David ve Stephane Foenkinos kardeşlerin yönettiği, ülkemizde geçtiğimiz aylarda gösterime giren ve şu an DVD piyasasında olan La Delicatesse / Aşkın Renkleri’ni henüz yeni izleme fırsatı buldum. Yazar kökenli David Foenkinos, kendisine ait aynı adlı romanda uyarladığı filmle sinema dünyasına adım atmış.Tabii kardeşi için de bu “adım atma” mevzusu aynen geçerli. Çünkü film her ikisinin de sinemadaki ilk işleri…
Film Nathalie ve François çiftinin bir kafede tanıştıkları sahne ile açılıyor. Hemen arkasından aynı kafede bir araya geldikleri, tanışmalarının 1.yıldönümüne gidiyoruz. Çift evlenmiştir ve gayet mutlu mesut yaşamaktadırlar. Ancak genç adamın bir kaza sonucu ani ölümü, hayatı Nathalie’nin adeta başına yıkar. Aradan 3 yıllık bir süre geçer. Bu süreçte Nathalie kendisini tamamen işine adar. İşinde gayet başarılıdır. Patronu Charles de aslında başından beri kadından hoşlanmaktadır. Kocasının ölümünün ve aradan geçen sürenin ardından kadına yaklaşmaya çalışır. Bu sıralarda Nathalie ise çalışma grubunda yer alan kibar bir İsveçli olan Markus ile yakınlaşmaya başlar…
Filmin genel öykü şablonu bu. Aslında bakılırsa bu şablonda
her şey oldukça beklendik bir formatta gelişiyor. İlk eşle tanışma, evlilik,
kocanın ölümü, yas dönemi, araya giren patron ve sonra yeni biriyle tanışma ve
ilişkide ilk zaman yaşanan sorunlar vs... Ancak bu sıradan akış içerisinde
yönetmenlerin bence en doğru hamlesi, aslında hikaye akışında kritik olan kimi
olayların üstünde fazla durmuyor oluşları… Tabii ilk bakışta bu problem
yaratacak bir durum gibi gözüküyor. Ama tam tersi olumlu yönde çalışıyor. Çünkü
bu sayede film, basit olaylardan ziyade, daha çok insan durumları üzerine kafa
yorabiliyor. Böylece filmin süresi boyunca, karakterleri daha yakından
tanıyabiliyor ve onların psikolojilerini anlayabiliyoruz…
Bu noktada filmin bazı problemlerinden de bahsetmek gerekir
diye düşünüyorum. Sıradan, sürprizsiz ve çok da derinleşmeden gelişen hikaye,
biraz yavan kalıyor. Pek çok örneğini izlediğimiz, tipik Fransız dramalarından
birini izlediğimiz hissiyatından belli bölümlerde kopamıyoruz. Belli bölümlerde
de kurgu açısından ciddi tempo sorunları var. Derdim filmin ağır anlatımlı bir
Fransız filmi olması değil elbette. Ancak asıl sorun, ele aldığı öyküyü, ince
ayrıntılar üzerinden anlatıyor olmaya çalışıyor iken, fazla durağanlaşması ve
ne olay anlamında, ne de altmetinsel anlamda tam bir tatmin sağlayamaması…
Herşeye karşın, hem oyuncuların üst düzey performanları, hem
de yönetmenlerin çabaları ile belli oranda akan bir film La Delicatesse.
Elbette fazla akılda kalıcı bir yanı yok .Üzerinden belli bir süre geçtikten
sonra hakkında pek fazla bir şey hatırlanmayabilir. Ancak gene de izlenme
açısından çok bir sorun teşkil etmiyor. İyi bir seyirlik olduğunu söyleyebiliriz.
Ayrıca akılda kalıcılıktan bahsetmişken, final sahnesinin oldukça incelikli ve
akılda kalıcı olduğunu söyleyebilirim. Markus’un, Nathalie’nin çocukluğunun
geçtiği yerde, onunla tanışana kadar yaşadıklarını hayal ederek gözlerinin
önünden geçirdiği final sahnesi gerçekten özenle çekilmiş…
La Delicatesse, hem hüzünlü hem de huzur verici bir film.
Hayatın içerisinde her türlü olumsuzluk, acı, iniş-çıkış olduğunu, önemli
olanın varılacak nokta değil, yolun kendisi olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Ayrıca aşkın her türlü statü farkının üstesinden gelmesi gerektiğini de
vurguluyor. Üstelik söylemek istediklerinin altını öyle kalın çizgilerle çizme
çabasında da değil. Şöyle bir dokunup geçiyor…
Filmin Notu : 2 / 4 -
ORTA
0 yorum:
Yorum Gönder