21 Mart 2010 Pazar

The Limits Of Control / Kontrol Limitleri (2009)



Amerikan bağımsızlarının en önemli isimlerinden Jim Jarmusch, yeni filminde şaşırtıcı bir işe imza atmış. Filmin Jarmusch filmleri içinde bile oldukça ayrıksı bir yerde durduğunun altını çizmek gerek...

Usta görüntü yönetmeni Christopher Doyle'un yakaladığı mükemmel İspanya görüntüleri eşliğinde, belli belirsiz bir polisiye hikaye anlatıyor Jarmusch. Belli belirsiz diyoruz çünkü filmin bir polisiye olup olmadığı hatta bir hikaye anlatıp anlatmadığı sizin hayal gücünüze kalmış. Kaldı ki Jarmuschseverler için bu aslında tuhaf bir durum değil. Yönetmen zaten Stranger Than Paradise gibi başyapıtlarında da öykü anlatmaktan ısrarla uzak durmuş, ortaya alışıldık bir olay akışı olmayan, yer yer tuhaf karakterlerle bezeli usta işi minimal filmler çıkarmıştı. Sözkonusu filmleri eşsiz kılan şeylerden biri de kuşkusuz onun o kendine has mizah duygusuydu...

Bu filmde, filmin ilk karelerinden itibaren temiz giyimli, yalnız bir siyah adamın peşine takılıyoruz. Daha yolculuğunun başında, bir adamdan görevini öğrenip öğütler alıyor ki bunlar film ilerledikçe sürekli karşımıza çıkacak bir nevi ipucu niteliği taşıyan değerli bilgiler. Adam sonra çantası elinde yola koyuluyor. İspanya'yı baştan başa dolaşıyor, çeşitli insanlarla buluşup, sanat, bilim, düşler vb. konularda sohbetler yapıyor. Daha doğrusu karşıdakiler anlatıyor adamımız dinliyor diyelim. Her sohbetin sonunda karşısındakiyle bir kibrit kutusu değişimi yapıyor ve kutuyu açıp içinden çıkan kağıtta yazan şifre benzeri yazı ve rakamları okuduktan sonra kağıdı yiyiyor...



Genel olarak film bu doğrultuda ilerliyor. Jarmusch tuhaf anlarda yaptığı zoomlar, kamera hareketleri ve müzik kullanış biçimiyle bu tuhaf ve son derece soyut öykünün duygusunu bize geçirmeyi başarıyor ve bu yolculuğun aslında 'içsel' bir yolculuk olduğunu iyice kavrıyoruz...

Aslında filmin o ana kadar sunduğu mistik hava öylesine etkileyici ki artık herhangi bir açıklama olmadan düşvari biçimde gelişen bu öykünün bir sona ihtiyacının da pek olmadığını bile düşünmeye başlıyoruz. Ama Jarmusch'un sert ve etkili finali niyetini tamamen belli ediyor. Bir yerde sanki 'sanatın ölümü' nü ilan ediyor Jarmusch. Farklı karakterde, toplumun kıyısında kalmış, bir şekilde tüm duygusal paylaşımını müzikle, resimle, bilimle yapan yalnız bir adam, sonunda aslında bunların da 'kontrol' altında, birileri tarafından istenilen şekliyle kendisine empoze edilen şeyler olduğunu farkederse ne yapar? Son noktada film buraya geliyor...

Film boyu farklı şekillerde karşımıza çıkan replik de bu noktada çok önemli. Hem politik bir derde karşılık düşüyor hem de diğer insanlardan umudu kesmiş, kendini farklı bir boyutta gören 'yalnız' lara hitap eden bir cümleye dönüşüyor:

"Diğerlerinden büyük olduğunu düşünen kişi mezarlığa gitmeli, orada gerçek hayatın ne olduğunu görecek; bir avuç dolusu pislik..."

Jarmusch belki de bir anlamda şöyle diyor: 'Yapayalnız yaşanılan bir dünyanın içinde müzik dinlemenin, film seyretmenin, resimle, bilimle uğraşmanın ne anlamı olabilir ki? Hem bunlar da o 'uzak durulan' diğer insanların bir şekilde 'kontrolü' altında olan şeyler değil mi?'

Jarmusch, tuhaf, yer yer absürd, birçok kişi için zorlu olabilecek bana göreyse nefes kesici ve eşi zor bulunur bir sinemaya davet ediyor bizleri. İstanbul Film Festivali'nde gösterilecek filmi es geçmemekte fayda var. Vizyon yüzü görme şansı bulamayabilir zira....

Filmin Notu : 4 / 4

IMDB Sayfası

0 yorum:

Yorum Gönder