***SPOILER****
Not: Yazı filmin bazı sürpriz gelişmelerini ele verebileceğinden izlemeden okumamanız tavsiye olunur...
Zeki Demirkubuz'un yeni filmi Hayat, "bu film neyi anlatıyor" diye sorulduğunda birkaç cümleyle cevap vermenin zor olduğu türde filmlerden biri. Tıpkı ismi gibi, hayatın içindeki hemen herşey var belki de filmde: Aşk, acı, ölüm, cinayet, intihar, gözyaşı, mutluluk...
Hikaye Rıza'nın cephesinden açılıyor. Rıza'nın babasının kendilerini terkettiğini, bunun üzerine annesinin de kendisini asarak intihar ettiğini ve dedesi ile büyüdüğünü ilerleyen bölümlerde öğreniyoruz. Evlerinde dedesi ile bir başlarına yaşayıp gidiyorlar. Dedesinin işlettiği fırında Rıza, amcası ile birlikte çalışıyorlar. Çok geçmeden Rıza'nın bir kızla yakın zaman önce nişanlandığını fakat sonra terkedildiğini öğreniyoruz. Kız tarafından istenilmediğini düşünen Rıza, bunun acısı ile başa çıkmaya çalışsa da çok başarılı olduğu söylenemez. Geceleri uyumadan sabahı etmeler arttıkça Rıza, yaşadıkları Boyabat'tan kalkıp İstanbul'a kızı aramaya gitmeye karar veriyor. Orada bir müddet kaldıktan sonra dedesinin tüm caydırma çabaları ve ziyareti kar etmiyor ve olaylar karışıyor. Bu ilk bölümde Demirkubuz, Rıza'nın içinde önceleri sönük vaziyette olan ancak hayatın sıradanlığı, sıkıcılığı ve çekilmezliği içerisinde giderek hayata tutunma amacı haline gelen ve kor kor yanmaya başlayan aşkını çok incelikli ve sahici şekilde anlatıyor. Bu öyle bir ateş ki sonu Hicran'a zarar verdiğini düşündüğü kişiyi öldürmeye kadar gidiyor. Cinayet sahnesini Hicran'ın gözünden görüyoruz. Tetiği çekenin Rıza olduğunu tabii ki biliyoruz ama görmüyoruz. O andan itibaren de öykünün odağına Hicran geçiyor. Hapse girdiğini ilerleyen bölümlerde öğrendiğimiz Rıza'yı uzun bir süreliğine unutuyoruz diyebiliriz.
Olaydan sonra, terkedip şehre kaçtığı baba evine dönen Hicran karşılamada babasının dayağı ile karşılaşıyor önce. Sonrasında da babası ona adeta evde yaşamıyor gibi yok sayarak davranıyor. Annesi ise iyi niyetli ancak pasif. Olaylara müdahil olmaktan uzak. İlerleyen süreçte Hicran, çevreden birilerinin araya girmesi ile iki çocuklu, 50'li yaşlarda emekli bir öğretmen ile evlenme teklifi gelince annesine danışıyor, babasının ne dediğini sorduruyor ama ne düşündüklerini dahi pek öğrenemiyor. Bize ilk tanışma buluşması gibi gelen buluşmanın aslında evlendikten sonraki bir akşam yemeği olduğunu sonradan anlıyoruz. Demirkubuz burada bize bir oyun oynayarak aslında ilişkinin ne kadar sıradan ve sıkıcı olduğunu göstermeye çalışıyor diyebiliriz. Sonuçta evlenmişler, masada konuşuyorlar ancak aslen birbirlerine henüz ilk defa bir araya geldiklerini düşünmemizi sağlayacak kadar uzaktalar. Bir süre de Hicran'ın bu evlilikte boğulmasını izliyoruz. Eşi belki ilgi ve cinsellik ağırlıklı taleplerinde haklı ancak Hicran için de sadece evden kaçış anlamındaki bu ilişkide bunları vermek kolay değil. Sonra eşinin işleri nedeniyle evden uzakta olduğu bir gecedeki ani kaçışı ile yine onu baba evinde bulmamız bir oluyor. Sonrasında ise unuttuğumuz Rıza birden hikayeye tekrar dahil oluyor ve işler iyice karışıyor.
3 saat 15 dk civarı sürede ilk bölümde Rıza, ikinci bölümde Hicran'ın dünyasına giriyoruz. Taşlar da meseleler açıldıkça yerlerine oturmaya başlıyor. Rıza'nın Hicran'ı aslen sadece bir fotoğraftan görüp dedesinin tavsiyesi ile nişanlandığını, Hicran'ın da istemediği bu evlilik ile ilgili olarak evden kaçtığını öğreniyoruz örneğin. Tekrar döndüğü baba evindeki ortamı gördüğümüzde, istemediği kişiyle evlendirilmek istenilmesi de üzerine eklenince kaçmış olması gözümüze çok daha normal ve haklı bir tercih olarak görünmeye başlıyor. Baba evinde gördüğü baskı ve yaşadıkları, kaçış umuduyla bu kez yine istemediği bir evliliği kabul etmesi, orada da mutsuz olması derken gitgide film Türkiye'de kadın olma hali üzerine bir filme dönüşmeye başlıyor. Bu bağlamda Demirkubuz'un belki en "kadın", en "feminist" filmi diyebilirim Hayat için.
6-7 dk süren ve finale yakın karşımıza gelen ağlama sekansına ayrı bir pencere açmak gerekir diye düşünüyorum. Bana garip şekilde Tsai Ming Liang'ın Viva L'amour'unu hatırlatan bu bölüm elbette çok farklı okumalara açık. Benim için filmin Türkiye'de kadın olma hali tasvirini en duyguya büründürdüğü bölümü olarak bu kısmı söyleyebilirim. Aynı zamanda elbette Demirkubuz'un daha önceki filmlerinde altını çizdiği "Daha iyi yenil" hissini de hatırlatan bir sahne olduğunu söyleyebilirim. Hicran daha önce kaçışı, sonra tekrar eve sığınışı, sonra evlenerek gidişi ile yakalamaya çalıştığı mutluluk konusunda yeniden bir başlangıç yapmaya bu anda karar veriyor. Ama gözyaşları içinde ve yine olmayabileceğini bilerek. Zira evliliğinde eşinin taleplerini sıralayıp "bir karar ver" diyerek çıkıp gittiği anda masumane şekilde "ne kararı"demesinden de eşi kapıdan çıkarken gidip yanağından öpmesinden de aslen ayrılmayı da istemediğini biliyoruz. Ancak tekrar karşısına çıkan Rıza'nın aşkı onu öylesine etkiliyor ki kendisini bir kez daha bir rüyaya inanmak zorunda hissediyor. İnanılmak zorunda kalınan bir rüyanın getirdiği gözyaşları da diyebiliriz bu gözyaşları için. Sonu hep hüsran olsa da hep inanılmak zorunda olan...
Son bölümde ise daha ziyade mutluluk ve huzur var. İşlerin orada kalıp kalmayacağını hiç bilmiyoruz ancak Hicran'ı Rıza ile çok mutlu olduğu ve çocuk beklediği bir yerde bırakıyoruz. Tabii filmde önemli yer tutan rüyalar ekseninde Hicran'ın son sahnede anlatmak istediği rüyayı duyamamamız bizi biraz merakta bırakıyor. Hatta öyle ki bu mutluluk dolu son bölümün komple bir rüya olarak tasarlanmış olabileceğini o "dün gece bir rüya gördüm" sözünden sonra düşünmemek de elde değil. Bu arada öykünün içerisine rüyaların eklemlenişi ve filmdeki işlevini sevdim. Öte yandan bu mutluluk dolu son bölümün komple bir rüya olduğunu bile düşündürebilecek bir şekilde bitiyor film.
İki genç başrol oyuncusunun yanı sıra dede karakterinde Osman Alkaş'ın da muazzam olduğunu belirtmeliyim. Bu arada Doğu Demirkol'un canlandırdığı Yılmaz, yanında kaldığı Ferit, İstanbul'da üniversitede okuyor tezgahı ile ailesini kandıran genç gibi yan karakterlerin de hem iyi performanslarla canladırıldığını düşünüyorum hem de çok iyi yazılmış ve günümüz Türkiye'si ile ilgili önemli ipuçları veren karakterler olduğunu düşünüyorum.
Sonuç olarak Hayat'ı seyrederken hem 3.5 saate yakın sürenin nasıl geçtiğini anlamadım, hem düşündüm, hem duygulandım. Karakterlerle bazen fikir birliği kurdum bazen ise kendimi neden orada öyle davrandıklarını çözmeye çalışırken buldum. Ama hayatta hepimiz de bazen öyle değil miyiz zaten? Hayat'ın karakterleri de bildiğimiz anlamda film karakterleri değil doğruları, eğrileri, ruhlarının karanlığı, sevilme, onaylanma ihtiyaçları hayata bir anlam bularak tutunma arzuları ile hayatın içinden fırlayıp gelmiş karakterler. Hayat da bence Demirkubuz'un Masumiyet ve Kader tadında ve kendi dünyasını kuran,aynı zamanda en iyi filmlerinden biri.
Filme Puanım : 8/10
0 yorum:
Yorum Gönder