5 Ekim 2011 Çarşamba

Bir Zamanlar Anadolu'da (2011)



Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Bir Zamanlar Anadolu'da, taşrada geçen bir cinayet soruşturması üzerine odaklanıyor. Aslında odaklanıyor demek belki de yanlış olur, çünkü yönetmen cinayet soruşturması ile yola çıkıp, işi bir nevi 'varoluş' muhasebesine dönüştürüyor... (Hemen belirteyim, yazı filmin kimi kritik gelişmelerini hoşunuza gitmeyecek şekilde ele veriyor olabilir. Dolayısıyla izlemeden önce okumanız pek tavsiye olunmaz!!!)

Nuri Bilge Ceylan'ın bilhassa Uzak'tan sonraki filmlerindeki farklılaşma gözden kaçacak gibi değil. Yönetmen, hem o zamana kadar çektiği filmlere göre daha geniş bir 'tür' yelpazesine yayılan filmler çekmeyi deniyor, hem de filmlerinin özellikle teknik özelliklerine, prodüksiyon kalitesine daha başka bir önem veriyor...

Bir Zamanlar Anadolu'da, belirttiğimiz gibi, bir cinayet soruşturması sürecinde geçiyor. Öykü, geceyarısı saatlerinde başlıyor. Ekipleriyle birlikte savcı, komiser, jandarma ve bir de doktor bu süreçte birlikte,cesedin arayışı içerisindeler. Zanlı da, onları cesedin bulunduğunu söylediği noktaya götürmesi için yanlarında. Süreç gittikçe uzuyor. Bu süreç boyunca, Ceylan'ın kamerası da bir odak arayışı içerisinde adeta. Bir röntgenci gibi grubun içinde gezinerek kendisine odak noktaları ve öyküler arar gibi. Örneğin, savcı defalarca tuvalet ihtiyacı için aracı durdurur ve iner. O ihtiyacını giderirken bize polis aracının içinde komiser,doktor ve diğerlerinin diyaloglarını gösteren kamera, doktor tuvalet ihtiyacı için indiğinde, hem de öykünün kritik bir anında, bir anda asıl öyküyü ve arayışı bırakıp doktorun peşinden gider. Ya da daha da bariz olarak bunun farkına varabileceğimiz mükemmel, 'elma' sekansı. Yine arayışın önemli bir anında bir elmanın peşinden gideriz. Elma bizi öykünün dışına çekmek ister gibi yuvarlanır gider, biz de öyküden uzaklaşmak ister gibi onu takip ederiz. Ama yuvarlanıp, daha önce aynı yerde durmuş elmaları gördüğümüzde, Nuri Bilge Ceylan'n ilk dönem sinemasını hatırlarız...

Filmi aslında iki kısma ayırmak mümkün. Gece geçen 'arayış' kısımları ve gündüz gerçekleşen 'sonuç' bölümleri. Gündüze çıkıldığında, karanlıkta karakterlerle birlikte arayışını sonlandıran, kendine karakterlerin öykülerini çıkaran kamera,gündüz daha kararlı ve sonuca gidecek gibi hareket ediyor ve öykünün normal seyrini 'direkt' takip ediyor artık...



Bu noktada doktor karakterine dikkat etmek gerekir. Muhammet Uzuner'in mükemmel bir performansla canlandırdığı karakter, gece geçen 'arayış' bölümlerinde kritik bir rol üstleniyor. Bir sürü bürokratik ayrıntıyı izlediğimiz öykünün bu arayış kısmında, doktor en kenardaki karakter bir anlamda. Öyküyü en gözlemci sıfatıyla takip eden de o. Çünkü bu bürokratik işlemlerde onun rolü en son kısımda gelecek. Dolayısıyla buraya kadar, gözlemci gibi hareket ediyor. Onun 'yeni' karşılaştığı şeylerle biz de ilk kez karşılaşıyoruz. O, etraftakileri gözlemleyerek derine indikçe, biz de onunla beraber düşünüyoruz. İlk kısımda polis, savcı ve doktorun öyküleri arasında odak noktası bir o yana bir bu yana kayarken, gündüz bölümlerinde ağırlığın doktorda toplanmasıyla, ilk yarıda etrafa saçılan taşlar da yerli yerine oturmuş oluyor. Öykü, doktorun,hayat, insan,varoluş gibi kavramlar üzerine düşündüğü ve bizim de onunla birlikte düşünüp, hüzünlendiğimiz bir yapıya doğru kayıyor. Özellikle savcı ve doktor arasında doğan 'öykü' nün gerilimi finale kadar sürüyor. Finalde taşlar yerine oturduktan sonra, bir anlamda, bu kez, doktorun 'kral' olduğu otopsi bölümünde yaşananlarla birlikte bu 'hüzün' duygusu doruğa çıkıyor...



'Kral' olmak demişken... Film boyu aslında tamamen bürokratik bir yapının içindeyiz. İlk bölümde bir ceset arayışı var. Ortamın kralı belli: Savcı. Ardından aramayı yapan polis geliyor. En alt kademede ise bir nevi 'yan' kuvvet rolü üstlenen jandarma. Arayışın sonu geldiği anda polisin rolü bitiyor. Tespit tutanağı yazılırken ortamın kralının 'savcı' olduğunu iyice hissediyoruz. Jandarma 'yan' kuvvet görevini yerine getiriyor ve onlarında rolü tutanak işinden sonra bitiyor. Gündüz olup savcı da ayrıldığı andan sonra artık top doktorda. İlk bölümde, bitkin, yılgın yüz ifadesi ile olan biteni izleyen, anlam vermeye çalışan doktorun, otopsi sırasında aldığı çelişkili kararla öykünün hüzün dozu iyice artıyor şüphesiz ve filmin içine girebilen izleyiciyi kolay kolay terketmeyecek bu duygu her yanı kuşatıyor. Otopsiden hemen önce, doktorun önce polis sonra savcı ile yaptığı konuşmalar da filmin duygusunu vermede anahtar rol üstleniyor...

Öykünün çözüm bölümünde de Nuri Bilge Ceylan, yine izleyicisinin belli bir seviyede olduğunu kabul ediyor ve fazlaca ayrıntı ve hazır cevaplar vermeyip, öyküyü izleyicinin çözmesini bekliyor. Tabii bu sayede aynı zamanda dikkati, asıl anlatmak istediği kısımlara çekmeyi de başarmış oluyor..

Nuri Bilge Ceylan, başta söylediğimiz gibi, bu filminde de 'yeni sular'a giriyor. Film, spagetti western türünü hayli anımsatan karakterlere ve yakın plan yüz ifadesi çekimlerine sahip. Diğer taraftan, incelikli 'bürokratik yapı eleştirisi',varoluş üzerine düşündüren öyküsü, ortadaki olayın üstüne gitmek yerine yan öyküleri fazlasıyla işin içine katan yapısı ile de yakın dönem Uzakdoğu polisiye / dramlarını anımsatıyor. Nuri Bilge Ceylan, oyuncu yönetimi üzerine de fazlasıyla uğraşmış olacak ki tüm oyunculardan çok başarılı performans alıyor. Sonuç olarak Bir Zamanlar Anadolu'da, sadece sezonun değil Nuri Bilge Ceylan'ın da en iyi filmlerinden biri...

Filmin Notu : 8,5 / 10

0 yorum:

Yorum Gönder