Steven Soderbergh’
in yönettiği Side Effects / Acı Reçete,
hayli komplike ve ilginç bir yapı kuruyor. Öykü önce bir psikolojik drama
şeklinde başlıyor. Kocası Martin
hapishanede olan Emily, filmin en
başından itibaren mutsuz görünüyor. Sonra Martin hapishaneden çıkıyor ancak
Emily’nin durumu iyileşmek bir yana daha da kötüye gidiyor. İşi bir intihar
girişimine kadar vardırıyor. Bu başarısız girişimden sonra bir psikiyatrist
olan Jonathan Banks ‘i görmeye
başlıyor. Banks, tedavi için kendisine yeni bir ilaç yazıyor ve buradan sonra
işler karışmaya başlıyor…
Filmin ilk 35-40 dakikası başta sözünü ettiğim
şekilde psikolojik drama havasında geçiyor. Mutsuz, intihar girişiminde bir
kadın, ona destek olmaya çalışan kocası ve başvurdukları bir psikiyatr üçgeninde
gelişen olaylar bu süreçten sonra sürpriz bir olayla tamamen yön değiştiriyor.
Buradan sonra hikayenin başrolüne doktor Banks geçiyor. Onu daha yakından
tanımaya başlıyoruz. Bu sürpriz gelişmeden sonra doktor, kendisini savcılar ve
mahkeme ortamında buluyor. Buradan sonra filmin, çoğunluğu mahkeme salonlarında
geçecek bir drama olmasını beklemeye başlamışken son bölümde yeni bir yön
değiştirme ile birlikte kendimizi aniden Hitchcockvari
bir psikolojik gerilim/polisiye öykünün ortasında buluveriyoruz…
Soderbergh’in ne kadar ilginç bir yönetmen olduğunu
söylemeye artık gerek yok sanırım. Filmografisinde bu kadar ani geçişler
yapabilen, birbirleri ile görünürde hiçbir alakası olmayan filmleri arka arkaya
çekebilen yönetmen pek yoktur herhalde(Bu arada son dönemde büyük bir
üretkenlik içerisinde olan yönetmen, aslen TV için çektiği ancak
önümüzdeki ay Cannes’da yarışacak
filmini saymazsak, Side Effects’in son filmi olacağını söylüyor ki umarız
fikrinden vazgeçer). Ne çekse belli bir standardı aşmayı hep başaran yönetmen
için Side Effects kesinlikle bir geriye adım değil. Zira tüm keskin
geçişleriyle bıçak sırtı görünen bir öyküye sahip olmasına rağmen film, bir an
olsun izleyiciyi avucundan kaçırmadan akıp gidiyor. En azından kendi adıma
büyük bir ilgi ile izlediğimi söylemeliyim…
Diğer yandan kağıt üzerinde tehikeli , fakat yaratıcılığa açık bir öyküye sahip film,
uygulamada o kadar da farklı ya da orijinal bir kimliğe kavuşamıyor. Özellikle
öykünün son bölümde aldığı yol göz önünde bulundurulduğunda, sonu sürprizli
biten herhangi bir Hollywood polisiyesinden çok da farklı bir noktada duruyor
gibi göründüğünü söylemek zor. Ayrıca şok gelişmelerle birbirinden ayrılan üç
kısmın, filmin sonunda bir şekilde bütünlükten uzak bir yapı oluşturduğunu
söyleyebiliriz. Zira özellikle en sonda ortaya çıkan sürprizi göz önüne
aldığımızda, filmin önceki kısımlarında bu gelişmenin altını doldurabilecek bir
yapının kurulduğunu söylemek zor. Böyle olunca film, aslında öyle olmamasına
rağmen, sürpriz gelişmelere sırtını yaslayan sıradan bir suç öyküsü havası
vermiş oluyor. Ancak Soderbergh’in yönetmen olarak yaptığı kimi ufak tefek
müdahaleler, filmi kısmen de olsa farklı kılmayı başarıyor ve film belli
seviyede bir anlatımı tutturmayı başarıyor. Oyunculuklar anlamında, Jude Law ve Rooney Mara’nın filmi sürükleyen oyunculukları dikkat çekici. Gerçi
sürpriz gelişmeler Rooney Mara’nın karakterini biraz eksik hale getirdiğinden,
oyuncu olarak da gittikçe geride kalmasına yol açıyor ancak gene de genel
performansı gayet iyi. Soderbergh’in, Martin rolünü ise üç filmdir vazgeçmediği
Channing Tatum’a vermiş olması
dikkat çekici. Catherine Zeta-Jones' un, psikolojisi tam anlamıyla irdelenmeyen
bir karakteri oynamasına rağmen, filme olumlu katkı yaptığı söylenebilir...
Netice olarak Side Effects farklı yapısı ile dikkat çeken,
ancak uygulamada sıradan kalan bir iş. Herşeye karşın Soderbergh’in ustalık
dolu yönetimi, ilginç öyküsü ve oyuncu performanslarıyla ilgiyle izleniyor. En
azından haftanın en ilgiye değer işlerinden biri olduğu söylenebilir…
0 yorum:
Yorum Gönder