Bu hafta gösterime giren mockumentary örneği The Imposter,
TV için çektiği belgesellerle tanınan Bart Layton’ın imzasını taşıyor. !f 2013’te
gösterildikten sonra ülkemizde sadece 1 salonda vizyon şansı bulan film,
elbette gerçek bir hikayeye dayanıyor. Bunun dışında kullanılan ufak amatör
çekim arşiv görüntüleri ve ilgili şahıslarla yapılan röportajlar var elbette. Boşluklar
ise kurmaca ile doldurulmuş…
Yağmurlu bir gecede İspanya’da bir telefon kulübesinden
polise gelen çağrı ile film başlıyor. Daha sonra polis gelip çocuğu alıyor.
Şiddet gördüğü düşünülen çocuk son derece sessiz bir görüntü vermekte. Yönetmen
Layton, gerçeği saklamak gibi basit bir seçim üzerine inşa etmiyor filmini.
Zira neticede bu gerçek bir olayı anlatan bir çeşit belgesel ve ufak bir araştırma ile herkes olayın nasıl
geliştiği hakkında fikir sahibi olabilir. Doğru bir seçim ile filmin hemen
başında, Frederic Bourdin’i bizimle
tanıştırıyor Layton. Polis tarafından bulunan bu çocuk, daha doğrusu çocuk rolü
üstlenen kişi, 23 yaşındaki yarı Cezayirli-yarı Fransız Frederic Bourdin’dir ve
bu adam sahte kimlik peşinde bir sahtekardır. Şansı yaver gider, bir yerden
sonra vazgeçmek istese de kendini olayların akışı içinde bulur ve polisi
kandırarak bir şekilde hiçbir benzerliği olmayan, 3 yıl önce 13 yaşında iken
kaybolmuş Nicholas Barclay olduğunu onlara kabullendirir. Asıl enteresan olan
ise Barclay ailesinin de çocuğun Nicholas olduğuna kolayca inanmaları ve onu
çocukları olarak kabul etmeleridir…
Layton hemen başta ufak bir geri sarma yapıp, boşta kalan
kısımları kurmaca ile dolduracağını bize gösteriyor. Araya ise Frederic Bourdin
ve Barclay ailesinin fertleri ile yapılan röportajları koyuyor. Bir yanda
ailenin ne hissettiği, bir yanda Bourdin’in yalanına herkesi inandırmak için
neler yaptığı, neleri göze aldığını görmek hem eğlenceli hem de son derece
gerilimli tuhaf bir atmosfer yaratıyor. Anlatılanları detaylandıracak anlarda
kurmacaya başvuran yönetmen, bu bölümleri de çoğu kez röportajların üstüne
bindiriyor. Böylece son derece dinamik ve seyircinin ilgisini toplamakta sıkıntı
çekmeyen bir model yaratıyor….
Son yarım saatte ise işler yön değiştiriyor ve o ana kadar
filmin tek sahtekarı ve suçlusu olduğunu düşündüğümüz Bourdin’den katlarca daha
beter şeyler yapabilecek kişilerin var olduğuna inanmaya başlıyoruz. Tabii
dediğim gibi “inanmaya” başlıyoruz. Neyin nasıl olduğuna dair net kanıtlar yok.
Zaten olmuş olsa kişilerin asılları ile röportaj yapmak bu kadar kolay olmazdı.
Film, varolan her belgeyi ortaya koyuyor ve kararı bize bırakıyor bir nevi. Böylece
Nicholas Barclay’e ne olduğu sorusu ağırlık kazanmaya ve üzerine düşündürmeye
başlıyor bizleri. Atmosfer iyice gerginleşiyor. Bir belgeselde ne kadar
gerilebilirim diye merak ediyorsanız filmi acilen görmenizde fayda var. Zira bu
yönden film eşsiz bir güce sahip. Başta, 3 yıldır görmedikleri çocuklarına
kavuşmanın heyecanı içindeki ailenin olay öncesi hissettikleri ve o sırada
Bourdin’in polisi nasıl kandırdığına dair ayrıntıları muazzam bir kurgu ile ortaya
seren röportajların asıl amacının, olayı iki tarafın gözüyle de anlatıp
gerçekte ne olmuş olabileceği ile ilgili düşünceyi bize bırakmasını sağlamak
olduğunu bu kısımlara gelince anlıyoruz...
Filmin Notu : 4 / 5
Not: Bu hafta gösterime giren filmlerden Sabit Kanca ile ilgili eleştirime buradan ulaşabilirsiniz...
Not: Bu hafta gösterime giren filmlerden Sabit Kanca ile ilgili eleştirime buradan ulaşabilirsiniz...
0 yorum:
Yorum Gönder