19 Nisan 2011 Salı

3 Women / Üç Kadın (1977)



Birkaç yıl önce kaybettiğimiz Amerikalı yönetmen Altman, ülke sineması için son derece önemli bir figürdür aslında. Godard'ın Fransız sineması için yaptığını, Altman'ın Amerikan sineması için yaptığını iddia etmek mümkün. Klasik ve başı sonu belli öyküler anlatmaktan itina ile uzak durur. En önemli özelliklerinden birisi, Amerikan sinemasının en bilindik özelliği olan, seyirciye 'katharsis duygusu yaşatma' dan tamamen uzak olmasıdır. Seyirciye klasik şablondan uzak ve kolaylıkla özdeşleşemeyeceği karakterler sunan Altman, aslında öykülerini çok sayıda karakter arasında kurduğu filmlerinde, Amerikan sinemasının alışılageldik kodlarını tamamen yapıbozuma uğratır. Bu yazının konusu ise ustanın görece az bilinen filmlerinden 3 Women / Üç Kadın...(Uyarı : Yazının devamı, ağır miktarda spolier içerir. İzlemeyenlerin ve filmin kimi gelişmelerinden önceden haberdar olmak istemeyenlerin bu yazıyı okuması pek tavsiye edilmez!!!)

Kaliforniya'nın çöller bölgesinde yaşlılara hizmet veren bir kaplıca merkezinde işe başlayan, memleketi Texas'tan yeni gelen utangaç ve çocuksu Pinky'i işyerinde eğitme görevi Millie'ye verilir. Kısa süre sonra da Pinky, Millie'nin yanına taşınır ve ikili ev arkadaşı olurlar. Pinky'nin popüler, hızlı ve sofistike görünümdeki hayatı, sessiz ve dışa kapalı Pinky'nin onu kendince bir idol haline getirmeye başlamasına yol açar. Oysa bizler, film ilerledikçe Millie'nin her ne kadar dışa dönük bir imaj çizse de aslında hiç de göründüğü gibi olmadığını, hemen hemen kimse tarafından sevilmediğini, kibirli ve soğuk bulunduğunu anlamaya başlarız. Millie'ye yüz veren tek insan eski bir film dublöri olan Edgar'dır. Edgar ve hamile eşi, Millie'nin evsahipleridir. Çift, çölde, harap görünümlü bir turistik tesis ve barı işletmekte ve kendileri de orada yaşamaktadırlar. Edgar'ın tuhaf davranışlar gösteren eşi Willie, kimse ile tek kelime konuşmamakta, tesisin kimi mekanlarının duvarlarına garip görünümlü, gerçeküstücü ve erotik çağrışımlı resimler çizmektedir. Hamile karısı ile hiç ilgilenmeyen bu 'maço' kılıklı adamın ilgi alanları arasına alkol, motorsiklet, silahlar ve fırsatını bulursa kaçırmadığı, 'başka kadınlar' girmektedir. Başlarda kendisine büyük hayranlık duyan Pinky'nin ilgisinden memnun olan Millie, zamanla onun aşırı çocuksu ve saf bulduğu tavırlarından sıkılır ve onu evden kovmak ister. Pinky, bunun üzerine intihar girişiminde bulunur ve hafıza kaybı yaşar, kendisini ziyaret eden anne-babasını bile artık tanımamaktadır. Filmin devamı için, bu intihar girişimi bir dönüm noktasıdır ve bu noktadan itibaren bir kırılma yaşanır ve iki kızın kimlikleri yer değiştirir. Edgar'ın kaza ile ölmesi, Willie'nin ölü doğum yapışı gibi olaylardan sonra, üç kadın, Pinky, Willie ve Millie birlikte yaşamaya başlar, üçünün kimlikleri arasındaki bulanıklık, yavaş yavaş yerini tek bir 'kadın' kimliğine bırakmış gibidir...

Filmin konusunu en baştan, en sona spoilerlı şekilde anlatmak aslında genelde yaptığım birşey değildir elbette. Ancak bazı filmleri anlamlı şekilde inceleyebilmek için bu kaçınılmaz oluyor. Zaten etiketlerimizde 'film kritiği' yerine 'film incelemesi' dememizin bir sebebi de bu. İşte bu film de böyle filmlerin en net örneklerinden biri aslında. Bu yüzden böyle bir giriş yaptım...



Altman'ın filmi, görülebileceği gibi finalde en son geldiği noktada hayli provakatör bir yapıya kavuşuyor gibi gözükebilir. Aslında öyle olmadığını iddia edebilecek durumda da değilim. Birileri çıkıp bu filme erkek düşmanı diyebilir. Ya da tam tersi yapılsa, kadınların bu kadar üzerine gidilse feministler ayağa kalkabilirdi belki ama burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var kanımca. Altman, tamamen 'feminen' bir bakışla, bir nevi 'kadınların' gözüyle film çekmeyi deniyor ve bu yüzden film böyle gözüküyor aslında. Bir nevi, bir erkeğin tamamen 'kadın' gibi hissedip, onların gözüyle film çekmeye çalıştığı deneysel bir film bu. Son geldiği noktada, filmin net cümlesinin, 'erkekler ortadan kalksa ve dünya kadınlara kalsa sorunsuz şekilde yaşar giderler' gibi birşey olmadığını iddia edemeyiz, evet. Ancak, burada önemli olan, Altman'ın bunu, sorunlu kadınlar üzerinden yapıyor olması. Ele aldığı üç kadından biri zaten marjinalliğin sınırlarında gezen, hiç konuşmayan bir kadın. Diğeri utangaç, saf ve hayli çocuksu haliyle yine sistemle uyumsuz bir karakter. Sistemle en azından görünürde en uyumlu olan Millie'yi ise yakından tanıdıkça hiç de öyle olmadığını, insan ilişkilerinin en az diğerleri kadar sorunlu olduğunu ve yine onlar gibi çevresinde hiç sevilmediğini görüyoruz. Tabii bu noktada Millie'nin 'sistem kadını' nın bir temsili olduğu ve bir yerde bu üç kadınla, her tip kadının anlatıldığı düşünülebilir. Ancak içlerinde evlenip, çocuk sahibi olmuş, bildiğimiz anlamda sistemle 'tam uyumlu' bir kadın yok. Dolayısıyla zaten yönetmen özellikle sorunlu ya da sistemin sorunlu adlettiği kadınları seçmiş ve öyküyü onların gözünden kurmuş. Böyle kadınlar için, bir de 'erkek' derdi çok fazla geliyor ve onlar olduğu sürece mutlu olmaları mümkün olamıyor. Uç karakterleri dolayısıyla ne 'tipik' erkeklerle mutlular, ne de birbirleriyle arkadaş anlamında mutlular. Çünkü bir erkeğe sahip olmak onlar için hep uğruna 'mücadele' vermeleri gereken, sistemin 'kadınlığın şartı'olarak koyduğu birşey. Zaten sistemin kendisiyle barışamayan bu kadınların psikolojisinde, erkekler tek çıkışı temsil eder hale geliyor. Dolayısıyla onlar 'ortadan kalkmadan' mutlu olmaları imkansız. Bu açıdan bakılırsa filmin ne 'erkek düşmanı' çizgide, ne de 'kadını ötekileştiren' bir çizgide olmadığı anlaşılabilir...

3 Women'ın en büyük akrabalık bağı gösterdiği film, şüphesiz Ingmar Bergman klasiği Persona'dır. Bilindiği gibi bu filmin temeli de iki kadın arasındaki bir kimliksel değişime dayanır. Aynen Altman'ın filminde olduğu gibi kimi psikolojik ve cinsel içerikli semboller Persona'da da yer bulur. Hatta Altman'ın 3 Women'ınının kendisinden sonra gelen kimi filmler üzerinde de ciddi etkileri olduğu görülebilir. David Lynch'ın 2001 tarihli başyapıtı Mulholland Drive'ına baktığımızda, görünürde hayli farklı olsa da saydığımız bu iki filmin (3 Women ve Persona) genel şablonunun film üzerindeki etkisinin büyük olduğunu görebiliriz. Lynch'in filmindeki kimlik değişimi bu iki filme göre daha belirgindir. Varılan son noktada ise Lynch'in filminde büyük bir kaos vardır. Bu açıdan seyircinin kafasında film boyu uyanan soruların çoğu cevaplanmadan biten Persona ile daha büyük bir yakınlğı olduğu görülebilir. Ona göre de daha kaotiktir elbette. 3 Women' da ise finalde yine tuhaf ama huzurlu bir atmosfer yaşanır. Bir anlamda 'erkeğin ölümü' ile gelen bir huzurdur bu. Bu arada final demişken, özellikle finalde gelinen noktanın ve atmosferin hafızalardan kolay çıkmayacak anlar içerdiğini ekleyelim...



Bunların dışında Altman'ın filmi görsel olarak da hayli farklı bir estetiğe sahip. Willie karakterinin yaptığı çizimlerin ve bu çizimlerin filmin görsel yapısındaki kullanım biçimlerinin filme hayli simgesel ve metaforik bir yapı kazandırdığı kesin. Özellikle renk kullanımları da dikkat çekici. Üç kadının film boyu, yaşanan kırılma noktasından önce ve sonra giydiği kıyafetlerin renklerinin sıralanışına da dikkat diyelim ve yazıyı iyice uzatmadan bu noktadaki keşfi de sizlere bırakalım...

Usta Robert Altman'ın genel şablonunu tamamen gördüğü bir rüyadan aldığını söylediği ve kadınların dünyasına ilk ve son defa bu kadar direkt olarak girdiği filmi 3 Women / Üç Kadın, üzerinden 30 yıldan fazla süre geçmesine rağmen bugün tazeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş bir film. Yenilikçi keşiflere açık sinemaseverlerin, diğer çoğu Altman filmine göre hayli az bilinen bu klasiği görmelerinde büyük fayda var...

0 yorum:

Yorum Gönder