25 Temmuz 2023 Salı

Oppenheimer : "Pişmanlıkla Yaşamak"

     



    Christopher Nolan'ın merakla beklenen yeni filmi Oppenheimer dünya ile aynı anda Türkiye'de de vizyona girdi. Nolan,tarihin tartışmalı kişiliklerinden birinin hikayesini hızlı ve iç içe geçen kurgu metoduyla anlatmayı tercih ediyor. 2005 tarihli American Prometheus isimli biyografi kitabını temel alan Nolan, bir tarafta kapalı bir sorgulama sürecinde, Oppenheimer'ın Atomik Enerji Komisyonu'nun sorgulamasına tabi tutulduğu bir süreci, diğer yanda ise siyah beyaz sahnelerle bu komisyonun başkanı Lewis Strauss'un bakış açısı ile Oppenheimer'ın savaş sonrası yaşadıklarını anlatıyor.Hayli dinamik ancak bir o kadar da kafa karıştırıcı olabilecek bir kurgu bu. Dikkatinizi tam olarak toplamadığınızda birçok detayı kaçırabilirsiniz. Zira bu iki ana bölümün içerisinde değinilen konulardan yola çıkılarak geçmişe dönülen anlarla ilerliyor film. Ancak diğer taraftan da Nolan'ın anlatımının seyiriciyi yakalayan bir tarafı var. Oppenheimer'ın atom bombasının yapım sürecindeki görüntüsü, sonradan deneme aşamasından itibaren yaşamaya başladığı gerilim ve korku ve nihayet "felaket" sonrasında tamamen değişen tavrı ile bizi yakalıyor. Zira Amerikan hükümeti ve medya tarafından bir halk kahramanı ilan edilmiş ancak kendi içinde yaşadığı suçluluk duygusu ile içten içe kavrulan bir adamın hikayesi bu neticede.



    Filmin önemli kısmında "konuşan kafalar" sineması yapmaktan çekinmiyor Nolan. Bu tavrın özellikle genç kuşak seyirciyi ne kadar memnun edip etmeyeceğini elbette gişede göreceğiz. Ancak kendi adıma karakterin süreç içerisinde yaşadığı değişimi anlatabilmek adına, diyaloglar aracılığı ile yaptığı bu "bilgi yüklemesi"nin yerinde bir tercih olduğunu düşünüyorum. İlk yarının hemen ardından gelen Trinity testi adı verilen deneme patlatması süreci kısmında ise olayın öncesi, gerçekleşme anı ve sonrası ile muazzam bir yönetmenlik gösterisi yaptığını düşünüyorum. Filmin geri kalan kısmından daha uzak duran, gerilim ve aksiyonun zirvede olduğu bu anlarda da Nolan'ın seyirciyi bir kez daha yakaladığını düşünüyorum. Hiroşima ve Nagazaki'deki patlamaların sonrasında, Japonya'daki bu iki kentte olup biteni hiç göstermemeyi tercih etmesi de bence mantıklı. Zira biz baştan itibaren karakterin geçmişi ve sonrasında yaşadığı değişim ile muhatabız. Sürekli masa başında ve işin düşünsel boyutundayız. Bu noktada oraları terk edip duygusal olarak güçlü etki yaratmak adına bize fiziksel olarak vahşeti göstermesi kolaycı ve sinemasal kaliteyi düşüren bir yaklaşım olabilirdi. Biz daha çok olayın etkileri ile ilgili fiziksel görüntüleri de Oppenheimer'ın zihninin içinden görüyoruz. Yaptığı konuşma esnasında insanların yüzünde gördüğü fiziksel deformasyon, iç dünyasında yaşadıklarının bir yansıması olarak bize veriliyor. Konuşmada dışarıya milliyetçi ve slogan söylemlerle hitap ettiği ancak kendi içinde bir nevi kabus yaşadığı, kendine yabancılaşmayı en üst noktadan hissettiği bölümlerin duygusal etkisinin de oldukça yüksek olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde finalde göl kenarında Albert Einstein ile yaptıkları konuşma da unutulmaz bölümlerden birini oluşturuyor. Hatta bu anlar arasına patlamalardan sonraki bir süreçte Oppenheimer'ın dönemin Amerikan başkanı Truman ile yaptığı görüşmeyi de ekleyebiliriz. Bu şekilde düşünüldüğünde uzun ve yer yer karmaşık yapıda bir film olsa da unutulmaz anlar yaratma konusunda Nolan'ın sıkıntı yaşamadığını da net olarak görebiliyoruz. 


                           


Şüphesiz başta da belirttiğimiz üzere tarihin tartışmalı kişiliklerinden birini anlatan bir film doğal olarak çokça tartışılacaktır. On binlerce insanın ölümüne yol açan bir kişiliğin yaşadığı iç çelişkileri gösterdiği bölümler, kanıtı olmayan şeyler olarak görülerek filme toptan mesafe alanlar olabilir. Tabii ki Oppenheimer'ın fikrinin sonradan değiştiğinin ve hidrojen bombası geliştirilmesi ve kimi Amerikan politikalarına muhalefet ettiğinin açık ve net kanıtları da mevcut. Kapalı sorgulama süreci ya da iç çelişki ve pişmanlık yaşadığı süreçlerin gerçeklere uygunluk seviyesini elbette bilemeyiz ancak Nolan'ın kendi düşüncesi çerçevesinde filmi çok iyi kurduğu da açık. Filmin üç saati hissettirmeyen çok güçlü bir kurgu ve hikaye anlatım modeli var. Dolayısı ile her ne kadar yer yer kafa karışıkları yaşatsa da süre kullanımı ile ilgili eleştirim olamaz. Ancak bu yorucu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Yorucu bir günün akşamında izlendiğinde çoğu detayı kaçırabilirsiniz. Belki bazı şeylere ancak tekrar izlemelerde hakim olunabilir. Bunun dışında çoğu ünlü oyunculardan kurulu çok güçlü bir yan oyuncu kadrosu mevcut. Bu kadronun tamamının çok iyi kullanılabildiğini düşünmüyorum. Benny Safdie ya da Rami Malek'in oynadığı karakterler çok önemli ve güçlü olabilirken Casey Affleck, Emily Blunt gibi bazı isimlerin karakterleri ise oldukça silik ve iyi geliştirilememiş olarak sırıtıyor.


Genel toplamda baktığımızda Oppenheimer'ın yılın en çok konuşulacak filmlerinden biri olacağından mutlaka görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca her ne olursa olsun Nolan'ın yönetmen olarak her filmine damga vuran bir gücü var ve Hollywood'da yüksek bütçelerle çalışan yönetmenler arasında bunu yapabilen çok az sayıda yönetmen var gerçekten. Sadece bu açıdan bile filmi önemli buluyor ve gönül rahatlığıyla tüm sinemaseverlere öneriyorum.


Filme Puanım: 7/10


Vizyonda Gösterimde

0 yorum:

Yorum Gönder