Kingdom of The Planet of the Apes (Maymunlar Cehennemi: Yeni Krallık), bilindiği üzere geçtiğimiz hafta gösterime girdi. Film, 2011'de başlayıp tamamlanan üçlemenin finalde bıraktığı noktada, yani Sezar'ın ölümü ile başlıyor. Hemen sonrasında, uzun yıllar sonrasına gidiyoruz. Yeşil doğa görüntüleri içerisinde yeni serinin başkahramanı olacak maymun Noa'yı tanıyacağımız bölümler başlıyor.
Hikaye akışı iç içe geçen birkaç bölümden oluşuyor. Yeni tanıdığımız Noa'nın yanı sıra zaman geçmeden tanıştığımız Proximus Sezar ise tamamen şiddete, zorbalığa dayanan yöntemleriyle, klanındaki gorillerle beraber tamamen kendi zorbalık düzenini kurarak, herşeye hükmetme arzusundaki bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Noa, Proximus'un kaçırıp bir kampta köle gibi çalıştırdığı maymunlar arasına koyduğu ailesine ulaşıp onları kurtarma amacında. Bu sırada Noa'yı takip eden bir insan olan Mae ile de tanışıyoruz. İnsanlar artık azınlık konumundalar ve hatta çoğunluğunun konuşma yeteneklerini kaybettiğini de görüyoruz. Ancak Mae, ilginç bir şekilde, konuşabiliyor. Mae de bu yolculukta Noa'ya eşlik ediyor. Kendisinin diğer amaçlarını ise hikaye akışı içinde öğreniyoruz. Bu arada tanıdığımız bir diğer karakter ise bilge maymun Raka oluyor. Raka, insanlara ve onlarla birlikte yaşama sıcak bakan, iyilik dolu bir karakter. Raka'nın Noa üzerinde güçlü bir etki bıraktığını zamanla anlıyoruz. Noa da insanlara kısmen olumlu yaklaşan, iyi bir karakter. Ancak yine de maymun ve insanların arasındaki savaş ve ayrılmadan ötürü bir insan olan Mae'ye tam anlamıyla güvenip güvenmeme konusunda kendi içinde ikilemler yaşıyor. Aralarındaki ilişkinin Proximus'a karşı zorunlu bir ittifak olduğu da söylenebilir. Yine de öykü akışı içinde Noa'nın ona zamanla adım adım daha fazla güvenmeye başladığını seziyoruz. Raka'nın düşüncelerinin Noa üzerinde nasıl bir etki bıraktığını da burada fark ediyoruz denilebilir.
Maze Runner serisi ile tanıdığımız yönetmen Wes Ball, yeni serinin dramatik çatışmalarının iyi kurulduğu sağlam bir öyküyü mümkün olduğunca iyi bir yönetmenlikle birleştiriyor. Öncelikle yeni bir serinin başlangıcında bolca karakter tanıyor ve bolca yeni şey öğreniyoruz. Aralara serpiştirilen aksiyon sahneleri, bizi filmden ve hikayeden uzaklaştırmayacak şekilde iyi ve dozunda tasarlanıp çekilmiş denilebilir. Başta andığımız 4 farklı önemli karakterin varlığı ile hikayeye adapte olmakta zorlanmıyoruz. Karakterlerin amaçları net olduğundan, iç dünyaları ile ilgili gerekli çıkarımları da zaman kaybetmeden yapabiliyoruz. Burada bir eksi filmin süresi bence. 2,5 saate yakın sürenin bu filme fazla geldiği kesin. Ancak bu tarz büyük bütçeli yapımlar için bu tarz sürelere artık alıştığımız için göz ardı edilebilir bir eksi olduğunu söyleyebilirim.
Mae ve Noa'nın ilişkisi üzerinden ilerleyen hikaye "farklılıklara rağmen birlikte yaşam" teması üzerinden günümüz dünyasına da uzanan alt metinler getiriyor ve filmi de canlı tutuyor. Bir noktadan sonra çok klasik bir iyi-kötü mücadelesinin ortasında kalmamız, filmi, başta vadettiği derinlikten maalesef uzak, vasat sulara taşısa da bir şekilde film güçlü görsel dünyası ve iyi aksiyon sahneleri ile ayakta kalıyor. Proximus çok tipik bir kötü karakter olarak silikleşse de Mae-Noa ilişkisindeki "gizli gerilim" filmi taşıyor. Kendi adıma keyifli vakit geçirdiğimi ve özellikle sonlara doğru hikayenin geldiği nokta itibarı ile sonraki filmi merak ettiğimi bile söyleyebilirim. Bu bağlamda yeni bir seriyi yeterince iyi şekilde başlattığını düşündüğümden, önceki serilerin takipçilerine gönül rahatlığı ile önerebilirim.
Filme Puanım : 6,5/10
0 yorum:
Yorum Gönder