24 Kasım 2010 Çarşamba

New York'ta Beş Minare (2010)



Mahsun Kırmızıgül'ün sinema serüveni, yeni filmi New York'ta Beş Minare ile devam ediyor. Yönetmen, bu filminde yine kimi ciddi meselelere el atarken, bir yandan da hareketli kurgusu, etkili kadrajları, hızlı temposu, görsel çalışması ve olay örgüsüyle tipik bir Hollywood yapımı inşa etmeyi denemiş. Ortaya çıkan sonuç ise ne yazık ki ilk iki filmine göre çok daha kötü...

Kırmızıgül'ün ilk iki filmi, en azından temel sinemasal anlatım problemlerinden sıyrılmayı başarmış, belli bir samimiyete sahip, hedeflediği izleyici kitlesini hayal kırıklığına uğratmayacak düzeyi tutturan filmlerdi. New York'ta Beş Minare'de yönetmen, dünyayı ve ülkemizi tehdit eden kimi sorunlarla uğraşmayı denemiş. Ancak bir yanda El Kaide gibi terör örgütleri, bir yanda barışçıl dini liderler, bir yanda ise Amerika'nın Müslümanlara karşı olan tavrı gibi meselelerin yer aldığı senaryo, bu gerçek hayatta son derece karışık ve geniş bir alana yayılan meseleleri, sanki ortaokul çocuğuna anlatırmışçasına bir basitlik ve naiflikte anlatmayı deniyor. Böyle olunca Mahsun Kırmızıgül'ün filmi, son derece gerçek ve önemli meselelerin, inanılmaz bir yüzeysellikte anlatıldığı başarısız Hollywood filmlerine denk düşen bir yapıya ulaşıyor ve inandırıcılıktan eser kalmıyor. Elbette bir yönetmen gerçek hayattaki kimi olaylara, kendi istediği pencereden bakabilir, olaylara istediği gibi yön ve şekil verebilir. Bunda hiçbir sorun yok. Ancak son derece hassas meselelere el atan bir filmde, bu olayların sanki bir parodisini izlermişçesine bir basitlik olur ve üstelik bunlar son derece ciddi bir tonla ve kurulan dünya gerçektekine çok yakınmışçasına anlatılırsa bir noktadan sonra izleyici olaydan kopar ve filme olan inancını kaybeder...



Kırmızıgül de sanki bunun farkına varmış olacak ki final kısmında işi bir 'kan davası' olayına bağlamaya götürüyor. Böylece film, oraya kadar ele aldığı bütün o temeları bir kenara bırakıyor. Dini kullanan terör örgütleri, dini sadece bir hayat felsefesi haline getirmeyi deneyen barışçıl dini liderler, bu terör örgütlerinin yaptıkları sonucu dünyada gelişen dini hoşgörüsüzlük gibi temalar tamamen unutulup bir başka toplumsal meselemiz kan davası olayı finalde filme hakim oluyor. Bu diğer temalar için gereken ciddi, nitelikli ve derinlikli senaryo çalışmasından filmde eser olmadığını yukarda anlatmıştık zaten. Onu da geçelim, bu ilk temaların ortasında konulan kimi sahnelerin hiçbir anlamı yok. Örneğin aslında son derece etkileyici çekilen zikir sahnesi, dini cemaat liderinin milliyetçi partililerden yardım için para talep etttiği sahne vs. gibi. Bu sahnelerdeki karakterleri ve olayları, sahne geçtikten sonra tamamen unutmamız isteniyor adeta. Çünkü onlardan tekrar haber alamıyoruz. Kuşbakışı New York görüntüleri, cami içlerinin uzun uzadıya gösterildiği anlar ya da Amerika sahnelerindeki siyah polislerin rap dansları gibi sahneler tamamen gereksiz, Hatta altarını biraz eşeleyince düpedüz filmde olumsuzluk yaratan sahneler bunlar. Tüm bunların arkasından yönetmenin, filmin dağınıklığının farkına varmışçasına, etkileyici ve izleyiciyi duygusal olarak bağlayıp gözyaşı döktürecek bir final arayışına girmesinin bir sonucu olarak yukarıda da bahsettiğimiz 'kan davası' teması ortaya çıkıyor sanırım...

Karakterlerden, sadece Haluk Bilginer'in Hacı Gümüş karakterinin belli bir inandırıclığı ve gerçekçi tonu var. Bunun da tamamıyla Haluk Bilginer'in, senaryo boşluğunun farkında olması ve bunu kapatmak için gösterdiği büyük çaba ve oyunculuk başarısıyla ilgisi var...



Kırmızıgül, basın gösterimi yapılmaması olayından da görülebileceği üzere eleştirmenlere tepkili. Ancak anlaması gereken bir nokta var ki kimse, en azından aklı başında olan kimse kendisini bir şarkıcı / türkücü olduğu için falan küçümsemiyor. Hatta ilk iki filminin birçok eleştirmen tarafından olumsuz yönleri sıralanırken son derece ılımcıl bir üslupla, iyi yanları da belirtilmişti. Artık 3. filmini çeken bir yönetmen olarak senaryo anlamında çok ciddi sorunları olduğu, çok film izleyen, sinema üzerine düşünen hemen herkes tarafından anında anlaşılabilecek ve yadsınamayacak bir gerçek. Yönetmenliğini ve sinemacılığını tartışmak, artık anlamsız ve yersiz. Her filmiyle gişede böylesine bir ilgi yaratabilmesi de başlı başına takdir edilmesi gereken bir durum. Bunlar kesin. Fakat gişe rakamı iyi olan her filmin bir sanat eseri olarak da başarılı demek olmadığını anlaması ve eksiklerinden ders alması gerekir. Salonda o filmi izleyen izleyicinin yüzde kaçının filmi beğendiğine dair bir veri ortada yoktur. Rakam, sadece izleyici üzerinde uyandırılan 'merak' duygusunun bir sonucudur. Hatalarını düzeltip, başarabileceğine tüm samimiyetimle inandığım daha üst seviyede bir sinemayı gerçekleştirmediği takdirde birgün, o çok güvendiği seyircinin de gişe rakamı anlamında kendisine sırt çevirmesinin hiç de sürpriz olmayacağını anlaması gerek Kırmızıgül'ün...

Filmin Notu: 1,5 / 4

0 yorum:

Yorum Gönder