6 Mart 2023 Pazartesi

Living : "Ölüme Giderken Yaşamak"

    




    Özellikle Bill Nighy'nin Oscar adaylığı ile isminden fazlasıyla söz ettiren Living / Yaşamak bu hafta vizyona girdi. Film, hayatını sıradan bir memur olarak yaşamış, düzenli işine gidip çalışarak geçirmiş bir adamın kanser olduğunu ve en fazla 8-9 ay ömrünün kaldığını öğrenmesiyle geçirdiği değişimi anlatıyor.




    Bay Williams, sessiz sakin, İngiliz beyefendisi bir adam. Filmin bir yerinde dediği üzere hep memur olmak istemiş. Çünkü onların o beyefendi ve düz hallerinden etkilenmiş. Aynı sahnede hiçbir zaman büyük hayalleri olmadığından da söz ediyor. Aslına bakılırsa büyük hayallerin ne olduğundan bile habersiz. Zira öleceğini öğrenmesinin ardından "gününü gün etme, hayatın tadını çıkarma" aşamasında parayla ve maddi güçle neler yapılabileceğini, nasıl eğlenilebileceğini bile bilmediğini görüyoruz.


    Çok kısa bir ömrünün kaldığını bile paylaşamadığı oğlu ile de bağlarının pek güçlü olmadığını anlıyoruz. Sonlara doğru bundan haberi olamadığı için büyük bir üzüntü yaşadığını görsek de filmin akışı içindeki ilişkilerine baktığımızda, zamanında öğrenmiş olsa da çok birşeyin değişmeyeceğini hissediyoruz. Bay Williams, bir anlamda ölürken de kimseye yük olmak istemiyor ve naif bir ölümü seçiyor. İlkin Sutherland (Tom Burke)'ün yardımlarıyla biraz eğlenmeyi denese de bu işleri pek beceremiyor. Sonrasında işyerinden arkadaşı genç bayan Margaret Harris (Aimee Lou Wood) ile kurduğu yakınlık ile biraz olsun mutlu olmak istiyor. Ama son noktada anlıyoruz ki onu mutlu edebilecek yegane şey aslında başkaları için birşeyler yapmak. Ömrünü bu şekilde geçirmiş birinin alışkanlıklarından vazgeçmesinin çok da kolay olmadığını anlıyoruz. Başkalarının iyiliği ya da mutluluğu için çalışmak. Onun için hayatın özeti bu diyebiliriz.


                                  


    Kurosawa'nın Ikiru filminin senaryosundan uyarlama bir hikaye oluşturan Japon yazar Kazuo Ishiguro, senaryosunu sakin ve usul usul ilerletiyor. Moffie, The Endless River gibi filmleri ile tanınan yönetmen Oliver Hermanus'un da hikayeyi ön plana çıkartan bir anlatım tutturduğunu söyleyebiliriz. Filmin en büyük kozu şüphesiz oyunculuk. Bill Nighy, Bay Williams karakterinin naifliğini içten yakalayan, sakin ve önceki çoğu rolünden farklı bir oyunculuk sergiliyor. Oscar adaylığını fazlasıyla hakeden bir oyunculuk olduğunu vurgulamak gerek. 


    Kendi adıma filmin en büyük eksisinin çok tahmin edilir, başı sonu çok belli, düz bir çizgide ilerliyor oluşu olduğuna inanıyorum. Jenerik yazılarından başlayarak hikayenin geçtiği 50'li yıllardan bir filmi izlediğimiz hissinin verilişi başarılı olsa da belli noktalarda, bu düz gidişat demode kalarak izleyiciyi elinden kaçırabilir. Yine de sonlara doğru filmin, özellikle "malum son"un erken gelişinden sonraki kısımda belli ölçülerde farklılaşıp ayakta durabildiğine inanıyorum.


    Düz ama görevini yerine getiren bir hikaye akışı içerisinde çok başarılı bir oyuncu performansı izlemiş olmak da bu filmden yanımıza kar kalan nokta oluyor diyebiliriz. Vizyonda iken görmekte fayda var.


Filme Puanım :  6,5 / 10

0 yorum:

Yorum Gönder