23 Haziran 2012 Cumartesi

Poulet Aux Prunes / Azrail'i Beklerken (2011)



Persepolis ile büyük başarı yakalayan Marjane Satrapi - Vincent Paronnaud ikilisi bu kez "canlı" oyuncularla çektikleri yeni filmleri Poulet Aux Prunes / Azrail'i Beklerken ile ülkemizde İstanbul Film Festivali sonrası çok kısıtlı da olsa vizyon şansı da yakaladılar...

Film, bir müzisyen olan Nasser- Ali'nin hikayesine odaklanıyor. Çok sevdiği kemanının kırılması ile hayat Nasser-Ali için zindana dönüşür. Bir sürü farklı keman dener ama hiçbirisi öncekinin verdiği sesi vermemektedir. Bu nedenle Nasser yaşamını sonlandırmaya karar verir ve sekiz gün sonra kararını gerçekleştirir. Film bu 8 günü anlatıyor. Sekiz gün, ilk günden itibaren başlayarak sırayla ilerliyor ancak bu günlerin içlerinde öykü çizgisel bir akış ile ilerlemiyor. Geçmişten, bugünden ve hatta gelecekten parçalar öyküye dahil oluyorlar. Yönetmenler kurgu anlamında bu zorlu işin altından başarıyla kalkmış görünüyorlar. Zira herşey tam gelmesi gereken yerde geliyor. Bu 8 günün hikayesi içerisinde karakterin hayatındaki kimi dönüm noktalarına tanık oluyor, o ana kadar bilemedeğimiz bazı şeyler öğreniyoruz. Bunların sıralanışı açısından film kusursuz...




Araya animasyonlar ya da Nasser-Ali'nin oğlunun geleceğinin anlatıldığı bölümdeki gibi yarı sitcomvari yarı grotesk sahneler de giriyor, Azrail'in göründüğü kısımlar da, çok hüzünlü bir aşk hikayesi de... Film, hepsinden bir bütün yaratmayı biliyor. Yönetmenlerin bu açıdan hakkını vermek gerek. Persepolis'i zaman zaman hatırlatan görsel dünyası da oldukça zengin ve etkileyici. Filmin hem ciddi ve hüzünlü, hem absürd yapısı mekan seçimlerine ve görsel yapıya da sıçramış durumda. Görsel olarak film çok eğlenceli ve dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir sürü ayrıntıya sahip...

Kemanı kırıldığı ve yerine aynı sesi verecek keman bulamadığı için intihar etme kararı alan sanatçı hikayesi ne kadar absürd duruyorsa 8 günde öğrendiklerimizle birlikte de hikaye o kadar duygusal bir hal alıyor. Neyse ki yönetmenler duygusallığı sona saklayarak filmin yolunu kaybetmesine asla izin vermiyorlar. Böylece filmin mizahi dokusu da zarar görmüyor. Genel olarak çok beğenilen Persepolis bence -ben de beğensem de- temelde bu tarz bir sorundan muzdaripti. Çok ciddi politik mevzular ve hüzünün çok ağır bastığı bir dokunun içinde alaycı ve hatta komik olmayı denemek bütünüyle işe yaramıyordu haliyle. Burada herşey daha bir dengeli. Tabii bunu yapmak için bazı politik altmetinler bu kez çok geriye atılmış...



Aşık olunan kızın isminin Irane (İran) olması, Nasser-Ali'nin oğlu Cyrus'un geleceğini gösteren bölümde çok kısada olsa üzerinden geçilen İran Devrimi ve ABD'de yaşamaya karar veren oğulun yaşamı, İran ile aşkın mutsuz bitişi, "umutsuz" giden bir yolun son çıkışında verilen kararın terk ediş yani "ölüm" olması gibi ufak ayrıntılar birleştirildiğinde ortaya hayli politik bir duruş da çıkıyor. Ama ben yine de "çok geriye" itilen bu söylemin çok da oturaklı ve altı yeterince doldurulmuş olduğunu düşünmüyorum. Persepolis, çok daha ön planda olan politik söyleminin aşırı vurgulanması, yönetmenlerin bazı şeylerin altını kalın çizgilerle çizme hevesi, üstüne bir de işlemeyen bir mizah katılmasıyla ortaya karışık bir hal alıp kısmen başarısızlığa uğrarken burada ise politik altmetinler aşırı belirsiz bir düzlemde ve nereye çekilirse oraya gidecek gibi bir nitelikte ele alınıyor. Ancak film daha ziyade hüzünlü bir aşk hikayesi olmayı seçtiği için o kadar üzerinde durulmadan, görsel kısımlardan zevk almayı deneyerek izlenebilir...

Azrail'i Beklerken takip edilesi yönetmenlerinin özellikle görsel performansıyla değer kazanan, ilgiye değer bir film. Belki senenin en iyilerinden biri değil ama görülmeyi hakettiği kesin. Mathieu Amalric'in de çok iyi bir performans çıkarttığını ekleyelim...

Filmin Notu : 6,5 / 10

0 yorum:

Yorum Gönder