7 Kasım 2012 Çarşamba

Ruby Sparks / Hayalimdeki Aşk (2012)




Little Miss Sunshine / Küçük Gün Işığım’la müzikle ilgili program ve belgesellerden sinemaya hızlı bir geçiş yapan yönetmenler Jonathan Dayton ve Valerie Faris’in bir sonraki filmi için bekleyişimiz tam 6 yıl sürdü. Yeni filmleri Ruby Sparks / Hayalimdeki Aşk, nihayet bu hafta gösterime girdi…


Filmin baş karakteri Calvin (Paul Dano) adında genç bir yazar. Kariyerinin henüz başında büyük bir şöhret kazanan Calvin, şimdilerde hem özel hayatında sıkıntılar yaşamakta, hem de yeni romanını yazmakta zorlanmaktadır. Sonunda romanı için büyük bir ilham kaynağı bulur: Rüyasında gördüğü Ruby adlı bir kız. Bir hafta sonra Ruby, kanlı canlı bir şekilde, oturma odasında otururken Calvin’in karşısına çıkar. Calvin büyük bir şok yaşamaktadır. İşin tuhafı, diğer insanlar da Ruby’i görebilmektedir. Daha sonra Calvin, “yarattığı” bu kıza, yazdıklarıyla istediği gibi yön verebilmekte olduğunu keşfeder...

Film, çok umut vadeden bir girişe sahip. Little Miss Sunshine’da tam bir “öteki” olarak hafızalara kazaınan Paul Dano, burada da filmin başında, asosyal bir yazar olarak önümüze çıkıyor. Karşı cinsle ilişki kurmakta zorluk çeken Calvin’in bu sıkıntısı, yazar olduktan sonra bile bitmemiş. Gittiği her yerde kendisiyle yakınlık kurmak isteyen kızlar var ama o, kızların onunla değil yazdıklarıyla ilgilendiğine inanıyor ve ayrıca "ilk buluşmalar"dan nefret ediyor. Kız arkadaşı geçelim, bir dostu, bir arkadaşı bile yok. Görüştüğü tek kişi abisi. Böylesi bir karakterden ilginç birşeyler çıkar diyor insan başlangıçta “Hayalindeki kız”ı yaratması da umut verici bir başlangıç oluşturuyor…

Ancak devamında herşey öylesine sıradan ilerliyor ki, film inişe geçiyor. Zaten çıkış noktası anlamında yakın geçmişte izlediğimiz Stranger Than Fiction gibi benzer bir örnek var. Hatta yine yakın geçmişten Lars And The Real Girl, daha eskilerden Weird Science gibi filmler de var. Aynı zamanda Ruby Sparks rolünde izlediğimiz Zoe Kazan’ın senaryosu da zaten pek yaratıcılık gibi birşeyle ilgilenmiyor. Ortadaki mevcut örnekleri ileri götürmek, onlardan daha orijinal, daha güçlü birşeyler ortaya çıkarmak gibi bir düşüncesi söz konusu değil. İyi bir çıkış noktasıyla benzerlerini pek çok kez izlediğimiz bir öyküden keyifli bir senaryo çıkarmak onun niyeti sadece. Yönetmenlerin de katkısıyla, Little Miss Sunshine’dakine benzer bir “bağımsız ruh” belli ölçüde de olsa yakalanıyor. Onun gibi yarı komik, yarı hüzünlü, tuhaf karakterleri de olan bir film ortaya koymaya çalışıyor Dayton ve Faris. Ama o film gibi ilerledikçe kendiliğinden derinleşen bir iş çıkmıyor bu kez. Tam aksine ilerledikçe senaryosal zaaflar biraz daha günyüzüne çıkmaya başlıyor...




Buna karşın yönetmenlerin önceki filmi hasebiyle beklentileri fazlasıyla arttırmazsanız, Ruby Sparks gayet keyifli bir seyire dönüşüyor. Little Miss Sunshine gibi klişeleri alıp tersine çeviren bir yapı yok ama, klişelerin üstüne belli bir bağımsız film sosunun eklenmesiyle ortaya çıkan hoş bir seyirlik var önümüzde.  Oyuncu kadrosundan Paul Dano her zamanki gibi başarılı. Chris Messina da abi karakterinde iyi iş çıkarıyor. Yan oyuncu kadrosunda Annette Bening, Antonio Banderas, Elliott Gould gibi hoş sürprizler var. Bu kez soundtrackin tamamı onlara ait olmasa da Devotchka’nın da yer aldığı müzikler yine dikkat çekici…

Ruby Sparks, toplama bakıldığında büyük beklentileri karşılamaktan uzak olsa da eğlenceli seyirlik sunan bir film. Kimi zaafları olsa da baştan sona ilgiyle izleniyor…

 Filmin Notu : 2 / 4 - ORTA

0 yorum:

Yorum Gönder