Öncelikle özel işlerim sebebiyle, birkaç kez artık düzenli
yazacağımı belirtmeme rağmen, burayı aksattım. Bunda bir dönem başka yerlerde
yazıyor olmamın da etkisi vardı tabii. Ancak çok sayıda takipçisi olan bu bloğu
da bundan sonra düzenli olarak güncelleyip canlı tutacağımı, 2014’ü hareketli şekilde geçireceğimizi
söyleyeyim…
Yine bir yılı geride bıraktık ve sıra geldi yıl sonu
değerlendirmesine. Bu listenin, önceki yıllarda olduğu gibi, Türkiye’de vizyona giriş tarihleri baz
alınarak hazırlandığını belirteyim. Bu konuda SİYAD’la ya da eleştirmenler
ile aynı doğrultuda hareket ediyoruz. Zaten neticede yıllardır sinemayı
takip eden, her yıl sonu bu tip değerlendirmeleri yapan bizler için artık bu
bir gelenek ve değiştirmeye niyetimiz yok. Üstelik yapım yılları baz
alındığında dipsiz bir kuyuda buluyoruz kendimizi. 2013 içinde dünyadaki bütün
ülkelerde çekilen, bütün filmleri izlemiş ve değerlendirmişiz gibi bir durum
ortaya çıkıyor. Vizyona giriş tarihi baz alındığında en azından bunun da önüne
geçmiş oluyoruz. Birçok blog yazarının listeleri filmlerin yapım yılını baz alarak yaptığını gördüğümden bu konuda uyarıda
bulunayım dedim. Bir diğer nokta da bu yıl listeyi “yabancı filmler” şeklinde yapmayı uygun görmüş olmam. Yerli
filmlerin sayısının iyice artmış olması ve artık kendi başına bir
değerlendirmeyi fazlasıyla haketmesi bu konuda etkili oldu. Ama bir diğer nokta
ise ne yazık ki senenin önemli pek çok yerli filmini henüz izleyememiş olmamdı.
Onları toparladığımda ayrıca bir değerlendirme olarak sunmak niyetindeyim. İstanbul
dışından vizyonu takip eden biri olarak bu eksiklikler maalesef kaçınılmazdı.
Söz konusu filmlerin DVD’lerinin
çıkması da çok zaman aldığı için, biraz beklemek gerekecek…
Başlıkta yine “en
iyi” gibi bir ifade kullandık belki ama filmlerin, tamamen şahsi beğenim ve
seçimlerimden oluştuğunu, objektiflik gibi bir kaygı (öyle bir şey olabilir mi
onu da bilmiyorum ama yapılan hemen her listeye “şu yok bu yok, çok kötü liste” yorumları geldiği için bunu
vurguluyorum) gütmediğimi belirteyim. Yılın en sevdiğimiz 15 yabancı filmi şu şekilde sıralanıyor :
15. Django Unchained / Zincirsiz
(Quentin TARANTINO) : Tarantino’nun başyapıtlarından biri olmasa bile,
yarattığı atmosfer, mükemmel oyunculuklar ve harika bir yönetim ile üç saate
yakın süreyi müthiş kullanan bir filmdi. Hem içi dolu, hem de son derece
eğlenceliydi…
14.Wreck-It Ralph / Oyunbozan Ralph
(Rich MOORE) : Sağlam alt metinleri, yerinde mizahı, doğru mesajları ve
renkli dünyasıyla yılın en iyi animasyonuydu. Kötü adam olmanın zorluklarını
vurgulamasıyla birlikte, ancak her şartta kendimiz olarak mutlu olabileceğimizi
anlatması da önemliydi…
13.Sinister / Lanet (Scott
DERRICKSON) : Her ne kadar tartışılan ve kimilerinin hiç sevmediği
sürprizli bir finale de sahip olsa film, benim için yılın en iyi korku filmiydi. Scott
Derrickson’ın gerilimi kademe kademe yükselten usta işi yönetimi, karanlığı
son derece ürkütücü bir şekilde kullanışı, tüm filmi sadece sondaki sürpriz
üzerine kurmayan (ki beklenen cevapları ilginç şekilde seyirci, ana karakterden
önce öğreniyor) senaryosu ile kesinlikle dikkate değerdi…
12. About Time / Zamanda Aşk
(Richard CURTIS) : Love Actually ile aşkın her türlüsünü anlatan çok
eğlenceli bir filme imza atmış olan Richard
Curtis, bu kez zaman yolculuğu formatında bir film ile aşkı ve mutluluğu
anlatıyordu. Şüphesiz kalkıştığı iş daha önce denenmemiş bir şey vadetmiyordu. Ancak
Richard Curtis, öylesine samimi ve yaptığı işe inanan biri ki bu renkli
anlatımının içinde filmi, finale gelindiğinde kendiliğinden derinleşip anlam
kazanıyor ve hatta unutulmazlaşıyordu. Yılın en şeker tadında filmiydi belki
de…
11.Jeune & Jolie / Genç ve Güzel (François OZON) : Bu yıl vizyonda ağırladığımız iki filmiyle birden
beğenimizi kazanan François Ozon,
aynı zamanda günümüz Avrupa sinemasının en üretken ve yaratıcı yönetmenlerinden
biri olduğunu da kanıtladı. Jeune &
Jolie yönetmenin, Bunuel
göndermeleri ile dolu öyküsünü yine her zamanki rahatlığıyla anlattığı
filmlerinden biriydi. Bir genç kızın cinselliği keşfedişi ve daha sonra görünür
bir sebep olmadan, ailesinden gizlice, yarattığı ikinci bir kimlik aracılığıyla
fahişeliğe yönelmesi dört mevsim ile özdeşleşerek anlatılırken, ortaya renkli
yer yer hüzünlü ve düşündürücü bir film çıkıyordu…
9.Blue Jasmine / Mavi Yasemin (Woody
ALLEN) : Sadece Cate Blanchett’in
karakteri ve oyunculuğu için bile izlenebilecek bu Woody Allen filmi komedi gibi başlayıp trajediye doğru kayan, ama
ölçüyü kaçırmayan anlatımı ile değer kazanan, ustanın formundan hiçbir şey
kaybetmediğini kanıtlayan nadide bir işti…
8. Rust And Bone / Pas ve Kemik
(Jacques AUDIARD) : Audiard’ın aslında oldukça basit ve düz öykülerden son
derece yaratıcı işler çıkarabilen bir yönetmen olduğunun ispatı niteliğindeki
film, başka bir yönetmenin elinde rahatlıkla tipik bir melodrama dönüşebilecek
öyküsünü, hem sakinliğini koruyup hem derinleşebilen, hem de öykünün taşıdığı
sertlikten hiçbir şey kaybetmeyen bir hale getirebilen yapıdaydı. Sert öyküleri,
abartısız, gerçekçi, aynı zamanda unutulmaz kılmak galiba Audiard’ın işi…
7.The Imposter / Hayat Avcısı (Bart
LAYTON) : Yılın en güzel sürprizlerinden biri olan film, belgeselin
günümüzde ne kadar yaratıcılığa açık bir tür haline geldiğinin kanıtı gibiydi.
Gerçek ama inanılması güç bir olayı, kurmaca ve gerçeğin iç içe geçtiği
görüntülerle anlatan yönetmen Layton
aynı zamanda, izleyeni ekrana çivileyen bir gerilim yaratmayı da başarıyordu…
6.All Is Lost / Sona Doğru
(J.C.CHANDOR) : Hakettiği değeri bulamadığına inandığım son derece başarılı
ilk filmi Margin Call’dan sonra J.C.Chandor, bu kez tamamen başka ama
yine mükemmel bir filmle geri döndü. All
Is Lost’u, tek karakterin bir şekilde kendini doğada, bir tehlikenin
ortasında bulduğu ve kurtulmak için çabaladığı onlarca filmden ayıran en önemli
şey, yönetmenin saf sinemaya ulaşma
çabasının yansıması olan anlatımıydı. Tek karakterimizin başta dış ses
aracılığıyla verilen notu haricinde, hiçbir diyaloğun, hayali arkadaşın,
tanrıya yakarış vs.nin olmadığı film, maksimum keyif alabilmek için son derece
dikkat isteyen bir anlatıma sahipti. Finalde gelinen inanç ile ilgili alt metni ise bütün bir filmi tekrar gözden
geçirmeyi gerektirecek kadar önemliydi. Ayrıca Robert Redford'un oyunculuğu da çok değerliydi...
5. Dans La Maison / Evde
(François OZON) : Ozon’un saat gibi işleyen filmi, taşıdığı edebi tat ile
de son derece anlamlı ve değerliydi.Hitchcock
ve Pasolini göndermeleri ile de
değer kazanan film aynı zamanda sinema sanatının kendisi ve anlamı üzerine düşünmeye
itecek sorular soran cinstendi…
4.Blue Is The Warmest
Color / Mavi En Sıcak Renktir (Abdellatif KECHICHE) : Öykü
olarak herhangi bir yenilik veya orjinallik barındırmamasına karşın,üç saatlik
bir süre boyunca kendini dikkatle izleten, giderek derinleşen, genç ruhunu çok
iyi kavrayan ve yansıtan saf bir aşk filmi çekmek gibi bir zorluğun altından
başarıyla kalkan Kechiche’in filmi şüphesiz yılın unutulmazlarından biriydi.
Belki süresi ve sevişme sahneleri gereğinden fazla uzundu ama o kadar kusur
kadı kızında da olur diyelim…
3.Rush / Zafere Hücum (Ron HOWARD) :
Entelektüel çevrelere çok yaranamayan bir isim olsa da kendi adıma hep klasik
Amerikan sinemasının günümüzdeki önemli temsilcilerinden biri olarak gördüğüm
ve kolladığım Ron Howard, hem
kendisinin en iyi filmine, hem de tüm zamanların en iyi spor filmlerinden
birine imza atıyordu. Rush, iki
karakterin F3 pistinde ilk karşılaştıkları andan son ana kadar izleyeni perdeye
mıhlayan anlatımının yanında, giderek basit bir sporcu rekabeti filmi olmaktan
çıkıp iki farklı hayat görüşünün
çarpıştığı felsefi derinliğe sahip bir işe dönüşmesiyle de yılın en değerli
filmlerinden biriydi…
2.Holy Motors / Kutsal Motorlar (Leos
CARAX) : Leos Carax’nın Paris’te geçen tuhaf
bir rüya tadındaki filmi, bir öykü anlatmaktan, ya da bilindik anlamda bir
sinema filmi atmosferi yaratmaktan çok, eşi görülmedik sinemasal bir deneyim yaşatmakla ilgileniyordu. Kurduğu bu farklı yapının kimilerince bütünlükten
yoksun olduğu yönünde eleştirilere maruz kalması kaçınılmazdı belki ama içine
girmeyi başarabilenler için filmin, bambaşka bir sinemasal evren sunduğu
tartışmasızdı…
1.Gravity / Yerçekimi (Alfonso
CUARON) : Yılın en farklı, en yaratıcı yönetmenliğini sunan film, şaşırtıcı
derecede orjinaldi. Bu orjinalliğin ilk ve en önemli kaynağı Cuaron’un görsel olarak yarattığı ve
filmin temasına çok iyi uyum sağlayan atmosferdi. Özel efekt kullanımını,
perdede sahiciliği yaratmak için bir araç olarak tasarlayan film, süresinin
tamamını, bir hayatta kalma savaşı olarak kullanacak şekilde tasarlanmış
öyküsüyle beraber giderek müthiş bir bütünlük kazanıyor, hem kusursuz ve saf
bir sinema duygusuna ulaşıyor, hem de duygusal ve felsefi bir boyut
yakalıyordu…
0 yorum:
Yorum Gönder