23 Mart 2019 Cumartesi

Beautiful Boy / Güzel Oğlum (2018)


    




       Geçtiğimiz hafta Türkiye’de vizyona giren Beautiful Boy, uyuşturucu bağımlısı bir genç olan Nic ile onu bu durumdan kurtarmak için çaba gösteren babası ve diğer aile fertlerinin hikayesini anlatıyor.


      Güzel Oğlum, herşeyden önce bir “baba-oğul filmi”. Anne ve babası boşanmış bir genç olan Nic’in babasının bugüne kadar hep yanında olduğunu, ona sevgi eksikliği yaşatmadığını hissedebiliyoruz. Baba David oğlundaki değişiklikleri farkedip bunun sebebini araştırdığında karşısına uyuşturucu bağımlıığı mevzusu çıktığında da son noktaya kadar oğlunun yanında duruyor. Doktorlarla özel görüşüyor, uyuşturucu bağımlılılarıyla konuşuyor hatta oğlunun durumunu daha iyi anlayabilmek için bir sahnede kendisi de onun kullandığı uyuşturucuyu kullanıyor. Sonuna kadar, onun neden bu işe yöneldiğini, neden bir türlü kurtulamadığını anlayabilmek için çabalıyor.

       Film bu noktada hazır cevaplardan kesin ve net bir şekilde uzak duruyor. Boşanmış bir anne-babanın çocuğu olsa da babası, üvey annesi ve küçük kardeşlerinin olduğu ailesinde gözle görülür bir sorunu olmayan, üstelik gerçek annesiyle ilişkisi de sorunlu olmayan Nic’nin uyuşturucuya neden yöneldiği ile ilgili bize herhangi bariz bir neden ya da ipucu sunulmuyor. Tabii filmin sade ve  gerçekçi tonunu korumak amacı ile olduğu kadar gerçek hayattan uyarlanan bir hikaye olması ve kimsenin suçlanmak istememesi yönüyle de bu tercih kullanılmış olabilir.







       Belçikalı yönetmen Felix Van Groeningen özellikle Çölde Kutup Ayısı filminden başlayarak uluslararası arenada daha çok tanınan bir yönetmen. Sonrasındaki The Broken Circle Breakdown (Kırık Çember) ve Belgica ile de tanınırlığını arttıran yönetmeni zaten farklı tonlarda filmler çekebilmesi ile tanıyoruz. Ancak duygusal tonu ne olursa olsun önceki filmlerinden hatırladığımız yönetmenliğindeki o yüksek enerji burada pek yok. Bu defa biraz daha kendisini geri çekerek karakterleri ön plana çıkarttığı bir anlatım ve Amerikan bağımsız draması tonu tutturmuş yönetmen. Oldukça ağır tempolu, hüznü fazla ve hatta sonlara doğru fazla karanlık bir film bu. Senaryonun ve yönetmenin olayı herhangi bir sebebe bağlamaktan ısrarla uzak durması filmi daha da çıkışsız ve boğucu bir havaya sürüklemiş.

         Baştan itibaren Nic’nin uyuşturucu ile  olan savaşı, bırakma,-tedavi-tekrar başlama-kaçma gibi süreçlerle ilerlerken özellikle son bölümde uzun bir aranın ardından tekrar uyuşturucu kullanması, babanın savaşının da sonunu getiriyor. Babanın duruma teslim olduğu karanlık ve hüzünlü anlar belki de filmin en etkileyici sahnelerini oluşturuyor. Özellikle bu sahnelerde Steve Carrell’in iyi oynadığını düşünüyorum.  Timothee Chalamet de Call me By Your Name (Beni Adınla Çağır)’den sonra bir kere daha “hayatla baş etmekte zorlanan genç” karakterinde güçlü bir performans çıkartmış

      Beautiful Boy (Güzel Oğlum), genel hatlarıyla bakıldığında iyi yazılmış, iyi çekilmiş, iyi oynanmış bir film.  Olayları basit sebeplere indirgeyen bir anlatım tutturmaması da genel olarak artı puan. Ancak tam da bu seçim bir noktadan sonra filmi bir parça duygu yoksunu hale getirmiyor da değil. Baba David ile beraber biz de olan biteni çaresizce izleyip aynı süreci tekrar tekrar yaşarken bir miktar filmden duygu olarak uzaklaşmıyor değiliz. Bu açıdan çok beğendiğimi söyleyemem ancak yine de kendini izleten bir film olduğunu düşünüyorum. Özellikle Nic’e yakın yaşlarda çocuk sahibi anne-babalar için filmin özel bir anlam içerebileceğini de düşünüyorum.


          Filme Puanım :   6 / 10

0 yorum:

Yorum Gönder