10 Mart 2024 Pazar

Oscars 2024

 



    Oscarların verileceği akşamda, öncelikle en iyi film dalındaki filmlerle ilgili kısa görüşlerimi paylaşıp sonrasında kendi beğeni sıralamama göre 10 filmi sıralayacağım. En sonda da 10 ana kategoride ödülü kimin kazanacağını tahmin ettiğimi paylaşacağım. Hazırsanız başlayalım.


                               


THE HOLDOVERS : Alexander Payne'in uzun aradan sonra o bildiğimiz en iyi filmlerinin hissiyatını veren filmde, ana karakterlerin tümü derinlikle ele alınmış ve oynanmıştı. Finalde Angus'un karşılaştığı sıkıntılı durum karşısında Paul'ün aldığı tavır, karakterin değişimini yansıtması açısından anlamlıydı. Aslında sadece bu açıdan değil, belki de geçmişte neler yaşamış olabileceği, neden insanlara bu kadar soğuk ve mesafeli hale geldiğini hissettirmesi açısından da anlamlıydı Finaldeki kararında uzun zaman sonra bir kez daha bir insana inanmış ve güvenmiş birinin duruşu vardı. Senaryo, kademe kademe açılarak bizi finalde tam bir bütünlüğe ulaştırıyordu. Bu arada senaryolarını genel olarak kendisi yazan Payne'in bu defa senaryoda imzası olmadığını da belirtelim.




AMERICAN FICTION : Cord Jefferson bu ilk filminde ırk ayrımcılığı meselesini incelikle ortaya koyarken farklı sulara açılmayı da ihmal etmemişti. Filmde, kendi "siyah" kitabını yazan yazar Monk, eleştirdiği "ucuz"luğun bir parçası olmaya başlarken bir taraftan da kendi açmazlarıyla mücadele ediyor, ailevi ilişkileri ve aşk hayatını düzeltmeye çalışıyordu. Film, çok umut verici başlasa da ele aldığı meseleleri yeterince iyi geliştirip sonuca bağlayamadığını düşündüğümden kendi adıma o kadar beğenemesem de yine de yılın keyifli seyirliklerinden biri olduğunu düşünüyorum.



THE ZONE OF INTEREST : Öncelikle belirtmeliyim ki bu film hakkında uzun yazmak gerekiyor,  Kısaca özetlemeye çalışırsak Jonathan Glazer'ın filmi soykırımı, hiç içine girmediğimiz ama yan duvardan sesler ve soykırımın dibinde cenneti yaşayan bir ailenin karakterlerinin davranışları üzerinden anlamamızı sağlamaya çalışıyordu. Yönetmen bence son derece zor bir işin altından başarıyla kalkıyordu. Soluk renkler, tahammül edilmesi zor, rahatsız edici karakterlerle bıçak sırtında bir 100 dakika vaat eden film, kesinlikle izlenmesi gereken işlerdendi. Filmin tek umut ışığı masalsı bir atmosferde tanıdığımız, karanlıklar içinde, gece görüş kamerasıyla takip ettiğimiz kız idi.




BARBIE : Bir popüler kültür imajına hem kendisini ciddiye almadan alaycı olarak yaklaşan, hem de kısmen derinlikli bir iş olmayı başarmıştı film. Basit bir oyuncak bebek filmi olmanın ötesine geçebilmek için elindeki malzemeyi zorlayarak en iyisini vermeye çalışıyordu. Öyküyğ çok sevemediğim için filmi de çok fazla tutmasam da yine de kendine has görsel dünyası ile film bir şekilde akıp gidiyordu. Bu listede Oppenheimer ile birlikte yılın gişe kurtarıcısı filmi olmayı da başardı film.




OPPENHEIMER : Nolan, filmini kendi içinde tutarlı ve etkileyici bir şekilde kurmayı başarmıştı.  Kapalı sorgulama süreci ya da iç çelişki ve pişmanlık yaşadığı süreçlerin gerçeklere uygunluk seviyesini elbette bilemeyiz ancak Nolan'ın kendi düşüncesi çerçevesinde filmi çok iyi kurduğu açık idi. Filmin üç saati hissettirmeyen çok güçlü bir kurgu ve hikaye anlatım modeli vardı. Süre kullanımı bence iyiydi ancak bu yorucu bir deneyim olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.




POOR THINGS : Lanthimos'un başkarakteri Bella, hayat tecrübesinden geçerek gelmeyen, birdenbire bir bebeğin beyni ile doğan ve geleneksel/ataerkil düşüncelerin tamamından habersiz bir kadın idi. Bu özelliği ile tek derdi eninde sonunda ona cinsel/duygusal manada sahip olmak ya da onun üzerinde tahakküm kurmak olan tüm erkekleri yerle bir edecek bir güce sahipti ve bunu kullanıyordu. Filmi ve ele aldığı, yukarıda özetlediğim temalarını, feminist alt metinlerini, özenle inşa edilmiş görsel dünyasını, finalde geldiği noktayı ve ilgiye değer oyunculuklarını sevdim.



PAST LIVES : Celine Song ilk filminde, uzun yıllara yayılan ve aslında yaşanamadan kalan bir aşkın buruk hikayesini anlatırken, öyküsüne göçmenlik meselesini de yediriyordu. Başkarakterin hiçbir yere ait olamama duygusunu çok iyi yansıtırken özellikle girişte ve sonra finalde tekrar karşımıza çıkan kadın, adam ve kadının şimdiki aşkını aynı masaya oturtuğu bar sahnesi hayli akılda kalıcıydı. Şüphesiz son dönemlerde karşımıza çıkan en güçlü hissiyata sahip, en özel "ilk film"lerden biriydi.




ANATOMY OF A FALL : Altın Palmiyeli filmde, bir dağ evinde, baba Samuel'in üst kattan yere düşmesi ile başlayan öykü buradan uzun sürecek mahkeme süreçlerine yelken alıyordu. Böylelikle de aslında yavaş yavaş bir evliliğin portresine doğru geçiş yapılıyordu. Yazar Sandra ve görme engelli oğul Daniel'ın dahil olduğu öykü gittikçe öyle derinleşip gelişiyordu ki artık Samuel'in düşüşüyle ilgili filmin ana sorusu ortadan tamamen kaybolup anlamsızlaşıyordu. Muazzam bir yönetmenlik ve oyunculuk başarısı olan film, şüphesiz yılın en iyilerinden biriydi. 





MAESTRO  : Bradley  Cooper'ın hem yönetmen hem oyuncu olarak karşımıza çıktığı film Bernstein'e hayranlık ve saygıyla yaklaşan bir biyografi idi. Kanımca en büyük eksiği filmin bizi sürükleyecek karakterler arası dramatik çatışmalara uzak kalması, ortaya çıkanları ise açıklamasız ve cevapsız bırakmasıydı. Burada şüphesiz suya sabuna çok dokunmayan, aile üyelerini ve yakın çevreleri rahatsız etmeyecek "temiz" bir biyografik film yapma isteğinin ağır bastığını düşünüyorum. Listenin kanımca en hafif filmi olsa da Bradley Cooper'un oyunculuğu ve yönetmenliği iyiydi. 



KILLERS OF THE FLOWER MOON : Scorsese'nin yaklaşık 3.5 saatlik bu devasa filmi hem bir oyunculuk hem de yönetmenlik gösterisi idi. Di Caprio'nun oynadığı Ernest Burkhart, Osage halkından olan karısını ve çocuklarını gerçekten seven bir adam olsa da dayısı William King Hale'in yönlendirmeleri ile giderek yoldan çıkan ve akıl almaz noktalara varan biri olarak karşımıza çıkıyordu. Başlangıçta Oklahoma cinayetlerini ve beyazların Osage halkına yaptıklarını gösteren Scorsese bu ırkçı ve sömürgeci zihniyetin nerelere varabileceğini Hale ve Burkhart üzerinden bize gösteriyordu. Karşımızdaki epik, politik ve yönetmenlik harikası bir filmdi.



EN İYİ FİLM KATEGORİSİNDEKİ FİLMLERİN KİŞİSEL BEĞENİME GÖRE SIRALAMASI :

1.Anatomy Of A Fall

2.Killers Of The Flower Moon

3.The Holdovers

4.The Zone Of Interest

5.Past Lives

6.Poor Things

7.Oppenheimer

8.American Fiction

9.Barbie

10.Maestro



ANA KATEROGİLERDE KİMLER KAZANACAK?

Tahminlerim :


En İyi Film : Oppenheimer

En İyi Yönetmen : Christoper Nolan - Oppenheimer

En İyi Erkek Oyuncu : Cillian Murphy - Oppenheimer

En İyi Kadın Oyuncu : Lily Gladstone - Killers Of The Flower Moon

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu : Robert Downey Jr. - Oppenheimer

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu : Da'Vine Joy Randolph - The Holdovers

En İyi Özgün Senaryo - Anatomy Of A Fall

En İyi Uyarlama Senaryo - American Fiction

En İyi Uluslararası Film : The Zone Of Interest

En İyi Animasyon - The Boy And The Heron



0 yorum:

Yorum Gönder