Bu haftanın vizyondaki en ilgi
çekici filmi olan The One I Love / Tek Aşkım, farklı bir öykü anlatmayı
deniyor. Evliliklerindeki sorunları aşmaya çalışan ve bu konuda yardım almayı
da deneyen bir çift, evlilik terapistinin önerisiyle bir kır evine gidiyorlar.
Tabii amaçları, farklı bir haftasonu geçirip evliliklerini canlandırmak. Derken
burada tuhaf birşey oluyor ve çiftimiz gittikleri bu yerde, kendilerinin
benzeri (hatta birebir kopyası) bir çift ile karşılaşıyorlar...
Bu tuhaf durum, tabii öyküde de büyük
bir kırılma yaratıyor. Önce oradan bir an önce kaçıp gitmeyi düşünen çift, daha
sonra özellikle kadının isteğiyle bu durumun eğlenceli olabileceğini düşünerek
geri dönmeye karar veriyor. Dönüp orada vakit geçirmeye başlamalarından sonraki
ikinci büyük kırılma noktası ise
kadının, kocası Ethan’ın benzerini, kocasından daha ilgi çekici bulmaya başlaması
oluyor. Yeni Ethan, fiziksel olarak aynı adam olmasına rağmen, karakter olarak
daha farklı. Herşeyden şikayet eden memnuniyetsiz Ethan’a oranla daha renkli, anın
keyfini çıkarabilen, mutlu, kendine
güvenen, ne istediğini bilen bir karakter. Aslında Ethan’ın yeni versiyonuyla
arasındaki kadar büyük bir fark olmasa da kadının yeni halinin de daha renkli,
daha hareketli bir karakter olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Ethan onunla vakit geçirmek yerine,
vaktini kıskançlık krizleriyle geçirmeyi tercih ediyor. Karısı ve yeni Ethan’ın
neler yaptığını merak ediyor, ortaya çıkan bu karışık durumu çözmek istiyor...
Aslında ilk bölümler ve bu
kıskançlık temelli kısımlar kendimizi bir Woody Allen filminde hissetmemizi
sağlıyor denilebilir. Sona kadar ilişkiler üzerine eğlenceli bir film
izleyeceğimizi düşünmeye başlıyoruz. Ancak özellikle son yarım saat kala
yaşanan üçüncü bir kırılma noktasıyla öykü tekrar yön değiştirip daha ciddi bir
hal alıyor. Oradan sonra da yavaş yavaş sürpriz diyebileceğimiz finale doğru
ilerliyoruz. Açıkçası bu sürpriz finalin kendisiyle ilgili çok fazla bir
sorunum yok. Ancak senaryonun altının iyi doldurulduğunu, sürprizlerin iyi
geliştirilip anlatılabildiğini düşünmüyorum. Neticede film bittikten sonra
birşeyler boşlukta kalıyor. Tam olarak yerine oturmuyor. Hatta filmin varmak istediği bir nokta
olduğunu ama onun da çok iyi anlatılamadığını hissediyoruz. Bunun en temel sebebinin
de senaryodaki kararsızlıklar olduğu görülüyor. Tam olarak ne olmak istediğine
karar verememiş bir film bu. Kırmalıklarla dolu yapısı bir sürü zenginlik
içeriyor. Bunlar bir yere kadar filmin lehine işliyor ancak film bittikten
sonra dönüp baktığımızda bu kırmalıkların bir yandan filmin nasıl gelişeceği
ile ilgili kararsızlıklara dönüştüğünü de görebiliyoruz.
Bu olumsuzlukları bir yana
bırakacak olup iyi taraftan bakarsak Clockwork Orange’ın Andy’si Malcolm
McDowell’ın 83 doğumlu oğlu Charlie McDowell’ın ilk filminde orjinal bir iş
ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Hem
orjinal bir öykü anlatıyor, hem de dikkatimizi maksimumda tutarak izlememiz
gereken, aynı zamanda da eğlendiren bir iş ortaya koyuyor. Film, çiftin
karşılaştığı bu benzerlerinin kim ya da neci oldukları ile ilgilenmekten ziyade
çiftin durumuyla ilgileniyor. Bu “benzerler” mevzusu üzerinden gelinen noktada
gördüğümüz şey, evliliğin problemlerinin giderilmesi noktasında kadının daha
fazla çaba sarfettiği oluyor. Kadın, ilişkinin yenilenebileceğine, aşkın tekrar
yaşanabilecek bir süreç olduğuna, evlilikte yaşanan kimi sorunların üstesinden
bu yolla gelinebileceğine inanıyor. Adam bu noktada daha tutucu. Onun
ilgilendiği şey daha fazla “kocalık” pozisyonunu korumak. Sadece sahip olduğu
karısının elinden gittiğini hissettiği noktada sorumluluk alıp olaya müdahil
oluyor. Onun dışında baştaki sorunların çözümü için birşeyler yaptığını
söylemek güç.
“Benzerler” mevzusu ile ilgili
ima edilen bir nokta da ortaya çıkan bu benzerlerin, karakterlerin evliliğin
ilk aşamalarındaki kişiliklerini yansıtması oluyor denebilir. Bu da evliliğin
zaman içinde yarattığı deformasyonu göstermesi açısından ilgi çekici oluyor.
Ancak belirttiğim gibi, sonda gelinen muğlak noktada bu ve bu tip okumalar da kısmen
belirsizleşiyor, hatta anlamsızlaşıyor diyebiliriz.
The One I Love / Tek Aşkım, belli yönlerden kusurlar içerse de ilgiyle
seyredilen, farklı bir iş. Klasik
Hollywood usülü romantik komedilerden hayli farklı şekilde geliştiğini,
izleyicisinden aktif katılım ve meseleler üzerine düşünme talip ettiğini de
ekleyebiliriz. Zira önümüzdeki çok klasik formatta, başı sonu belli, evlilik ve
aşk üzerine net ve klasik mesajlar içeren bir film değil. Sadece hayali ve
fantastik bir durum yaratıp, bunun ortaya çıkardığı durumlar üzerinden ”asıl
meselelere” gelip, onlara kafa yormamızı sağlamaya çalışıyor. Genel anlamda
bunu başardığını da söyleyebiliriz...
Değerlendirme: 3 / 4
0 yorum:
Yorum Gönder