30 Nisan 2011 Cumartesi

Never Let Me Go / Beni Asla Bırakma (2010)



Vizyonda bu hafta, iyi bir hafta şüphesiz. Bu haftanın incilerinden biri de Japon yazar Kazuo Ishiguro'nun romanından uyarlanan, Mark Romanek imzalı, Never Let Me Go / Beni Asla Bırakma. Film, üç 'özel' çocuğun üzerinden, büyüme, ergenlik, aşk ve ölüm gibi temaları başarıyla ele alıyor ve ortaya yürek burkan bir iş çıkıyor...(Filmin sürpriz gelişmelerinden bir kısmını açığa çıkaran bir yazı olduğunu baştan belirteyim)

Film, üç kahramanımızın çocukluk yıllarından başlıyor. Üçlü bir yatılı okulda öğrenciler. Kathy ile Tommy'nin birbirlerine ilgisi bu yıllarda başlıyor. Ruth ise, yanlarında bir 'üçüncü' olmayı hazmedemiyor ve bunun için devreye girip Tommy'nin ilgisini çekmeyi deniyor. Aslında üç farklı dönemde geçiyor öykü bir taraftan. Üçlünün çocukluklarında 70'lerdeyiz. Bu dönemde, okulun baskıcı yönetimiyle de tanışıyoruz. Küçük yaşta çocuklara 'özel' oldukları açıklanıyor. Hiç yaşlanamayacakları, asla çocuk sahibi, 'normal' birer ebeveyn olamayacakları. Bu vasıtayla yönetmen de, bunu bir sır olarak sona saklayıp, sonu sürprizli bir film çekme düşüncesini reddediyor. Romanek'in derdi, etki gücünü arttırıp daha büyük bir film yapmak değil. Naif bir bilimkurgu ve aşk öyküsü kırması çekmek. Bunda da hayli başarılı oluyor. Film, tüm insani boyutu, masumiyetine rağmen bilimkurgu hissiyatını da elden bırakmıyor...



Orta bölümlerde 80'lerdeyiz ve kırsal kesimde bir evde, 'parti' ortamındayız. Okul yılları sonrası, okuldan başka çocuklarla da birlikte burada, son yıllarına hazırlanıyorlar, bir nevi hayatlarının eğlencesini yaşamaya çalışıyor gençler. Önlerinde bir karanlığın, boşluğun onları beklediğinin farkındalar. Bu söylemin de günümüzün 'umutsuz' gençlerine dair alegorik bir söylem olduğu hissiyatı belirginleşiyor. Buradaki dönemde, Kathy'nin aşkı iyice umutsuzlaşmış. Ruth ise adeta 'en şeytani' döneminde. Kathy'yi kırmaktan, onun ruhunu incitmekten, aşağılamaktan, kötü hissetmesini sağlamaktan keyif alıyor. Belki de yaşayacakları, çok yakındaki karanlık öncesi hayatla baş etme yolu onun için bu. Bu dönemde, kimin 'kopyası' oldukları sorusu da gençler için büyük önem arz ediyor. Böyle bir arayışın da içindeler...

90'lar ise her ne kadar halen çok genç olsalar da bildiğimiz anlamda 'yaşlılık' dönemi onlar için. Ruth, vicdan azabı içinde. İçlerinde en çabuk 'çöken' ve malum sona doğru yaklaşan da o. Tommy birkaç operasyon sonrası ayakta durmaya çalışıyor. Kathy için ise henüz bir sorun yok. Hastanedeki görevine devam ediyor. Yılların pişmanlığı sonrası aşklarının kollarına Tommy de kendini bırakıyor. Ama vakit geç ve her ikisi için de son yakın. İkili bu noktada 'umut' peşinde. Bu umut kafalarında kendilerinin 'yarattıkları' bir umut mu, yoksa 'gerçek' mi? İki aşık, bir anlamda 'kavuştuktan' sonraki kısımda film, bu sorunun cevabına odaklanıyor...




Mark Romanek, çektiği müzik videolarından da bildiğimiz üzere görüntülerin dilinden çok iyi anlayan bir yönetmen. Burda da görüntüleri konuşturuyor adeta. Üç farklı zaman dilimi İngiltere'sinin görüntüleri gerçekten harika. Dış mekanlarda daha çok, filmin melankolik havasına uygun şekilde soluk renkler tercih edilmiş. Oyunculuklar anlamında özellikle Carey Mulligan çok öne çıkıyor. Kathy'nin masumiyet dolu doğasıyla tam anlamıyla bütünleşmiş. Diğer oyuncular da onun gölgesinde olsalar bile iyi performans çıkarıyorlar...

Gelgelelim yolunda gitmeyen şeyler de var. Film başta tüm numarası açıklanan ve gelişmeyen bir hikaye ile sürüp gidiyor. Dolayısıyla çok derinlikli, felsefik birşeyler beklemeyin. Sadece bir 'durum' u anlatmakla yetiniyor.

Never Let Me Go / Beni Asla Bırakma, baştan sona hüzün, romantizm, masumiyet yüklü bir aşk filmi. Aynı zamanda sert bir bilimkurgu. Aradaki dengeyi başarıyla kuran senarist Alex Garland ve yönetmen Mark Romanek'in o anlamda haklarını teslim etmek gerek. Ancak onun dışında tam anlamıyla 'olmuş' bir iş olarak göremiyorum şahsen...

Filmin Notu : 6,5 / 10

0 yorum:

Yorum Gönder