17 Mart 2012 Cumartesi

Take Shelter / Sığınak (2011)



Jeff Nichols'ün ikinci filmi olan Take Shelter / Sığınak, aldığı eleştirilerle sezonun dikkatleri çeken bağımsızlarından birine dönüşmüştü. Film nihayet dün ülkemizde de vizyona girdi...

Nichols, öncelikle etkileyici bir atmosfer kurmanın peşinde koşuyor. Büyük ölçüde de bunu başarıyor. Son derece başarılı bir görüntü yönetmenliğinin de yardımıyla, kırsalda geçen öyküsünden inandırıcı, elle tutulur ve görsel olarak son derece etkileyici bir dünya çıkarmayı beceriyor. Jessica Chastain ve Michael Shannon başta olmak üzere yardımcı oyuncular da dahil tüm kadrodan etkileyici performanslar alıyor...

Gelgelelim filmi, genel çoğunluk kadar etkileyici ve tam anlamıyla 'olmuş' bulamadığımı söylemek zorundayım. Öncelikle öyküye bakalım: Eşi ve işitme engelli kızı ile mutlu bir yaşamı olan aile babası Curtis, aniden kabuslar görmeye başlar. Uzmanlara danışır ancak çözüm bulamaz. Ailesini yaklaştığını düşündüğü felaketten korumak için elinden geleni yapmaya kararlıdır. Bunun için eşi dahil herkesi karşısına almaya hazır durumdadır...

Ailesini korumak için her türlü toplumsal normlara karşı gelmek durumunda kalan aile babası öyküsünde bir farklılık olduğunu kendi adıma düşünmüyorum. Diğer taraftan, filmin öykü anlatımı anlamında gelişimi de hiç tatmin edici değil. Ne öykü ilk başladığı yerden bir adım öteye gidiyor, ne de karakter gelişimi açısından ortada ilgi çekici bir durum var. Öykünün tek kozu finalde ne olacağı, bu işin nasıl sonuçlanacağı. Ayrıca yönetmen rüya / gerçek ayrımını da net şekilde yapıyor. Bu anlamda daha ikinci rüya sahnesinden itibaren 'rüyaların' farkında oluyoruz. Yani rüyalar ile gerçekliğin içiçe geçmesi gibi bir durumu da kullanmıyor. Gün geçtikçe karakterin daha da dibe battığını hissediyoruz. Filmin çok uzunca bir bölümü de bu kısımlarla geçiyor. Nichols'ün Antonioni etkileşimli bir yönetmen olduğu kısmen hissediliyor. Özellikle Il Deserto Rosso / Kızıl Çöl etkileşimi oldukça bariz. Antonioni'den farkı ise bütün merakı 'final' üzerine kurması. Antonioni filmlerinde, finalde öykünün nereye varacağını başlarda merak ediyor iken bir noktadan sonra adeta onu umursamaz hale gelir, yönetmenin önümüze sunduklarıyla vakit geçiririz. Bir yandan da final merak edilir tabii ki ancak onun filmlerinin merak uyandıran finali gördükten sonra tüm filmi gözden geçirtici, ilk anda filmin içinde 'anlamsız' gelen kimi noktaların, aslında filmin çözümlenmesi açısından ne kadar önemli olduğunu vurgulayıcı bir yapısı da vardır. Nichols'ün filminde buna benzer bir yaratıcılık da yok. Böyle olunca anlıyoruz ki filmin çok uzun bir kısmı, finali gördükten sonra da, filmin çözümlenmesine pek katkısı olmayan sahneler bütününden oluşuyormuş. Bu anlamda bence filmin ne öyküsü farklı, ne de ele alış biçimi açısından bir farkllık var. Bir adamın kendi aklıyla mücadele edip ayakta kalmaya çabalaması yönüyle de A Beautiful Mind başta olmak üzere halihazırda pek çok film geliyor akla...




Diğer taraftan, filmin finalinin kısmen belirsiz de olsa ahlakçı bir yapıda olduğu, dolayısıyla da oldukça klişe olduğunu söyleyebilirim. Sonuçta ne olursa olsun, ortaya çıkan tablo, ailesini korumak için 'deli' olarak görülmek dahil her türlü şartı göze alan bir aile babasının ne kadar ulvi bir görev üstlendiğinin vurgulanması gibi bir durumu içeriyor. Bu bağlamda görsel olarak tıpkı giriş sahnesi gibi oldukça etkileyici olan finalin, içerik olarak son derece klişe olduğu görülebiliyor...

Jeff Nichols, görsel vizyonu olan, ileride çok iyi işlerini izleyebileceğimiz bir genç yönetmen. Ancak görsel kısım kadar, işin düşünsel boyutu üzerine de fazlaca kafa yorup kendisini geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu haliyle filmin görsellik ve oyuncu kadrosu dışında pek de bir kozu yok bence...

Filmin Notu : 6 / 10

0 yorum:

Yorum Gönder