Little Miss Sunshine
/ Küçük Gün Işığım’la müzikle ilgili program ve belgesellerden sinemaya
hızlı bir geçiş yapan yönetmenler Jonathan
Dayton ve Valerie Faris’in bir
sonraki filmi için bekleyişimiz tam 6 yıl sürdü. Yeni filmleri Ruby Sparks / Hayalimdeki Aşk, nihayet
bu hafta gösterime girdi…
Filmin baş karakteri Calvin
(Paul Dano) adında genç bir yazar. Kariyerinin henüz başında büyük bir şöhret kazanan Calvin, şimdilerde hem özel hayatında sıkıntılar yaşamakta, hem de yeni
romanını yazmakta zorlanmaktadır. Sonunda romanı için büyük bir ilham kaynağı bulur:
Rüyasında gördüğü Ruby adlı bir kız. Bir hafta sonra Ruby, kanlı canlı bir
şekilde, oturma odasında otururken Calvin’in karşısına çıkar. Calvin büyük bir
şok yaşamaktadır. İşin tuhafı, diğer insanlar da Ruby’i görebilmektedir. Daha sonra Calvin, “yarattığı” bu kıza,
yazdıklarıyla istediği gibi yön verebilmekte olduğunu keşfeder...
Film, çok umut vadeden bir girişe sahip. Little Miss
Sunshine’da tam bir “öteki” olarak hafızalara kazaınan Paul Dano, burada da filmin
başında, asosyal bir yazar olarak önümüze çıkıyor. Karşı cinsle ilişki kurmakta
zorluk çeken Calvin’in bu sıkıntısı, yazar olduktan sonra bile bitmemiş.
Gittiği her yerde kendisiyle yakınlık kurmak isteyen kızlar var ama o, kızların
onunla değil yazdıklarıyla ilgilendiğine inanıyor ve ayrıca "ilk buluşmalar"dan nefret
ediyor. Kız arkadaşı geçelim, bir dostu, bir arkadaşı bile yok. Görüştüğü tek
kişi abisi. Böylesi bir karakterden ilginç birşeyler çıkar diyor insan
başlangıçta “Hayalindeki kız”ı
yaratması da umut verici bir başlangıç oluşturuyor…
Ancak devamında herşey öylesine sıradan ilerliyor ki, film inişe geçiyor. Zaten çıkış noktası anlamında yakın geçmişte izlediğimiz Stranger Than Fiction gibi benzer bir
örnek var. Hatta yine yakın geçmişten Lars
And The Real Girl, daha eskilerden Weird
Science gibi filmler de var. Aynı zamanda Ruby Sparks rolünde izlediğimiz Zoe Kazan’ın senaryosu da zaten pek
yaratıcılık gibi birşeyle ilgilenmiyor. Ortadaki mevcut örnekleri ileri götürmek,
onlardan daha orijinal, daha güçlü birşeyler ortaya çıkarmak gibi bir düşüncesi
söz konusu değil. İyi bir çıkış noktasıyla benzerlerini pek çok kez izlediğimiz
bir öyküden keyifli bir senaryo çıkarmak onun niyeti sadece. Yönetmenlerin de
katkısıyla, Little Miss Sunshine’dakine benzer bir “bağımsız ruh” belli ölçüde de olsa yakalanıyor.
Onun gibi yarı komik, yarı hüzünlü, tuhaf karakterleri de olan bir film ortaya
koymaya çalışıyor Dayton ve Faris. Ama o film gibi ilerledikçe kendiliğinden derinleşen
bir iş çıkmıyor bu kez. Tam aksine ilerledikçe senaryosal zaaflar biraz daha
günyüzüne çıkmaya başlıyor...
Buna karşın yönetmenlerin önceki filmi hasebiyle
beklentileri fazlasıyla arttırmazsanız, Ruby Sparks gayet keyifli bir seyire
dönüşüyor. Little Miss Sunshine gibi klişeleri alıp tersine çeviren bir yapı
yok ama, klişelerin üstüne belli bir bağımsız film sosunun eklenmesiyle ortaya
çıkan hoş bir seyirlik var önümüzde. Oyuncu
kadrosundan Paul Dano her zamanki gibi başarılı. Chris Messina da abi karakterinde iyi iş çıkarıyor. Yan oyuncu
kadrosunda Annette Bening, Antonio Banderas, Elliott Gould gibi hoş sürprizler var. Bu kez soundtrackin tamamı
onlara ait olmasa da Devotchka’nın da
yer aldığı müzikler yine dikkat çekici…
Ruby Sparks,
toplama bakıldığında büyük beklentileri karşılamaktan uzak olsa da eğlenceli seyirlik
sunan bir film. Kimi zaafları olsa da baştan sona ilgiyle izleniyor…
Filmin Notu : 2 / 4 -
ORTA
0 yorum:
Yorum Gönder