Quentin Tarantino’nun 8.filmi olan ve bu hafta gösterime giren The Hateful Eight, kar fırtınası altında, bir dükkanda mahsur kalan 8 kişinin hayli “kanlı” hikayesini anlatıyor...
Tarantino, filmini
özellikle Kill Bill sonrası dönemdeki filmlerinin hemen tamamı gibi ağırlıkla
uzun muhabbetler ve diyaloglarla şekillendiriyor. Diyaoglar,Tarantino
sinemasının tamamında önemli bir yer tutar ancak yönetmenin son dönemde bu uzun
diyalogları filmlerinin ana merkezi haline dönüştürdüğü söylenebilir. Burada da
benzer bir durum söz konusu. Film John Ruth’un, üzerine ödül konmuş azılı bir
kadın suçlu olan Daisy Domergue’yu asılmak üzere teslim edip ödülünü alacağı
Red Rock’a at arabasıyla götürdüğü sırada yolda bir başka ödül avcısı olan
Marquis Warren ile karşılaşmasıyla başlıyor. Daha sonra yolda karşılarına Red
Rock’ın yeni şerifi olduğunu iddia eden Chris Mannix de çıkıyor ve bu dörtlü
yola devam ederlerken kar fırtınasının hayli şiddetlenmesiyle, önlerine çıkan Minnie adlı bir kadına ait dükkanda mola
veriyorlar. Burada karşılarına yeni bir dörtlü çıkıyor ve ortaya çıkacak
“karakterler arası gizli ilişkiler ağı” olayların gidişatını tamamen
değiştiriyor.
Etkileyici kar
manzaralarıyla açılan öykü, soluğu Minnie’nin dükkanında almamızdan sonra,
grubun kar yüzünden birkaç gün oradan ayrılamayacak olmalarıyla dar mekana
sıkışıyor. Filmin en baştaki kar yolculuğu ve sonlara doğru gelen kurgu
numarası ile kısa süreliğine kendimizi tekrar dışarıda bulduğumuz anlar dışında
tamamen tek mekanda geçtiği söylenebilir. Bu bağlamda 2 saat 47 dakikalık süre
göze korkutucu gelse de akıcılık konusunda bir sıkıntı yok. İlk 1 saatten sonra
karakterler arasındaki ilişkiler ile ilgili ilk önemli ipuçları ortaya çıkmaya
ve yavaş yavaş silahlar konuşmaya başlıyor. Ancak klasik bir western ile
karşılaştırıldığında temponun hayli düşük olduğunun altını çizmek gerek. Ayrıca
zaten silahların ortaya çıktığı sahneleri bile ağırlıkla diyalogların
sürüklediği söylenebilir. Sonlara doğru sürpriz gelişmelerin ortaya çıkışıyla
olayların rengi ile birlikte kurgu da yön değiştiriyor.
Karakterlerin birbirine zaman zaman yalanlar da söylediği
uzun diyaloglar, öyküyü şekillendiren anlık tercihler, karakterlerin içine
düştüğü ahlaki ikilemler ve yönetmenin kullandığı kurgu numarası itibarı ile
The Hateful Eight –ilk bakışta ilgisiz görünse de- bence Tarantino filmlerinden
en çok Rezervuar Köpekleri’ni andırıyor. Tabii ki diyaloglar fazla kullanılsa
ve temposu düşük de olsa bir western olması ve ırkçılık meselesini filmin özüne
yerleştiren yapısı sebebiyle yönetmenin bir önceki filmi Django Unchained’ı
hatırlattığı da söylenebilir.
Başlangıçta Ruth ve Warren filmi sürükleyen iki karakter
gibi görünseler de özellikle finale doğru Mannix’in geçirdiği değişim ve
sondaki tercihi ile öyküye damga vuran bir karaktere dönüştüğü söylenebilir.
Ayrıca finalde okuduğu Abraham Lincoln mektubu sahnesi unutulmayacak cinsten. Tarantino,
maruz kalmış olduğu ırkçılık sebebiyle sempati duyabileceğimiz Warren da dahil
olmak üzere hiçbir karakteri “iyi adam” olarak çizmiyor ve tümüyle aramıza
mesafeyi daha en başından koyuyor ki bu da bence filmin lehine işleyen bir
tercih.
The Hateful Eight, iyi yazılmış karakterleri, çok uzun süresine
ve büyük çoğunluğu tek mekanda geçmesine rağmen akıp giden öyküsü ve yönetmenin
damgasını vurduğu anlatım modeli ile iyi vakit geçirten, hayli keyifli ve
eğlenceli bir film. Ancak yine de Tarantino’nun yakın dönem filmlerinin
seviyesinin üzerinde değil. Eski filmlerinin bütün olarak yarattığı orjinallik
hissinin bu dönem filmlerinde tamamen kaybolduğunu bile söyleyebilirim. Dolayısıyla
yönetmenin Kill Bill sonrası girdiği yoldan –benim gibi- bir hoşnutsuzluğunuz
var ise, o halde bu filme de büyük beklentilerle girmemenizi öneririm. Bu arada
finale doğru, kan dozajının filmin genel gidişatı düşünüldüğünde hayli yüksek
olduğu konusunda da hassas bünyeler için uyarımızı yapalım.
Filmin Yıldızı : 3,5 / 5
0 yorum:
Yorum Gönder