11 Ocak 2016 Pazartesi

The Hateful Eight




  Quentin Tarantino’nun 8.filmi olan ve bu hafta gösterime giren The Hateful Eight, kar fırtınası altında, bir dükkanda mahsur kalan 8 kişinin hayli “kanlı” hikayesini anlatıyor...

    Tarantino, filmini özellikle Kill Bill sonrası dönemdeki filmlerinin hemen tamamı gibi ağırlıkla uzun muhabbetler ve diyaloglarla şekillendiriyor. Diyaoglar,Tarantino sinemasının tamamında önemli bir yer tutar ancak yönetmenin son dönemde bu uzun diyalogları filmlerinin ana merkezi haline dönüştürdüğü söylenebilir. Burada da benzer bir durum söz konusu. Film John Ruth’un, üzerine ödül konmuş azılı bir kadın suçlu olan Daisy Domergue’yu asılmak üzere teslim edip ödülünü alacağı Red Rock’a at arabasıyla götürdüğü sırada yolda bir başka ödül avcısı olan Marquis Warren ile karşılaşmasıyla başlıyor. Daha sonra yolda karşılarına Red Rock’ın yeni şerifi olduğunu iddia eden Chris Mannix de çıkıyor ve bu dörtlü yola devam ederlerken kar fırtınasının hayli şiddetlenmesiyle, önlerine  çıkan Minnie adlı bir kadına ait dükkanda mola veriyorlar. Burada karşılarına yeni bir dörtlü çıkıyor ve ortaya çıkacak “karakterler arası gizli ilişkiler ağı” olayların gidişatını tamamen değiştiriyor.

  Etkileyici kar manzaralarıyla açılan öykü, soluğu Minnie’nin dükkanında almamızdan sonra, grubun kar yüzünden birkaç gün oradan ayrılamayacak olmalarıyla dar mekana sıkışıyor. Filmin en baştaki kar yolculuğu ve sonlara doğru gelen kurgu numarası ile kısa süreliğine kendimizi tekrar dışarıda bulduğumuz anlar dışında tamamen tek mekanda geçtiği söylenebilir. Bu bağlamda 2 saat 47 dakikalık süre göze korkutucu gelse de akıcılık konusunda bir sıkıntı yok. İlk 1 saatten sonra karakterler arasındaki ilişkiler ile ilgili ilk önemli ipuçları ortaya çıkmaya ve yavaş yavaş silahlar konuşmaya başlıyor. Ancak klasik bir western ile karşılaştırıldığında temponun hayli düşük olduğunun altını çizmek gerek. Ayrıca zaten silahların ortaya çıktığı sahneleri bile ağırlıkla diyalogların sürüklediği söylenebilir. Sonlara doğru sürpriz gelişmelerin ortaya çıkışıyla olayların rengi ile birlikte kurgu da yön değiştiriyor.

  Karakterlerin birbirine zaman zaman yalanlar da söylediği uzun diyaloglar, öyküyü şekillendiren anlık tercihler, karakterlerin içine düştüğü ahlaki ikilemler ve yönetmenin kullandığı kurgu numarası itibarı ile The Hateful Eight –ilk bakışta ilgisiz görünse de- bence Tarantino filmlerinden en çok Rezervuar Köpekleri’ni andırıyor. Tabii ki diyaloglar fazla kullanılsa ve temposu düşük de olsa bir western olması ve ırkçılık meselesini filmin özüne yerleştiren yapısı sebebiyle yönetmenin bir önceki filmi Django Unchained’ı hatırlattığı da söylenebilir.

  Başlangıçta Ruth ve Warren filmi sürükleyen iki karakter gibi görünseler de özellikle finale doğru Mannix’in geçirdiği değişim ve sondaki tercihi ile öyküye damga vuran bir karaktere dönüştüğü söylenebilir. Ayrıca finalde okuduğu Abraham Lincoln mektubu sahnesi unutulmayacak cinsten. Tarantino, maruz kalmış olduğu ırkçılık sebebiyle sempati duyabileceğimiz Warren da dahil olmak üzere hiçbir karakteri “iyi adam” olarak çizmiyor ve tümüyle aramıza mesafeyi daha en başından koyuyor ki bu da bence filmin lehine işleyen bir tercih.




  The Hateful Eight, iyi yazılmış karakterleri, çok uzun süresine ve büyük çoğunluğu tek mekanda geçmesine rağmen akıp giden öyküsü ve yönetmenin damgasını vurduğu anlatım modeli ile iyi vakit geçirten, hayli keyifli ve eğlenceli bir film. Ancak yine de Tarantino’nun yakın dönem filmlerinin seviyesinin üzerinde değil. Eski filmlerinin bütün olarak yarattığı orjinallik hissinin bu dönem filmlerinde tamamen kaybolduğunu bile söyleyebilirim. Dolayısıyla yönetmenin Kill Bill sonrası girdiği yoldan –benim gibi- bir hoşnutsuzluğunuz var ise, o halde bu filme de büyük beklentilerle girmemenizi öneririm. Bu arada finale doğru, kan dozajının filmin genel gidişatı düşünüldüğünde hayli yüksek olduğu konusunda da hassas bünyeler için uyarımızı yapalım.


Filmin Yıldızı : 3,5 / 5

0 yorum:

Yorum Gönder