23 Mart 2013 Cumartesi

Film Eleştirisi: The Imposter / Hayat Avcısı (2012)





Bu hafta gösterime giren mockumentary örneği The Imposter, TV için çektiği belgesellerle tanınan Bart Layton’ın imzasını taşıyor. !f 2013’te gösterildikten sonra ülkemizde sadece 1 salonda vizyon şansı bulan film, elbette gerçek bir hikayeye dayanıyor. Bunun dışında kullanılan ufak amatör çekim arşiv görüntüleri ve ilgili şahıslarla yapılan röportajlar var elbette. Boşluklar ise kurmaca ile doldurulmuş…




Yağmurlu bir gecede İspanya’da bir telefon kulübesinden polise gelen çağrı ile film başlıyor. Daha sonra polis gelip çocuğu alıyor. Şiddet gördüğü düşünülen çocuk son derece sessiz bir görüntü vermekte. Yönetmen Layton, gerçeği saklamak gibi basit bir seçim üzerine inşa etmiyor filmini. Zira neticede bu gerçek bir olayı anlatan bir çeşit belgesel  ve ufak bir araştırma ile herkes olayın nasıl geliştiği hakkında fikir sahibi olabilir. Doğru bir seçim ile filmin hemen başında, Frederic Bourdin’i  bizimle tanıştırıyor Layton. Polis tarafından bulunan bu çocuk, daha doğrusu çocuk rolü üstlenen kişi, 23 yaşındaki yarı Cezayirli-yarı Fransız Frederic Bourdin’dir ve bu adam sahte kimlik peşinde bir sahtekardır. Şansı yaver gider, bir yerden sonra vazgeçmek istese de kendini olayların akışı içinde bulur ve polisi kandırarak bir şekilde hiçbir benzerliği olmayan, 3 yıl önce 13 yaşında iken kaybolmuş Nicholas Barclay olduğunu onlara kabullendirir. Asıl enteresan olan ise Barclay ailesinin de çocuğun Nicholas olduğuna kolayca inanmaları ve onu çocukları olarak kabul etmeleridir…



Layton hemen başta ufak bir geri sarma yapıp, boşta kalan kısımları kurmaca ile dolduracağını bize gösteriyor. Araya ise Frederic Bourdin ve Barclay ailesinin fertleri ile yapılan röportajları koyuyor. Bir yanda ailenin ne hissettiği, bir yanda Bourdin’in yalanına herkesi inandırmak için neler yaptığı, neleri göze aldığını görmek hem eğlenceli hem de son derece gerilimli tuhaf bir atmosfer yaratıyor. Anlatılanları detaylandıracak anlarda kurmacaya başvuran yönetmen, bu bölümleri de çoğu kez röportajların üstüne bindiriyor. Böylece son derece dinamik ve seyircinin ilgisini toplamakta sıkıntı çekmeyen bir model yaratıyor….





Son yarım saatte ise işler yön değiştiriyor ve o ana kadar filmin tek sahtekarı ve suçlusu olduğunu düşündüğümüz Bourdin’den katlarca daha beter şeyler yapabilecek kişilerin var olduğuna inanmaya başlıyoruz. Tabii dediğim gibi “inanmaya” başlıyoruz. Neyin nasıl olduğuna dair net kanıtlar yok. Zaten olmuş olsa kişilerin asılları ile röportaj yapmak bu kadar kolay olmazdı. Film, varolan her belgeyi ortaya koyuyor ve kararı bize bırakıyor bir nevi. Böylece Nicholas Barclay’e ne olduğu sorusu ağırlık kazanmaya ve üzerine düşündürmeye başlıyor bizleri. Atmosfer iyice gerginleşiyor. Bir belgeselde ne kadar gerilebilirim diye merak ediyorsanız filmi acilen görmenizde fayda var. Zira bu yönden film eşsiz bir güce sahip. Başta, 3 yıldır görmedikleri çocuklarına kavuşmanın heyecanı içindeki ailenin olay öncesi hissettikleri ve o sırada Bourdin’in polisi nasıl kandırdığına dair ayrıntıları muazzam bir kurgu ile ortaya seren röportajların asıl amacının, olayı iki tarafın gözüyle de anlatıp gerçekte ne olmuş olabileceği ile ilgili düşünceyi bize bırakmasını sağlamak olduğunu bu kısımlara gelince anlıyoruz...

Sona geldiğimizde sahtekarlık ve ikiyüzlülüklerle dolu bir dünyada yaşadığımız gerçeği yüzümüze çarpıyor. Cezayirli olduğu için ayrımcılığa uğramış, hayatını kurtarmak için yolunu arayan bir adamın seçimleri, dünyada olup bitenlerin yanında tertemiz kalıyor ne de olsa. The Imposter bana göre haftanın en iyisi ve mutlaka görülmeli. Bu arada Frederic Bourdin öylesine eğlenceli bir adam ki, onun bulunduğu kısımlar filmi tek başına sürüklemeye yetiyor da artıyor bile…


Filmin Notu : 4 / 5


Not: Bu hafta gösterime giren filmlerden Sabit Kanca ile ilgili eleştirime buradan  ulaşabilirsiniz...

0 yorum:

Yorum Gönder