22 Eylül 2011 Perşembe

A Little Bit Of Heaven / Bir Tutam Cennet (2011)



Ülkemizde geçtiğimiz hafta gösterime giren A Little Bit Of Heaven, sonda söylemem gerekeni belki başta söylemiş olacağım ama, vasat bir romantik komedi...

Son dönem Hollywood yapımı romantik komedilerdeki değişim takdire şayan aslında. Hollywood senaristleri bu anlamda başarılılar. Çünkü romantik komedileri çok daha güncel bir noktaya taşımayı, günümüz dünyasının atmosferini bu filmlere katmayı başardılar. Bu film de böyle başlıyor. Başkarakterimiz uçuk kaçık, hayatı kafasına göre yaşayan, 'yerleşik' hayata ilgi duymayan, erkeklerle ilişkisi sadece cinsel isteklerini giderme noktasının ötesine geçmeyen, anne ve babasıyla sorunlu, yalnız yaşayan, bir reklam ajansında çalışan Marley. Eski romantik komedi kahramanları gibi 'nikahta keramet vardır' anlayışına sahip, kendisini saf ve temizce sevecek beyaaz atlı prensini bekler bir havada değil yani...Yazının buradan sonraki kısmında filmin öyküsünün sürpriz sayılabilecek kimi noktalarını açıklıyor olabilirim. Bu konuda uyarımı yapayım çünkü bunu yapmadan bu film hakkında yazmak pek mümkün değil...

Bir gün doktor kontrolüne giden Marley, aniden kanser olduğunu öğreniyor. Bu nokta filmin çok başlarına denk geliyor ve hemen hemen tüm filmde buna odaklanacak olduğumuzu da baştan belirteyim. Önce bunu da aynı uçuk - kaçıklığıyla karşılıyor Marley. Aslında finaldeki cenaze törenine baktığımızda da bu uçuk ve eğlenceli tavrın finale kadar kısmen korunduğunu da söyleyebiliriz...




Ancak Marley'de malum haberi öğrendikten sonra ciddi değişmeler yaşanmaya başlıyor. Doktoruna aşık oluyor, arkadaşları ve ailesiyle ilişkileri yeniden gözden geçiriliyor. O güne kadar uzak olduğu birçok şeye yakınlık duymaya başlıyor. Bu anlamda tabii pek çok klişe birbiri ardına sıralanıyor. Finalde bile kısmen korunduğunu söylediğimiz uçuk tavra, filmin genelinde bir set çekiliyor ve 'biraz da ciddiyet', 'hayat böyle işte hem uçuk - kaçık hem ciddi yaşanmalı' gibi tavırlar hakim olmaya başlıyor. Aslında bakılırsa kendi adıma baştaki Marley'in her ne kadar son dönem çok sayıda filmde karşımıza çıkmaya başlayan tipte bir karakter olsa bile, hala daha ilgi çekici olduğunu düşünüyorum. Çünkü malum. Değişim geçirdikten sonraki Marley, önceki Marley'den, toplamda çok daha fazla sayıda filmde gördüğümüz ve sonuç olarak çok daha klişe hale gelmiş bir karakter...

Nicole Kassell'in önceki filmi, yıllarca yattığı hapisten çıkan ve yeni bir hayata başlamaya çalışan, küçük çocuklara ilgi duyan ve bu sorununu yenmeye çalışan bir adamın hikayesini anlattığı 2004 tarihli The Woodsman, oldukça keskin bir gerçekçilik duygusuna sahip iyi bir filmdi. Bu filmde de farklı bir romantik komedi yapmaya çalışmış aslında. Son derece hüzünlü hatta melodramatik bir yolla anlatılabilecek bir hikayeyi alabildiğine eğlenceli bir yolla anlatmayı denemiş. Ama işte mizah ve eğlenceyi heryere bulaştırmamak gerekiyor belki de. Olmamışlık havası hiçbir yerde kaybolmuyor. Bir yerden sonra belli sahnelerde hüzün dolu, belli sahnelerde eğlenceli bir film çekmeyi deniyor yönetmen ama haliyle olmuyor. Ölüm öncesi yaşanan süreç gibi son derece kişisel bir mevzu sözkonusu iken zaten karakterle hiçbir izleyicinin özdeşleşmesi kolay değildir. Filmin halihazırdaki derinliksiz, basit senaryosu ile bu hiç mümkün olmuyor tabii ki...

Buna karşın filmin pek çok sahnede etkili olabildiği gerçeğini yadsımamak gerekiyor. Eğlenceli olarak tasarlanan sahneler çok da eğlenceli değil belki ama hüzünlü sahneler hakkını veriyor gerçekten. Kate Hudson da karakterinde başarılı. A Little Bit Of Heaven, süresi türüne göre biraz uzun olsa bile gene de, izlenilebilirliğini koruyan bir film...


Filmin Notu : 5,5 / 10

0 yorum:

Yorum Gönder