24 Mayıs 2014 Cumartesi

Enemy / Düşman (2013)





Özellikle Polytechnique isimli filmi ile çıkış yaptıktan sonra, Incendies ve ardından da Prisoners ile uluslararası alanda tanınır bir isim haline gelen Denis Villeneuve imzalı Enemy / Düşman vizyondaki ilginç filmlerden biri...


Villeneuve, Enemy'de üniversitede tarih dersi veren ve sevgilisiyle yaşayan genç bir adamın, Adam'ın öyküsünü anlatıyor. Aslında adamın hayatı hayli sıkıcı. Villeneuve bu sıkıcılığı, adamın farklı sınıflarda her gün, kelimesi kelimesine aynı dersi anlatması ya da evde kız arkadaşıyla her akşam sevişmesi dışında renksiz bir biçimde ilerliyor gibi görünen ilişkilerini yansıttğı karelerle hayli klişe bir şekilde sunuyor önümüze. Ancak görüntü yönetmeni Nicolas Bolduc, öyle bir metropol atmosferi sunuyor ki o sıkıcılığı öykü ya da senaryonun yansıtabildiğinden çok daha fazlasıyla hissedebiliyoruz. Zaten film bittikten sonra geriye en fazla bu görsel atmosferin kaldığını da vurgulayabiliriz bu noktada...

Öyküye dönersek, bu "sıkıcı" adamımızın hayatı bir gün üniversitedeki bir arkadaşının kendisine tavsiye ettiği bir filmi izlemeye karar vermesi ve filmde tesadüfen kendisine tıpatıp benzeyen bir figüranı görmesiyle aniden değişiyor. Bu adamı takıntı haline getiren kahramanımızın hayatı gittikçe daha da karışık bir hale geliyor...




Aslında kendisine tıpatıp benzeyen birisiyle karşılaşma mevzusu üzerine pek çok film izlemişizdir. Ancak Villeneuve' un filminde işler, benzer diğer filmlerdeki gibi, bu iki karakterin karşılaşmalarıyla karışıklaşıp, film ilerledikçe de yoluna girmiyor. Tam tersine, ilerledikçe işler daha da karışıklaşmaya ve muğlaklaşmaya başlıyor. Bir noktadan sonra gerçeklik zemini ayaklarımızın altından kayıp gidiyor. Villeneuve'ün kurduğu modeli belli açılardan David Lynch' e benzetebiliriz. Hatta anlatım modeli dışında filmin temasal anlamda da Lynch' in Eraserhead'iyle uzaktan akraba olduğunu bile söyleyebiliriz. Tabi anlatımı o film kadar sürreel değil ama bir noktadan sonra gerçeklik ve rüyalar karışmaya başlıyor. Filmini, "örümcekli" bir rüya sahnesi ile açan Villeneuve, film ilerledikçe bu metaforu tekrar tekrar kullanıyor. Öykü ilerledikçe Adam' ın kız arkadaşını hamile bırakma ya da sorumluluk almasını gerektirecek ciddi bir ilişki kurma konularındaki korkuları açığa çıkıyor. Villeneuve'ün örümcekler üzerinden Adam'ın kadınlarla ilgili korkularını anlattığını söyleyebiliriz. Ancak finalle birlikte tam herşey yoluna giriyor derken tekrar ortaya çıkan son örümcekli sahne, bence filmin ne demek istediği konusunda bir çelişki yaratıyor, söylenmek istenileni bulanıklaştırıyor. Oraya kadar, özellikle son bölümde hissettiğimiz ve düşündüğümüz herşeyi de çöpe atıyor...

Diğer taraftan filmin, önce ağırdan alan sonra birdenbire hızlanıp, pat diye sona eren bir hali var ki bu da enteresan. Kısa sürenin çok doğru şekilde kullanıldığını söylemek zor. Son ana kadar ilgiyle kendini izlettirdiğini, belli açılardan ilginçlikler taşıdığını kesinlikle söylemek gerek ama tam olarak anlatmak istediğini ortaya koyamayan filmin tam bir memnuniyet yarattığını söyleyebilmek zor. Ruhsal ve zihinsel açıdan karışık bir hali anlatırken, filmin de gittikçe biraz fazla ortaya karışık hale geldiğini söyleyebiliriz. Yine de çıkıştaki bir yönetmenin, bir diğer farklı denemesi olarak izlenebilir. Beklentileri çok yüksek tutmamak koşuluyla...


Değerlendirme :   2 / 4 



2 yorum:

  1. kardeşim bir film kritiği ancak bukadar güzel yapılır. ben sinemada izledim ancak pek beğenemedim bunuda dip not olarak eklemek istiyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hem zaman ayırıp okuduğunuz için, hem de güzel sözleriniz için çok çok teşekkürler...

      Sil