23 Nisan 2015 Perşembe

The One I Love / Tek Aşkım



Bu haftanın vizyondaki en ilgi çekici filmi olan The One I Love / Tek Aşkım, farklı bir öykü anlatmayı deniyor. Evliliklerindeki sorunları aşmaya çalışan ve bu konuda yardım almayı da deneyen bir çift, evlilik terapistinin önerisiyle bir kır evine gidiyorlar. Tabii amaçları, farklı bir haftasonu geçirip evliliklerini canlandırmak. Derken burada tuhaf birşey oluyor ve çiftimiz gittikleri bu yerde, kendilerinin benzeri (hatta birebir kopyası) bir çift ile karşılaşıyorlar...


Bu tuhaf durum, tabii öyküde de büyük bir kırılma yaratıyor. Önce oradan bir an önce kaçıp gitmeyi düşünen çift, daha sonra özellikle kadının isteğiyle bu durumun eğlenceli olabileceğini düşünerek geri dönmeye karar veriyor. Dönüp orada vakit geçirmeye başlamalarından sonraki ikinci  büyük kırılma noktası ise kadının, kocası Ethan’ın benzerini, kocasından daha ilgi çekici bulmaya başlaması oluyor. Yeni Ethan, fiziksel olarak aynı adam olmasına rağmen, karakter olarak daha farklı. Herşeyden şikayet eden memnuniyetsiz Ethan’a oranla daha renkli, anın keyfini çıkarabilen,  mutlu, kendine güvenen, ne istediğini bilen bir karakter. Aslında Ethan’ın yeni versiyonuyla arasındaki kadar büyük bir fark olmasa da kadının yeni halinin de daha renkli, daha hareketli bir karakter olduğunu söyleyebiliriz.  Ancak Ethan onunla vakit geçirmek yerine, vaktini kıskançlık krizleriyle geçirmeyi tercih ediyor. Karısı ve yeni Ethan’ın neler yaptığını merak ediyor, ortaya çıkan bu karışık durumu çözmek istiyor...

Aslında ilk bölümler ve bu kıskançlık temelli kısımlar kendimizi bir Woody Allen filminde hissetmemizi sağlıyor denilebilir. Sona kadar ilişkiler üzerine eğlenceli bir film izleyeceğimizi düşünmeye başlıyoruz. Ancak özellikle son yarım saat kala yaşanan üçüncü bir kırılma noktasıyla öykü tekrar yön değiştirip daha ciddi bir hal alıyor. Oradan sonra da yavaş yavaş sürpriz diyebileceğimiz finale doğru ilerliyoruz. Açıkçası bu sürpriz finalin kendisiyle ilgili çok fazla bir sorunum yok. Ancak senaryonun altının iyi doldurulduğunu, sürprizlerin iyi geliştirilip anlatılabildiğini düşünmüyorum. Neticede film bittikten sonra birşeyler boşlukta kalıyor. Tam olarak yerine oturmuyor.  Hatta filmin varmak istediği bir nokta olduğunu ama onun da çok iyi anlatılamadığını hissediyoruz. Bunun en temel sebebinin de senaryodaki kararsızlıklar olduğu görülüyor. Tam olarak ne olmak istediğine karar verememiş bir film bu. Kırmalıklarla dolu yapısı bir sürü zenginlik içeriyor. Bunlar bir yere kadar filmin lehine işliyor ancak film bittikten sonra dönüp baktığımızda bu kırmalıkların bir yandan filmin nasıl gelişeceği ile ilgili kararsızlıklara dönüştüğünü de görebiliyoruz.


Bu olumsuzlukları bir yana bırakacak olup iyi taraftan bakarsak Clockwork Orange’ın Andy’si Malcolm McDowell’ın 83 doğumlu oğlu Charlie McDowell’ın ilk filminde orjinal bir iş ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.  Hem orjinal bir öykü anlatıyor, hem de dikkatimizi maksimumda tutarak izlememiz gereken, aynı zamanda da eğlendiren bir iş ortaya koyuyor. Film, çiftin karşılaştığı bu benzerlerinin kim ya da neci oldukları ile ilgilenmekten ziyade çiftin durumuyla ilgileniyor. Bu “benzerler” mevzusu üzerinden gelinen noktada gördüğümüz şey, evliliğin problemlerinin giderilmesi noktasında kadının daha fazla çaba sarfettiği oluyor. Kadın, ilişkinin yenilenebileceğine, aşkın tekrar yaşanabilecek bir süreç olduğuna, evlilikte yaşanan kimi sorunların üstesinden bu yolla gelinebileceğine inanıyor. Adam bu noktada daha tutucu. Onun ilgilendiği şey daha fazla “kocalık” pozisyonunu korumak. Sadece sahip olduğu karısının elinden gittiğini hissettiği noktada sorumluluk alıp olaya müdahil oluyor. Onun dışında baştaki sorunların çözümü için birşeyler yaptığını söylemek güç.

“Benzerler” mevzusu ile ilgili ima edilen bir nokta da ortaya çıkan bu benzerlerin, karakterlerin evliliğin ilk aşamalarındaki kişiliklerini yansıtması oluyor denebilir. Bu da evliliğin zaman içinde yarattığı deformasyonu göstermesi açısından ilgi çekici oluyor. Ancak belirttiğim gibi, sonda gelinen muğlak noktada bu ve bu tip okumalar da kısmen belirsizleşiyor, hatta anlamsızlaşıyor diyebiliriz.


The One I Love / Tek Aşkım,  belli yönlerden kusurlar içerse de ilgiyle seyredilen, farklı bir iş.  Klasik Hollywood usülü romantik komedilerden hayli farklı şekilde geliştiğini, izleyicisinden aktif katılım ve meseleler üzerine düşünme talip ettiğini de ekleyebiliriz. Zira önümüzdeki çok klasik formatta, başı sonu belli, evlilik ve aşk üzerine net ve klasik mesajlar içeren bir film değil. Sadece hayali ve fantastik bir durum yaratıp, bunun ortaya çıkardığı durumlar üzerinden ”asıl meselelere” gelip, onlara kafa yormamızı sağlamaya çalışıyor. Genel anlamda bunu başardığını da söyleyebiliriz...

 Değerlendirme:  3 / 4

0 yorum:

Yorum Gönder