28 Mart 2013 Perşembe

Film Eleştirisi: Kelebeğin Rüyası (2013)





Yılmaz Erdoğan’ın yönettiği Kelebeğin Rüyası’nı gecikmeli de olsa sonunda izleyebildim.  İki şair Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’un hikayesini anlatan film önce Jules ve Jim benzeri bir üçlü aşk öyküsü gibi başlıyor. Çok geçmeden şairlerden Rüştü Onur’un  verem yüzünden sanatoryuma götürülmesi, aşk hikayesini diğer ikili arasına kaydırıyor. Muzaffer Tayyip Uslu’nun da aynı yere gitmesinin ardından, Rüştü Onur’un burada gelişen yeni bir aşk öyküsü devreye giriyor…



Bu aşk öykülerinin anlatımında herhangi bir orjinallik bulunduğunu söylemek zor. Filmin asıl başarısı oyuncuların performanslarından da güç alarak  inandırıcı, gerçek karakterler yaratması. Aşk hikayesinden ziyade, karakterlerin aileleri ile olan ilişkileri geri planda kalıyor gibi gözükmesine rağmen, daha fazla şey söylüyor. Zengin ailenin kızı olan Suzan’ın babasının kendisine karşı aşırı korumacı tavrı, kader anlarından birinde attığı tokat, Muzaffer’in, babası ile ilişkisi, özellikle babanın traş olduğu sahne gibi ufak anlar filmin ruhunu çözmede önem arzediyor…



Diğer taraftan film tüm güzel görüntülerinin yanında, politik açıdan biraz muğlak bir çizgide kalıyor. Dönemin Zonguldak’ına hayranlıkla yaklaşan Yılmaz Erdoğan, güzel görüntüler eşliğinde iyi çekilmiş sahneleri ard arda dizerken filmi düşünsel olarak, bilhassa politik anlamda, izleyeni ikilemde bırakan bir yöne sürüklüyor. Muzaffer ve Suzan’ın madene indikleri sahne gibi 1-2 politik içerikli an mükemmel çekilmiş olmakla birlikte, filmin içinde sırıtan bir yerde duruyorlar. Zira geri kalanı itibarıyla, sanatçı ve fakir erkek-zengin kız hikayesi anlatmaktan öteye gitmeyen bir filmin içinde böylesi özellikle vurgulanan ve altı çizilen politik içerikli sahneler fazlasıyla zorlama duruyor ve yapaylıktan kurtulamıyor. Dönemin şartlarının altını çizmekten uzakta kalan bu zorlama sahneler,filmin melankolisine katkıda bulunmaktan daha fazla bir işe yaramıyorlar. Özellikle ikinci yarıdan itibaren aşk hikayeleri ve hastalık durumlarını ele almada hayli duygusal bir tona kayan Erdoğan, belli noktalarda maalesef kendisini frenleyemiyor ve duygusallığı gereğinden fazla kullanıyor. Ayrıca bence hikaye yine özellikle ikinci yarıda çok fazla sarkmaya ve ilerlememeye başlıyor. Sürenin filme çok fazla geldiğinin altını çizmekte fayda var…





 Olumsuz yönlerinin yanında,  bu iki şairin öyküsünü önümüze getirmesi, prodüksiyon kalitesi anlamındaki kusursuzluğu ve oyuncu kadrosunun başarısı ile kalburüstü bir yerli filme dönüşmekte zorlanmıyor Kelebeğin Rüyası. Hele hele gişede iyi iş yapan yerli filmlerin çoğunun seviyesi düşünüldüğünde ayrı bir yerde  durduğu açık. Tabii gene de insanın aklında  bu kadar olumlu özelliği taşırken neden daha üst düzey bir filme dönüşemedi sorusu kalıyor filmden çıkınca ve bu soru ağır basıyor. Tam memnuniyet yaratamamaktan kurtulamayan, iyi niyetli olsa da tonunu tam oturtamayan, arada derede kalmış bir film Kelebeğin Rüyası…


Filmin Notu : 3 / 5

0 yorum:

Yorum Gönder