJ-RncORj8gO38SWrHv25vmzCk5pCZY_USL7jAGvPCGw6PNbuesOv5ymnKsZJC0hn9R8J8cv35kwUxP3QXMAl-YqTxBTD2d2k/s640/Shoplifters1.webp" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 13.5pt;"> 2018 yılı Altın Palmiye ödüllü
Shoplifters (Arakçılar)’ı epey gecikmeli olarak henüz izleyebildim. Film, kıt
kanaat geçinen, maddi olarak ayakta kalabilmek için baba ve oğlunun ufak çaplı
hırsızlık işleri de yaptığı bir ailenin hikayesini anlatıyor...</span><br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 13.5pt;"> Yönetmen Hirokazu Koreeda gibi filmografisi boyunca pek çok
kez aileye, aile olmanın ne demek olduğuna dair sorgulamaları zaman zaman
filmlerinin merkezine alan zaman zaman da daha derinlere saklayarak yer veren
bir yönetmenin Shoplifters (Arakçılar) gibi bir filmle karşımıza gelmesi
şüphesiz hiç şaşırtıcı değil. Daha önce ailenin anlamını irdelerken kan bağı
mevzusu sularına da giren yönetmenbu defa bunu hikayenin direkt olarak merkezine
oturtuyor. Söz konusu ailemiz, filmin henüz başlarında baba Osamu, Yuri adında
kötü muameleye maruz kalmış küçük bir kız çocuğuyla yoldakarşılaşıyor ve onu da
ailesine dahil ediyor. Anne,baba, büyükanne ve çocuklarla dışardan bakıldığında
normal bir aile gibİ gözükseler de zamanla öyle olmadığını anlıyoruz. Bir gün
çocuklardan biri hırsızlık yaparken yakalanınca tüm sırlar da birer birer
ortaya saçılıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 13.5pt;"> Ailenin geçimi için babanın tek bildiği iş çalmak ve bunu
kendisine yardım edebilecek yaşa gelmiş çocuklarına da öğretmek. Annenin bir
işi var ancak ekonomik bunalımda işini kaybediyor ki bu ailenin durumunu daha
da kötüleştiriyor. Annenin küçük kız kardeşi ise, görür görmez Wim Wenders’in
Paris Texas’ını hatırladığımız şekilde, bir sex shopta aynanın arkasındaki
müşterilerine şov yaparak katkı sağlıyor ailenin geçimine. Büyükanne ise
maaşıyla eve katkı sağlıyor. Aynı zamanda kendisine ekstra gelir elde etmek
için de farklı bir yöntemi var!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 13.5pt;"> Koreeda, gazete sayfalarında zaman zaman görüp öylece
önyargılı yorumlar yapıp geçebildiğimiz tarzda bir alternatif aileyi önümüze
getiriyor. Ailenin yukarıda sıraladığım geçim yolları üzerinden ahlaki olan ve
olmayan üzerine düşünmeye sevk ediyor bizleri. Ailenin anlamı üzerine
düşündürme </span><span style="font-family: "times new roman", serif; font-size: 13.5pt;">işini de kan bağı konusunu ortaya atarak yapıyor. Bunun üzerinden önümüze
pek çok soru getiriyor. Aile kan bağıyla birbirine bağlı kişilerden oluşan bir
topluluk mudur? Yoksa aile olmak aslında, kader birliği etmek, hayatın
zorluklarına birlikte göğüs germek, mücadele etmek, beraber gülmek beraber ağlamakla
mı ilgilidir? Aslında durduğu tarafı bize hissettirse de dayatıcı bir anlatım
modeli izlemiyor Koreeda. Cevaplardan çok sorularla ve anların bize
hissettirdikleriyle ilgilendiğini söyleyebiliriz.</span></div>
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiv3NKesp7y6fia5a-tGzsFKcu8LWxUv-ruNutj-Swpemx0mD9htQSdN8vzyd2-7F-7KMPS4vXYzOfSFe3wgRzGKg_eTX11YNyjAbjlfX_6ZsKYlYTLeJTjIPQ42EGk7NTKnKdA-oExaWU/s1600/Shoplifters2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1067" data-original-width="1600" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiv3NKesp7y6fia5a-tGzsFKcu8LWxUv-ruNutj-Swpemx0mD9htQSdN8vzyd2-7F-7KMPS4vXYzOfSFe3wgRzGKg_eTX11YNyjAbjlfX_6ZsKYlYTLeJTjIPQ42EGk7NTKnKdA-oExaWU/s400/Shoplifters2.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 13.5pt;"> Filmin büyük bölümü ailenin günlük hayatından kesitlerle
örülürken son yarım saatte hikaye çözülüyor ve çözülmeyle beraber de duygusal
yoğunluk artıyor. Bu bölümlerde aile üyelerinin sorguya çekildiği sahneler
akılda kalıcı. Karşı açıdan sabit çekimin tercih edildiği bu anlarda Sakura
Ando başta olmak üzere oyuncular etkili performans çıkarıyorlar. Özellikle
kolay akıldan çıkmayacak final sahnesi filmin bitiminden sonra geri dönüp
herşeyi bir daha düşünme hissiyatı bırakıyor. Benzer duygusallığı taşıyan Like
Father Like Son (Benim Babam, Benim Oğlum) gibi kimi filmlerinde olduğu gibi
melodrama yakın bir ton tutturmaktan çekinmeyen yönetmen, duygusallığı filmin
bütününe yaymaktan ziyade son bölüme saklayarak hem filmin etki gücünü
arttırıyor hem de filmin melodramatik tonunun ölçüyü kaçırmasına engel oluyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 13.5pt;"> Arakçılar yönetmenliği, oyunculukları, hikayesi, söyledikleri
ve duygusallığıyla herşeyden önce çok güçlü bir film. Yılın en iyilerinden biri
olduğuna şüphe yok.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<b><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 13.5pt;">Filmin Notu : 8 / 10</span></b><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 13.5pt;"><o:p></o:p></span></div>
<br />
<br />
<br />Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-350372091978201648.post-65098798263799514042019-04-01T21:59:00.002+03:002019-04-01T22:09:01.130+03:00Durante La Tormenta / Fırtına Anı (2018)<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8VzPRxCpCp5Pm_lQsJfIP2rTVC3t_rAtL3OxxSNGpq_MdvLp89y9ccbrYZGJeq7LZ-EeU5vvruCc4i1J5gU2giAs1IRzLgMQ4sIYXF1YVlsOVbJD7iketEwMAGgZToHNipAw-B-qg1s4/s1600/3054549.jpg-r_640_360-f_jpg-q_x-xxyxx.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="360" data-original-width="640" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8VzPRxCpCp5Pm_lQsJfIP2rTVC3t_rAtL3OxxSNGpq_MdvLp89y9ccbrYZGJeq7LZ-EeU5vvruCc4i1J5gU2giAs1IRzLgMQ4sIYXF1YVlsOVbJD7iketEwMAGgZToHNipAw-B-qg1s4/s320/3054549.jpg-r_640_360-f_jpg-q_x-xxyxx.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Netflix<span style="font-family: "times new roman" , "serif";">’te gösterim sunulan İspanyol
yapımı Durante La Tormenta / Fırtına Anı, zamanda<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>yolculuk temalı bir hikaye anlatıyor.</span></div>
<a name='more'></a><o:p></o:p><br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Film, 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yeni yıkıldığı
günlerde başlıyor. Annesi evden ayrılan küçük bir çocuk gitar çalarak evde
vakit geçirirken karşı komşusunun dairesinde tuhaf birşeyler olduğunun farkına
varıyor ve oraya gidiyor. Bir cinayet işlendiğine tanık olan küçük çocuk, eli
bıçaklı komşusundan kaçarken kendisine bir arabanın çarpmasıyla ölüyor. Bundan
25 yıl sonrasına gidiyor ve bir hastanede hemşire olarak çalışan, David isimli
eşiyle mutlu bir evliliği ve küçük bir kızı olan Vera ile tanışıyoruz. Yeni
taşındıkları evlerinde eski sahiplerinden kalma video kasetler bulan aile yavaş
yavaş kendini tuhaflıklar içinde bulmaya başlıyor. TV ekranında beliren analog
yayınla eski görüntülere tanık olmaya başlayan Vera, karşı<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>komşularından, daha önce komşusunun evde
yaşayan kardeşi ile ilgili bilgi alıyor ve en sonunda 25 yıl önce kaza geçiren
bu çocukla kendi TV ekranından iletişim kurabildiğini anlıyor ve çocuğun
isminin Nico olduğunu öğreniyor. Çocuğu ikaz ederek kazanın önüne geçen Vera,
ertesi sabah uyandığında kendisini bambaşka ve yeni bir hayatın içinde buluyor.
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Zamanda yolculuğun yapıldığı, geçmişe
giderek olanların değiştirildiği ve sonrasında tüm tarihin ona göre
şekillendiği öyküler sinemanın sıkça el attığı öykülerdir. Fırtına Anı da
bunlara bir yenisini ekliyor. Geçmişe gidilip değişiklik yapılması ve ardından
gelen tüm herşeyin tek bir değişiklikten etkilenmesi yönüyle öykü kurulumu
olarak Geleceğe Dönüş serisini örnek aldığı söylenebilir. Ancak öykü
gelişiminin farklı yönde olduğunu da belirtmek gerek. Burada Geleceğe Dönüş
serisindeki gibi zaman yolculuğunun yaratacağı tehlikeli sonuçlar dışında daha
çok işin aile, aşk, ebeveynlik boyutları vurgulanıyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2njw8eoM_1DOUpl5WxzXU3LhEBkEsdwa9ll6lKSPmUVHkIzsa5DDMy2ASo7LwNadwI0jz89_rkC4xYMOz9DmMiZavFTFlWKo7loOVEJ94lQl9BPVsjxhQejcIbG_IPM-MbpkNtm0WWmc/s1600/58.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="567" data-original-width="1000" height="181" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2njw8eoM_1DOUpl5WxzXU3LhEBkEsdwa9ll6lKSPmUVHkIzsa5DDMy2ASo7LwNadwI0jz89_rkC4xYMOz9DmMiZavFTFlWKo7loOVEJ94lQl9BPVsjxhQejcIbG_IPM-MbpkNtm0WWmc/s320/58.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>El Cuerpo (Ceset), Contratiempo (Davetsiz
Misafir) gibi filmleriyle tanıdığımız genç İspanyol yönetmen Oriol Paulo,
sürükleyicilik anlamında önceki işlerinin kesinlikle altında kalmayan bir iş
çıkarmış. Baştan sona ilgiyle ve heyecanla izlediğimi özellikle belirtmem
gerek. Kimi sahnelerin tasarlanışındaki özen dikkat çekici. Paulo, gerilim
yaratma konusunda da maharetli bir yönetmen. Öykünün hakkını fazlasıyla verdiğini
ve izleyeni elinde tuttuğunun altını özellikle çizmek gerekir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Gelgelelim Fırtına Anı’nın finale gelip
noktalandığında bende tam bir memnuniyet hissi yarattığını söyleyemeyeceğim.
Bunun sebepleri üzerine düşündüğümde de, özellikle son bölümlerdeki sürpriz
gelişmelerin fazla aceleye getirilmesi noktasında buluyorum kendimi. Zira sonda
açığa çıkan sürpriz gelişmelerin öyküde bazı mantıksal boşluklar doğurduğunu
düşünüyorum. Bunlar neler diye soracak olursanız, sürpriz gelişmeleri ele
vermemek adına biraz kapalı konuşursak, özellikle karakterlerin neyi hatırlayıp
neyi hatırlamadığı ile ilgili kısımların senaryo boşlukları içerdiğini
düşünüyorum. Ayrıca finalin sürpriz için fazlaca bir kasma içerdiğini de
düşünüyorum. Finalin, özellikle karakterler ile ilgili kısmının daha başlarda çok
kolay tahmin edilebilir olması dolayısıyla ikincil bir sürprizin zorlama bir
şekilde hikayeye eklenmeye çalışılmış havası verdiğini de söyleyebilirim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Buna karşın belirttiğim gibi baştan sona
ilgiyle izlediğim bir film oldu Fırtına Anı. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Seyirciyi öyküye bağlama ve gerilim yaratma
konusunda çoğu popüler Avrupa filminin başaramadıklarını da başarıyor. Sadece
bu yönüyle bile ilgiye değer bulduğumu vurgulamalıyım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "times new roman" , "serif";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "times new roman" , "serif";"> Filme Puanım :<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>6,5 / 1</span></b><span style="font-family: "times new roman" , "serif";">0<o:p></o:p></span></div>
<br />Ferithttp://www.blogger.com/profile/07940797077677629212noreply@blogger.com0