11 Şubat 2012 Cumartesi

Drive / Sürücü (2011)




Danimarkalı genç yönetmen Nicolas Winding Refn, bugüne kadar çektiği tüm filmlerle bir şekilde ilgi çekmeyi, üzerinde fazlasıyla konuşulan ve özellikle estetik açıdan son derece stilize olan filmler yaratmayı başarmış bir yönetmen. Ryan Gosling de malum, kuşağının en değerli oyuncularından biri. Her ikisini biraraya getiren Drive, elde ettiği eleştirel başarı da gözönüne alınınca hayli ilgi ve beklenti uyandıran bir yapıma dönüşüyor direkt olarak zaten. Baştan söyleyeyim, beklentilerimin yüksekliğine karşın filmi izledikten sonra kendi adıma bir hayal kırıklığı yaşamadım diyebilirim...

Refn, yine aynı stilize sinemasını sürdürüyor. Baştan sona son derece minimal bir hava tutturmayı, çok çok az konuşan, cool, aslında bir o kadar da melankolik, hüzünlü bir başkarakter yaratmayı başarıyor. Sürücü, gündüzleri bir garajda çalışan, geceleri ise soygun, adam öldürme gibi yasadışı işler yapan bazı kişiler için sürücülük yapan biri. Bunun yanında, zaman zaman filmlerdeki kimi tehlikeli araba sahnelerinde dublörlük yapıyor. Araba sürmek, belki de onun hayatta becerebildiği tek şey. Öncesiyle ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadığımız bu 'yalnız' dünyasına tutunabilmesini sağlayan yegane uğraş. Elbette onun için gereken, bunu yüksek adrenalin içerecek şekilde yapabilmek. Dolayısıyla bunu yaparken, hayatını tehlikeye sokacak tehlikeli film sahnelerinde yeralmak, ya da soygun, cinayet gibi kirli işlerin bir şekilde içine bulaşıyor olmak onun umrunda değil. İş ayarlandığı bir sahnedeki konuşması bunu net olarak ortaya koyuyor. Hele son cümlesi: "Sadece araba sürerim"...

Kocası hapiste olan ve çocuğuyla birlikte yaşayan yeni komşusuyla tanışması onu bu hayatın biraz olsun dışına çekiyor. Elbette ilk tanıştıklarında bu hapisteki kocadan haberdar değil. Sonra bir hayal kırıklığı yaşıyor ama adamın hapisten çıktıktan sonra başı bir şekilde tekrar belaya girince, kadın ve çocuğu düşünerek yardım etmek zorunda kalmasıyla da yeniden 'asıl' hayatına geri dönüyor. Yani alışık olduğu bu hayatın dışına onu çıkarabilen tek şey, aynı zamanda onu yeniden o aynı hayatın içine çeken şeye dönüşüyor...



Aslında ortada çok sıradan bir hikaye olmasına rağmen, yönetmen Refn'in yarattığı model, filmi hayli özgün kılıyor. Filmin, janr olarak pek çok farklı etkileşime sahip olduğu söylenebilir. Genel olarak melankolik ve modern bir kara film olarak tanımlanabilir. Diğer taraftan ise yönetmenin, karakterini ele alış biçimi düşünülürse varoluşçu bir psikolojik dram ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Bu açıdan Jarmusch'un kimi filmleri akla geliyor. Diğer taraftan bir ölçüde varoluşun sorgulandığı bir dram ve suç öyküsünün birleşip, melankolik ve sakin bir tonla anlatılmasıyla 2010 yapımı Anton Corbijn filmi The American'ı da kısmen akla getiriyor. Karakterin genel tarzı ile 60 ve 70'lerin kimi westernlerini akla getirirken, genel estetik olarak ise film, yönetmenin önceki çoğu filmi gibi 80'ler kokuyor...

Yönetmenin estetik anlamdaki başarısı finale doğru tavan yapıyor. Refn, şiddet sahnelerinde, önceki filmlerinde olduğu gibi müzik kullanımı eşliğinde şiddeti estetize eder bir pozisyona düşmekten çekinmiyor. Zira zaman zaman gayet kanlı hale gelen bu şiddet sahneleri filmin taşıdığı felsefi alt metni güçlendiren birer unsura dönüşüp, hayatın acımasızlığını ve insanın yeri geldiğinde nasıl bir şeye dönüşebildiğini göstermeleri açısından anlamlı hale geliyor. Özellikle asansördeki öpüşme sahnesi ve sonrasındaki şiddet kullanımı bu noktada önemli. Sürücünün, birazdan yapacağı şeyden sonra asla biraraya gelemeyeceklerini bildiği kadını ilk ve son defa öptüğü sahne unutulur gibi değil...




Filmin kimi sürprizlerini daha fazla açık etmemek için bu kısmı pek ayrıntılı yazmak istemiyorum ama önce sürücünün yanında çalıştığı garaj sahibinin, sonra sürücünün final bölümünde, duydukları 'güven' ya da 'bir parça 'umut' karşılığında yaşadıkları hayal kırıklığı filmin hayatı sorgulayan varoluşsal yanını güçlendiren birer unsura dönüşürken sürücünün, daha önce komşusunun çocuğuyla denediği gözünü açık tutma çabasının finalde 'hayatın ta kendisi'ne dönüşmesi de çok etkileyici. Hayat da zaten bir yerde gözlerimizi daha uzun süre açık tutmaya çalıştığımız ama sonunda gücümüzün kalmayıp o gözlerin kapanmasıyla son bulan kısacık bir yolculuk değil mi?

Ryan Gosling'in bu sessiz ve zor karakterde mükemmel bir performans çıkarttığını belirtirken, Carey Mulligan'ın performasının da, oynadığı karakter öykünün içinde biraz az yer tutup yeterince şekilendirilmese de çok başarılı olduğu belirtilmeli. Drive da tüm bunlar üstüste konunca sezonun izlenmesi gereken, önemli işlerinden birine dönüşmekte zorlanmıyor...


Filmin Notu : 8 / 10

0 yorum:

Yorum Gönder