15 Nisan 2010 Perşembe

Bal (2010)




Yusuf Üçlemesi'nin son filmi Bal'ı izleyebildim nihayet. Semih Kaplanoğlu'nun filmi, hayli güçlü rakipler arasında aldığı Altın Ayı ile en azından benim yüzümü fazlasıyla güldürmüştü...



Üçlemenin önceki iki filmine kısaca dönersek, Yumurta'da, şair karakterimiz Yusuf, annesinin ölüm haberi üzerine, yaşadığı şehirden doğduğu topraklara, yani taşraya geri dönüyordu hatırlanacağı gibi. Amacı ise, bir an önce buradaki 'görev'lerini yerine getirip geri dönmek. Ancak bu yolculuk kısa sürede bir 'içsel' yolculuğa dönüşüyor ve Yusuf, şimdiye kadar kaçtığı, uzak durduğu geçmişiyle yüzleşme şansı buluyordu. İkinci film Süt'te Yusuf'un sancılı ergenlik dönemine, 18 yaşına dönüyorduk. Annesiyle yaşayan delikanlı, yaşadığı 'taşra' kasabasında, herkesi bir anlamda kendisine uzak hissediyor, büyük bir yabancılaşma yaşıyordu. Bu yabancılaşma, askerlik muayenesinde epilepsi yüzünden 'çürük' raporu alması ve annesinin bir adamla evlilik hazırlığına giriştiğini öğrenmesiyle gittikçe artıyor ve bu mekanı onun için çekilmez kılmaya başlıyordu...


Ve nihayet Bal ile Yusuf'un çocukluk safhasındayız. Kaplanoğlu, hem Yumurta, hem Süt'ün öykülerinin bugünde geçmesi, Yumurta'da baş kadın karakteri oynayan Saadet Işıl Aksoy'un geçmişte geçen filmde aynı haliyle farklı bir karakter olarak karşımıza çıkması gibi seçimlerle zaman anlamında düz bir boyutu tercih etmediğini bize gösteriyordu. Aynı şekilde Yusuf'un çocukluğunun anlatıldığı Bal'da bugünde geçiyor. Hatta bu defa açık olarak tarih de veriliyor. Bunun yanı sıra yönetmen, mekanı da değiştiriyor ve Yusuf'un ilk iki filmdeki öyküye göre Ege'de geçmesi gereken çocukluğunu Karadeniz'e taşıyor. Yönetmenin Çamlıhemşin'i filmin en önemli unsurları arasına taşımayı başardığının altını çizmek gerek bu noktada...

Bal'da genel olarak, Yusuf'un anne ve babasıyla ilişkisi ve okul hayatı üzerine odaklanıyoruz. Tabi bir de doğayla içiçe yaşantısına. Zaten hayatında pek başka birşey de yok. Onun için en büyük keyif, karakovan balcısı olan babasıyla ormanda yaptığı gezintiler. Okul hayatı onun için bir travmaya dönüşüyor. Okurken yaşadığı kekemelik problemi yüzünden bir türlü, o meşhur 'kırmızı kurdele' yi takamıyor. Bu onun için ağır bir yüke dönüşüyor. Annesiyle olan ilişkisi hayli mesafeli. Ona hayatta biraz olsun yakın olan tek kişi babası ve o da bir gün işi için gittiği ormanda esrarengiz biçimde kayboluyor...



Girişteki, babanın ağaç üzerindeki sahnesi, sanki Yumurta'daki köpek sahnesinin bir tamamlayıcısı. Bu sahnelerde, insanın çaresizliğe düştüğü bir durum karşısındaki portresini başarıyla çiziyor yönetmen...

Bu sahneden sonra Yusuf'la karşılaşıyoruz ve artık olan biten herşeyi onun açısından izliyoruz. O ne görüyorsa onu görüyor, ne duyuyorsa onu duyuyoruz. Bu sayede yönetmen, hepimize kendi çocukluğumuzu hatırlama şansı sunuyor..

Babasının, Yusuf'un okumayı yeni öğrenmiş arkadaşına hediye verişini görüp, kendince yorumlayışı ve hayal kırıklığına uğrayışı, sıra arkadaşına karşı duyduğu vicdan azabı, annesini mutlu etmek için, önceden hep bir bahane bulup içmediği sütünü bu kez içtiğinde annesinin farketmeyişi gibi ufak ayrıntılarla bezeli sahnelerin resmedilişi olağanüstü. Bu arada küçük oyuncu Bora Altaş da çok çok başarılı...

Ve o muhteşem final. Bu finali gördüğümde, Kaplanoğlu'nun en son noktada bu finale varmak için öyküyü geriye doğru anlattığını düşündüm açıkçası. Yusuf'un bir ormanın karanlığında gözden kaybolduğu an ve devamındaki sahne öylesine etkili ki, bu final Türk sinemasının görüp görebileceği en etkileyici finallerden biri olmanın ötesinde tüm bir sinema tarihine bile geçecek nitelikte...

Yusuf üçlemesinde Semih Kaplanoğlu, Yumurta ile 'eve' geri dönüş üzerinden 'kaybolmuş' inanca tekrar kavuşmayı, Süt'te ise o inancın kayboluş sürecini bize veriyordu. Bal ileyse yönetmen bu 'kaybolma' sürecine giden yola götürüyor bizi. Finalde dalınan 'karanlık uyku' hem Yusuf'un hem de insanoğlunun uykusu adeta...

Elbette üçleme, inanç boyutunu elle tutulur referanslarla vermekten itinayla uzak duruyor. Zaten öyle yapmamış olsa kuşkusuz bu kadar etkileyici olamazdı. Onun dışında Türkiye'de entellektüellik ile maneviyatın bugüne dek pek yanyana anılabilen kavramlar olduğuna tanık olamadık. Semih Kaplanoğlu bir bakıma inançlı bir entellektüel olarak bunu kırma yolunda, bu üçlemeyle çok ciddi bir adım da atmış oluyor.

Bal, bir bütün olarak bakıldığında bana göre yılın en iyi filmlerinden... Elbette ki Kaplanoğlu'nun ağır tempolu anlatımı ve uzun planlarının çoğu seyirciye ters gelebileceği konusunda uyarımızı yapalım yine de...

Filmin Notu : 4 / 4

IMDB Sayfası

0 yorum:

Yorum Gönder