Geçtiğimiz
hafta Türkiye’de vizyona giren Beautiful Boy, uyuşturucu bağımlısı bir genç
olan Nic ile onu bu durumdan kurtarmak için çaba gösteren babası ve diğer aile
fertlerinin hikayesini anlatıyor.
Güzel Oğlum, herşeyden önce bir “baba-oğul
filmi”. Anne ve babası boşanmış bir genç olan Nic’in babasının bugüne kadar hep
yanında olduğunu, ona sevgi eksikliği yaşatmadığını hissedebiliyoruz. Baba
David oğlundaki değişiklikleri farkedip bunun sebebini araştırdığında karşısına
uyuşturucu bağımlıığı mevzusu çıktığında da son noktaya kadar oğlunun yanında
duruyor. Doktorlarla özel görüşüyor, uyuşturucu bağımlılılarıyla konuşuyor
hatta oğlunun durumunu daha iyi anlayabilmek için bir sahnede kendisi de onun
kullandığı uyuşturucuyu kullanıyor. Sonuna kadar, onun neden bu işe
yöneldiğini, neden bir türlü kurtulamadığını anlayabilmek için çabalıyor.
Film bu noktada hazır cevaplardan kesin ve
net bir şekilde uzak duruyor. Boşanmış bir anne-babanın çocuğu olsa da babası,
üvey annesi ve küçük kardeşlerinin olduğu ailesinde gözle görülür bir sorunu
olmayan, üstelik gerçek annesiyle ilişkisi de sorunlu olmayan Nic’nin uyuşturucuya
neden yöneldiği ile ilgili bize herhangi bariz bir neden ya da ipucu
sunulmuyor. Tabii filmin sade ve
gerçekçi tonunu korumak amacı ile olduğu kadar gerçek hayattan uyarlanan
bir hikaye olması ve kimsenin suçlanmak istememesi yönüyle de bu tercih
kullanılmış olabilir.
Belçikalı yönetmen Felix Van Groeningen özellikle
Çölde Kutup Ayısı filminden başlayarak uluslararası arenada daha çok tanınan
bir yönetmen. Sonrasındaki The Broken Circle Breakdown (Kırık Çember) ve
Belgica ile de tanınırlığını arttıran yönetmeni zaten farklı tonlarda filmler çekebilmesi
ile tanıyoruz. Ancak duygusal tonu ne olursa olsun önceki filmlerinden
hatırladığımız yönetmenliğindeki o yüksek enerji burada pek yok. Bu defa biraz
daha kendisini geri çekerek karakterleri ön plana çıkarttığı bir anlatım ve Amerikan
bağımsız draması tonu tutturmuş yönetmen. Oldukça ağır tempolu, hüznü fazla ve
hatta sonlara doğru fazla karanlık bir film bu. Senaryonun ve yönetmenin olayı
herhangi bir sebebe bağlamaktan ısrarla uzak durması filmi daha da çıkışsız ve
boğucu bir havaya sürüklemiş.
Baştan itibaren Nic’nin uyuşturucu
ile olan savaşı, bırakma,-tedavi-tekrar
başlama-kaçma gibi süreçlerle ilerlerken özellikle son bölümde uzun bir aranın
ardından tekrar uyuşturucu kullanması, babanın savaşının da sonunu getiriyor.
Babanın duruma teslim olduğu karanlık ve hüzünlü anlar belki de filmin en
etkileyici sahnelerini oluşturuyor. Özellikle bu sahnelerde Steve Carrell’in
iyi oynadığını düşünüyorum. Timothee
Chalamet de Call me By Your Name (Beni Adınla Çağır)’den sonra bir kere daha “hayatla
baş etmekte zorlanan genç” karakterinde güçlü bir performans çıkartmış
Beautiful Boy (Güzel Oğlum), genel
hatlarıyla bakıldığında iyi yazılmış, iyi çekilmiş, iyi oynanmış bir film. Olayları basit sebeplere indirgeyen bir anlatım
tutturmaması da genel olarak artı puan. Ancak tam da bu seçim bir noktadan
sonra filmi bir parça duygu yoksunu hale getirmiyor da değil. Baba David ile
beraber biz de olan biteni çaresizce izleyip aynı süreci tekrar tekrar yaşarken
bir miktar filmden duygu olarak uzaklaşmıyor değiliz. Bu açıdan çok beğendiğimi
söyleyemem ancak yine de kendini izleten bir film olduğunu düşünüyorum.
Özellikle Nic’e yakın yaşlarda çocuk sahibi anne-babalar için filmin özel bir
anlam içerebileceğini de düşünüyorum.
Filme Puanım : 6 / 10
0 yorum:
Yorum Gönder